Kadıköy Belediyesi’nin tarihi Haydarpaşa Garı’nda düzenlediği Kitap Günleri 3 Haziran Cumartesi günü başladı. Kitap Günleri’ni ilk gün 19 bin kişi ziyaret etti. 11 Haziran günü son erecek olan Kitap Günleri’ne bu yıl 200’e yakın yayınevi katılıyor. Bir hafta boyunca ziyaretçilerini ağırlayacak olan Haydarpaşa Kitap Günleri, söyleşilere de ev sahipliği yapıyor.
4 Haziran Pazar günü Ercan Kesal ve Enis Rıza’nın “Zamanın İzinde” adlı kitabı konuşuldu. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan kitabı yayım sürecine hazırlayan Burhan Sönmez “Enis Rıza’nın seçtiği fotoğraflar, toplumsal olan ile bireysel olanın havzasında, sonsuzluğu an ile buluşturuyor. Bu fotoğrafların başına oturup, görünenleri ve asıl olarak görünmeyenleri kendi hayal dünyasında yoğuran Ercan Kesal bir kilim gibi dokuya dokuya ortaya bir tasvir çıkarıyor” diyor.
Kitap, 1910-2010 yıllarını kapsayan Türkiye'nin yüz yıllık tarihini fotoğraflardan oluşuyor.
Proje nasıl başladı?
Söyleşide ilk sözü alan Enis Rıza, çalışmayla hafızaları canlandırmayı hedeflediklerini ve aynı zaman da edebi metin olarak da ilham vermesini istediklerini vurguladı.
“Uzunca bir çalışma yaptık. Bir yandan da Ercan tek tek fotoğraflar üzerinde düşünmeye, araştırma yapmaya başladı. Ve kitap bu süreç içinde ortaya çıktı.”
Ardından, Ercan Kesal projenin nasıl başladığını ve deneyimlerini aktardı.
“Bir yazar ‘içimdeki tortuları temizlemek için yazıyorum’ demiş. Yazı sürecinde içinizdeki tortular temizleniyor yazıyla birlikte. Ama yeni tortuları da birikmeye devam ediyor aslında. Yazım sürecinde deneyimlediklerimi paylaşacağım. Eğitimini almadığım işlerde farkındalıklarımı paylaşmak istiyorum. Çünkü edebiyat, sinema gibi alanlarda bir diplomam yok. Bu yüzden yalnız deneyimlerimi paylaşıyorum. ‘Zamanın İzinde’ için Burhan Sönmez aradığında ‘Ayrıntı Yayınları’nın otuzuncu yılında 1000.kitabımız olacak bu eser ve seninle çalışmak istiyoruz’ dedi. Tam bana göre bir iş olduğunu düşündüm. Çalışma yaklaşık bir buçuk yıl sürdü. Ağırlıklı olarak Enis Rıza’nın seçtiği ve sunduğu fotoğraflardan yola çıktık.”
Kesal: İyi fotoğraf, fotoğrafta olmayanı akla getirendir
Kesal devam ediyor:
“Her fotoğraf yaralarımın kabuğunu kaldırdı. Kendi yaralarımızın kabuğunu kaldırmamaktan başka bir çaremiz de yok diye düşünüyorum. Türkiye’nin yüzyıllık tarihine ilişkin, 60’dan itibaren söyleyeceğim şeyler var. Ömrüme üç tane askeri darbe sığdırmışım yeterince acı ve yaralı bir durum değil mi bu? Böyle bir ülkede faili meçhul, faili belli bir takım kederlerle örülmüş bir hayatın fotoğraf albümü başka nasıl olabilirdi? Fotoğraflar beni dertlendirdi ama diğer yandan dermanımızın da bu fotoğraflarda olduğunu hissettirdi.
“Fotoğrafları incelerken ve yazarken fotoğrafta olmayanları hatırlayarak yazdım. İyi fotoğraf, fotoğrafta olmayanı akla getirendir. Ve önüme koyulan bütün fotoğraflar bana o kadar fotoğrafta olmayan şeyleri hatırlattı. Yani bir 12 Eylül fotoğrafında beş tane generali ve Evren’i yan yana gördüğünüzde fotoğraftakileri uzun uzun anlatmanıza gerek var mı? O fotoğraf size sadece öldürülen, yaşı büyütülen ve asılan arkadaşlarınızı hatırlatır. Ben de onları yazdım…
“Zamanın izinde 1910 ile 2010 aransındaki yüz yıllık Türkiye'nin ve Ercan Kesal’ın gayri resmi tarihi gibi. Çünkü ilk fotoğrafımız 1908 yılına ait Resneli Niyazi’nin geyiği ile çektirdiği fotoğraf… Elbette benden önceki tarih için bugün baktığım yerden bir şeyler söyleyebilirdim. Bu süreçte beni daha çok sinema fotoğrafları kışkırttı. Özellikle Yılmaz Güney ve Metin Erksan… Kitabı dokuz bölüme ayırdık ve her bölüme ortalama dokuz-on fotoğraf yerleştirdik. Böylece 140 fotoğraflı ve oldukça kapsamlı 30.yıl Ayrıntı nişanesi olan bir kitap ortaya çıktı.”
Rıza: Edebiyat ile fotoğrafın buluşması
Enis Rıza sözü alıyor:
“Bu kitap bir yanıyla da bir boşluğu doldurdu. Çok az örneği olan bir kitap oldu. Çünkü edebiyat girdi işin içine. Edebiyatla fotoğrafın bir buluşması aynı zamanda. Tarihsel olayları, fotoğrafın arkasında yaşanmış olanları ve fotoğrafın sonrasında yaşanmış olanları edebi dilde ifade eden metinler ortaya çıktı. Kitabın ortaya çıkışından sonra bunun aslında hakikaten ihtiyaç duyduğumuz bir şey olduğunu yeniden fark ettim.
“Benim için başucu kitabı oldu. Kitap üzerinden anlatılacak çok şey var. Bazı şeyleri bilmek yetmiyor aslında, onun duygusunu da bilmek gerekiyor. Gerçeklik dönüştürücü değildir her zaman, gerçekliğin estetiğini bulamazsanız bu gerçeklik hiçbir zaman dönüştürücü olmaz. Gerçekliği kurgu içinde yeniden inşa etmemiz gerekir. Ancak o zaman gerçeklik dönüştürücü olabilir. Dolayısıyla fotoğraf ve edebiyatın tarihle buluşması anlamında önemli bir ipucu yakaladığımızı düşünüyorum.”
Kesal: Gerçek manada sahip olamadığımız tek şey zaman
Kesal’dan devamla:
“Tarkovski boş yere sinemaya ‘mühürlenmiş zaman’ demiyor. Fotoğraflarda galiba mühürlenmiş an. Sinemanın niye fotoğraftan sonra kendini dayattığını da anladım gibi. Çünkü fotoğrafın öncesini ve sonrasını merak ediyorsunuz. Bu ana gelmezden önce ne vardı ve bu andan sonra ne olacak? ‘Şimdiki zaman’ bizim hiçbir zaman sahip olmadığımız, geçmişle gelecek arasında bir yarık gibi. Ve ‘birazdan’ bu ‘geçmiş’ oluyor. Şimdiki zamanı değerli kılan da onun birazdan geçecek olması. Fotoğraf ve sinemanın geçmişe dönme gücü var. O yüzden fotoğrafların öncesine ve sonrasına çok takıldım yazarken.”
“Bu fotoğrafa birazdan yağmur yağacak”
“Kitaptaki fotoğraflardan bir tanesi Atatürk'ün cenazesi. Cenaze yas geçidi için yüksek kaldırımın önüne geliyor. Orada bulunan esnafın çoğunluğu ise Yahudi. Yahudiler yasları gereği düğmelerini kopartıp atıyorlar. Ben bunu Mina Urgan’da okumuştum. Aynı yerde Urgan da annesiyle birlikte geçişi izliyor. Hatta Bir Dinazor’un Anılarında annesi ‘Millet sevgilisini kaybetti, şimdi kocasına dönebilir artık der’ ve Mina Hanım o anı anlatır; ‘Yukarıdan aşağıya düğmeler yağmur gibi akıyordu’. Mina Hanım’ın anlattığı anın fotoğrafı var kitapta ve fotoğrafın adı ‘Bu fotoğrafa birazdan yağmur yağacak’ oldu.”
“Cesaret bulaşıcı”
“Sinema ile olan ilişkim zamana sahip çıkması ve zamana geri dönme şansı vermesiyle ilgili. Sanat nasıl bu kadar etkileyici, kavrayıcı ve güçlü olabiliyor? Kitaplar, fotoğraflar, filmler dünyayı değiştirmiyorlar. Onları okuyanlar, seyredenler bir cesaret kazanıyorlar. Bu cesaret ‘dünyayı sahiplenme cesareti’. Ve cesaret bulaşıcı. Biz burada da birbirimize cesaret bulaştırmak için buradayız. Benim yazma eylemim baştan sona bu cesaretin ürünü. Başta hasta hikayeleri, gözlemlerim ve yaşadıklarımla benden öncekilerin yazdıklarını okuduğumda bende kalanları harmanlıyorum ve gerçeği yeniden icad ediyorum. Sizinle birlikte kurtulmayı ümit ettiğim için yazıyorum. Ve sizden gelecekleri de merak ediyorum. Zamanın İzinde kitabındaki yazılar da böyle…” (DS/BK)
* Fotoğraf: Ayrıntı Yayınlar / Facebook