Anne Ayşe Gümüş, baba Turgay Gümüş ve dört yaşındaki çocukları Mısra, İzmir’de yaşıyorlar.
Anne Gümüş, İngilizce öğretmeni. Baba Gümüş, edebiyat öğretmeni. Gümüş çifti hep bir kız çocuğu sahip olmak istemişler. Dünyaya bin kez gelseler yine Mısra’nın anne-babası olmak istediklerini söylüyorlar.
Ancak toplumda Gümüş ailesine karşı büyük bir önyargı var. Görme engelli olan Gümüş çifti, sokakta, evde, hastanede kısacası yaşamın her alanında mikrosaldırganlıklarla karşılaşıyor. Öyle ki sadece Gümüş çifti değil, dört yaşındaki çocukları Mısra da sağlamcılığa maruz kalıyor.
10-16 MAYIS DÜNYA ENGELLİLER HAFTASI
Sağlamcılık nedir, ne değildir?
Engellilerin en sık karşılaştığı "Engelliler çocuk yapamaz" sağlamcı düşüncesine de maruz kalan Ayşe ve Turgay Gümüş çiftiyle ebeveyn olmayı ve karşılaştıkları sağlamcılıkları konuştuk.
Çocuğunuz olacağı haberini aldığınızda nasıl hissettiniz?
Ayşe: Doktorun odasında zıplamıştım.
Turgay: Ben sıkıcı bir toplantıdaydım, birinci yarısında uyukluyordum. İkinci yarısında gayet enerjik bir şekilde bekliyordum. Çünkü test vermiştik bugün. O ne bitmek bilmez bir gündü. İki saate belli olur dediler. Yemin ederim saniye saydım.
Hamilelik süreciniz nasıl geçti? O dönemde neler yaşadınız? Çevreden gelen tepkiler nasıl oldu? Bu süreçte herhangi bir sağlamcılıkla karşılaştınız mı?
Ayşe: Karşılaşabilirdik tabii ki. Her söyleneni ciddiye alsaydık gerçekten talihsiz bir süreç yaşardık ama ben peri masalı gibi bir hamilelik süreci yaşadım. Tabii ki insanların endişeleri vardı. En yakınlarım bile “Yapabilecek misin?” diye sordu. Onları duymamaya karar verdim. Başka çarem olmadığını düşündüğüm zamanlarda artık anlaşılmayacağımı düşünüyorsam, insanlara bir şeyleri anlatmak için uğraşmıyorum. Gerçekten anlayabilecek olan insanlarla konuşup sohbet etmeyi tercih ediyorum. En çok üzüldüğüm, en yakınlarım endişe içindeyken okul arkadaşlarım “Çok iyi bir anne olacaksın” diyordu.
Turgay: Özellikle hamilelik sürecinde en yakınlarımız bu anlamda bizi daha çok zorladı. Koruma içgüdüsü ya da bir endişe haliyle böyle davranıyorlar. “Bizsiz yapamazlar, ilgimizi üzerinden çekmemeliyiz” gibi düşünceleri oluyor.
Doğum sonrası
Doğum sonrasında neler yaşadınız?
Ayşe: Aslında benim bu konuyla ilgili annelere söylemek istediklerim var. Kör anneler bence enerjilerini yüksek tutmalılar. Eğer bebeklerini yeni bir yol arkadaşı, yeni bir yaşam partneri gibi düşünürlerse beraber hayata karışmak inanılmaz keyifli. Biz doğuma giderken araba süsletmiştik. “Mısra'mızı almaya gidiyoruz” yazmıştık arabanın üzerine. Keyfim çok yerindeydi.
Tabii etrafımızdakilerin yüksek endişeleri vardı. İlk günden "Yanında kalayım", "Odada ben de yatayım" cümleleriyle karşılaştık. Babaannemizi odadan gönderemedik.
Hastaneden eve döndükten sonraki birkaç gün bana bebeğimin bezini değiştirtmediler. Dikişlerim var, acır diye. Halbuki ben iyiydim. Sonra kendim yapmaya başladım her işimi. Turgay'la birlikte banyosunu da yaptırıyordum, bezini de değiştiriyorduk. Bu işin bir ekip işi olduğunu ne eşler, ne erkekler, ne de kadınlar asla unutmalı. Ne zaman, görmeyen ebeveynlerin konuşmasına şahit olsam erkekler hep “Biz altını değiştirmedik" diyorlar. Vallahi Turgay'ın yapmadığı tek şey emzirmek oldu.
Görme engellilerin çocuk bakımı konusunda kendi yöntemleri oluyor. Sizin yöntemleriniz neler? Bunları nasıl keşfettiniz?
Ayşe: Turgay tek çocuk. Bizim de başka çocuğumuz olmayacak, istemiyoruz. Babaanne için çok büyük heyecan torun sahibi olmak. Babaannemiz endişe düzeyi yüksek biri. Çok fazla korkan biri. 40. gün onlara “Tamam artık, herkes kendi evine. Bebeğimize biz bakacağız" dedik. Çünkü biz bu çocuğu kimseye güvenerek yapmadık.
Turgay: Yapmadan, risk almadan ya da deneyimlemeden bebeğimizin ihtiyaçlarını nasıl gidereceğimizi keşfedemeyiz, öğrenemeyiz.
Ayşe: Mesela, doktor bir damla vermişti. Onu biz yapamadık. Ben de Turgay'a sprey almasını söylemiştim. O zaman babaannemiz “Ellemeyin ben yapıyorum” demişti. O cümle o an bana çok ağır geldi. Turgay’a “Lütfen gidip hemen sprey bulur musun?” dedim. Çocuk doktoruna sordu. Bize sprey şeklinde bir damla önerdi. Gidip onu aldık ve onu kullanmaya başladık. Ailemize “Çocuğumuza kendimiz bakabiliriz” dediğimizde büyük bir gerilim yaşadık. Annem hasta oldu, baygınlık geçirdi. “Olmaz, gidemem, bırakmam torunumu. Bakamazsınız siz” dedi. Aynı kadın şimdi herkese gururla bizi anlatıyor.
Turgay: Mutlaka ihtiyaç duyduğunuz takdirde destek alacaksınız ama mümkün mertebe her işi kendiniz yapmaya çalışın. Her işi keşfetmeye, öğrenmeye çalışın. Soru sormaktan çekinmeyin. Etrafınızda körler varsa sorun. Keşfedin, deneyimleyin. Korkmayın deneyimlemekten. Çevrenizden çekinmeyin. En nihayetinde 10 gün sizinle konuşmazlar, bağırırlar, çağırırlar. Kavga etmekten gerektiğinde korkmayın.
Deneyim
Ev içinde herhangi bir önlem alma ihtiyacı duyuyor musunuz? Ev içindeki yaşantınızı nasıl şekillendiriyorsunuz?
Turgay: Biz önlem almadık, her şeyi Mısra'ya deneyimlettik. Aman deterjana gider, aman bıçakla elini keser diye düşünmedik. Çünkü Mısra’yla bu anlamda iyi bir iletişim kurduk. Bıçak ne işe yarar? Keser. Tuttuk bir şeyler kestik. “Senin elini keserse canını acıtır. O yüzden bunu buradan tutmamalısın. Tutup dikkatli bir şekilde bize getirebilirsin”, "Çekmecede bıçak var, o yüzden burayı çok fazla açmamalısın". Ona bir çekmece yaptık. “Kurcalamak mı istiyorsun? Tamam, senin kurcalayabileceğin bir çekmece yaptık. Bak, burada senin kurcalayabileceğin eşyalar var” dedik. Mümkün mertebe yasak koymadık. Sadece neyin zararlı olabileceğini anlatmaya çalıştık.
Ayşe: Bunun avantajını nerede gördük? Mısra evde özgürlük alanı olduğunu hissediyordu. Evde rahatça her şeye ulaşabildiği, kafasındaki bütün soruları cevaplandırabildiği, merakını giderebildiği için ya da rahat rahat dağıtabildiği için ev dışında herhangi bir yere gittiğimizde de sorun yaşamadık.
Ev dışında güvenlik kaygınız oluyor mu? Dışarı çıktığınızda nelerle karşılaşıyorsunuz?
Turgay: Bebek arabasıyla dışarı ilk çıktığımızda, bir kişi bize sormadan bebek arabasının gölgeliklerini kapatmaya kalktı. Bazen refleksif tepkiler veriyoruz. Ben bu anlamda sinirlerime daha az hakim olabiliyorum. Örneğin şöyle bir mikrosaldırgan tavırla karşılaştık. Mısra, o zaman 3-3,5 yaşındaydı. Kucağımızdaydı ve eve doğru geliyorduk. Bir tanıdığımız “Sen artık kocaman oldun. Yorma anneni, babanı. Yazıktır onlara” dedi. Mısra da onlara, “Hayır ben onların hâlâ bebeğiyim. Onlar beni isterlerse taşıyabilirler” dedi. Üstüne bir şey söyleyemedik, o kadar güzel cevap verdi.
Başka bir gün şehir dışındayken, bir mekânda oturuyoruz. Lavaboya gittim, geri dönüyorum. Çalışanlardan biri bana eşlik etmek üzere yanıma geldi. Bir anda Mısra koştu. “Hayır, bırak o benim babam. O kendi gelebilir. Ona ben eşlik edebilirim” dedi. Sağlamcı tavra karşı hem kendimiz hem de Mısra tepki verebiliyoruz. Bu anlamda güvendeyiz diye düşünüyorum. Çocukla kurduğunuz iletişim çok önemli. Biz Mısra’ya her şeyi anlattık. Yeri geldi oyunla, yeri geldi hikâye yazarak, yeri geldi kitap okuyarak anlattık.
Ayşe: Örneğin biz hiç güvenlik kemeri kullanmadık. Bilek zili kullandık. Mısra 1-2 yaşındayken daha henüz tam konuşamadığı zaman nerede olduğunu tespit edebilmek için bilek zili kullanıyorduk. Mısra dışarıdayken gelip en kötü ihtimalle kolumuza dokunup “Buradayım” deyip kaçar. Bir yerlerde oynarken, bir şey yaparken mutlaka gelip kendinden haberdar eder. Bunu sağlamak için olağanüstü bir şey yapmadık. Bir kez anlatmamız yetti. O gün bugündür bizi haberdar eder.
Sokakta görme engelliye yapılmaması gereken 10 hareket
Okul süreci
Mısra şimdi dört yaşında. İleride okula başlayacak. Ebeveynleri olarak Mısra’nın eğitim hayatı için bir kaygınız var mı?
Ayşe: Mısra şu anda kreşe gidiyor. Kreşte oyun ablası var. Bazen öğretmenleri evde yapılmak üzere etkinlik veriyor. Evet, biz kendi çabalarımızla kitapları ve oyunları erişilebilir yapıyoruz; ama her şeyi erişilebilir yapmamız mümkün değil. O etkinlikleri oyun ablasıyla yapıyorlar ama ben de yanında oturuyorum. Ben ya da babası mutlaka yanında oluyoruz. İlkokula başladığında da bir özel öğretmenden destek alacağız. Bunun başka yolu var mı, bilmiyoruz. Bu dönemde birilerine ihtiyaç duyacağız.
Süperkahraman değiliz. Kimse süperkahraman değil. Hiçbir anne-baba her şeye yetemiyor. Bizim de yetemediğimiz alan bu ve destek alarak ilerleyeceğiz.
Turgay: Her ebeveyn resim yapamaz, resim yapmak için resim öğretmenine desteğine ihtiyaç vardır. Bu da onun gibi bir şey.
Mısra engelliği nasıl kavrıyor?
Ayşe: Bir çocuğa göre daha farklı, daha bilinçli. Bu son derece kendiliğinden gelişen bir süreç. Bir örnekle açıklamak gerekirse, biz Mısra’ya erişilebilir kitapları okuyoruz. Şeffaf, çift taraflı bantla bantlanmış kitapların metinlerine Braille alfabe yapıştırıyoruz. Hem kitabı Mısra’nın görmesine engel olmuyoruz hem de bizim okuyabiliyoruz. Aynı anda aynı kitaba bakıyoruz.
Mısra, kitaplarını böyle yaparak okuduğumuzu bir süre sonra farkına vardı. Bir gün bir tane kitap getirdi. “Bunu okur musun?” dedi. Kitabı henüz erişilebilir yapmamıştık. Mısra içine baktı, “Aa, pardon bunu yapıştırmamışsınız. Bunu okuyamazsınız, biliyorum” dedi. “Betimlemesi yok'' dedi. Sonra götürdü kitabı. Başka bir tane kitap getirdi. ''Ama bunu okuyabilirsiniz çünkü bunu yapıştırdınız” dedi.
Aklıevvel büyüklerine anlatamadığımızı Mısra bize söyledi. “Görmeyebilirsiniz ama dokunarak, duyarak anlayabilirsiniz bence” dedi. Bir sakatın aslında uyarlama olduğunda her şeyi yapabileceğini Mısra deneyimleriyle öğrendi. En temelde sakatlığın bir farklılık olduğunu, bu farklılığın da aslında uyarlamalar yapılırsa ortadan kalkacağını öğrendi. İki yaşındayken bastonsuz hiçbir şekilde hareket etmemize izin vermiyordu. Bastonun bizim için ne kadar önemli olduğunu o yaşta öğrenmişti.
Sizin karşılaştığınız sağlamcılıklar Mısra'yı nasıl etkiliyor. Ne tür tepkiler veriyor?
Turgay: Sokakta karşılaştığımız en sağlamcı davranış “Anneni-babanı mı gezdiriyorsun?", "Büyüyünce size yardımcı olur", "Şimdiden annene babana yardımcı ol tamam mı?” gibi sözlerle oluyor. Çocuğu gerçekten sorumluluk altına sokan, vicdani yükümlülüğüymüş ya da anne-baba sorumluluğundaymış gibi bir sonuç yaratan söylemlerle çok fazla karşılaşıyoruz.
Mısra, bir çocuk ve korumamız altında. Biz onun sorumluluğunda değiliz. Biz onu, gelecekte bize baksın veya bizim elimizden tutsun diye yapmadık.
Ayşe: O bir birey ve hakları var. Evdeki görsel her şeyi o yapmak zorunda değil. Gelecekte birlikte yaşam kuralları çerçevesinde belki evde çamaşırların renklerini ayırmak onun görevi olacak ama benim de görevim çamaşırları makinaya atmak, makinadan çıkarmak olacak.
Mesela bugün yere süt döküldü. “Nokta nokta leke oldu” dedi. “Sen benim elimi tut, bana göster ben sileyim” dedim. “Hayır ben silmek istiyorum” dedi ve sildi. Ben bu durumda çocuğu kullanmış olmuyorum. Görmeyen arkadaşlarda bunun karmaşasını çok fark ediyorum. Yürürken önünde ağaç vardı ve 4 yaşındaki çocuk sana söylemedi ve sen o ağaca çarptın. Ağaca çarptığın için çocuğa kızarsan onu kullanmış olursun. Eskiden o çocuk mu vardı? Bizim yaptığımız böyle bir şey değil. (AD)