Anayasa Mahkemesi, AKP'nin kapatılması istemiyle açılan davada kararını çarşamba günü açıkladı ve AKP'nin kapatılması istemini reddetmekle birlikte partinin hazine yardımının bir kısmından yoksun bırakılmasına hükmetti.
Kararın gerekçesi açıklanmadığı için içtihadın nasıl oluşturulduğunu analiz etmek şu an itibariyle mümkün olamayacaksa da, kararın açıklanan sonucunun bundan sonrası bakımından ne gibi siyasal etkilere yol açabileceğine ilişkin kısa bir değerlendirmede bulunmak faydalı olacaktır.
Mahkeme'nin daha önce bu sayfalarda kısaca analiz edilen Hak-Par kararında olduğu gibi, AKP davasında da karar 6 üyenin "kapatılsın" yönündeki oyuna rağmen 5 üyenin "kapatılmasın" yönündeki oyuyla alınmıştır.
Böylece Mahkeme'nin bu kararında da, çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne rağmen, bir siyasal partinin kapatılmasına yetecek oy sayısına ulaşılamamıştır. Diğer bir deyişle, yine Hak-Par kararında ortaya çıktığı gibi, özellikle bu gibi hassas davalar bakımından 1 sayısının değerinin sonsuza eşit olabileceği açıkça görülmüştür; zira sadece 1 kişinin kapatmaya sıcak bakmaması nedeniyledir ki AKP –en azından şimdilik– kapatılmaktan kurtulmuştur.
Mahkeme AKP'yi cezalandırdı
Karardan memnuniyetlerini gizlemeyen AKP'lilerin görmezden gelmeyi tercih ettikleri nokta ise, toplamda 10 üyenin AKP'nin cezalandırılması yönünde oy kullanmış olmasıdır. Hemen anlaşılabileceği gibi bu durum, 9'a 2, 8'e 3 ya da en azından 7'ye 4 şeklindeki beklentinin de üzerine çıkan bir sonuçtur.
Özetle, AKP Mahkeme tarafından esaslı bir şekilde cezalandırılmış bulunmaktadır. Kamuoyunun büyük ölçüde kapatmaya ve kapatma sonrasında ortaya çıkabilecek sorunlara odaklanmış olması nedeniyle genel itibariyle "kaosun bitmesi", "normalleşme" olarak yorumlanan bu kararın aslında AKP açısından ciddi sonuçlar ve sorunlar doğurabileceğini gözden kaçırmamak gerekir.
AKP'de tasfiye ve strateji değişikliği kuvvetle muhtemel
Gerçekten, bu kararla birlikte AKP bundan sonraki siyasal tercihleri, söylemleri ve vaatleri bakımından önemli bir baskı hissedecektir.
AKP seçmeninin en azından önemli bir kısmının beklentileri arasında yer aldığı düşünülebilecek olan başörtüsü ve üniversite giriş sınavındaki katsayı sorunu, Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü meselesi, militer yapılanmanın kararlılıkla üzerine gidilmesi gibi konularda AKP'nin bundan sonra nasıl bir çözüm yolu bulacağı belirsizdir. Bu belirsizliğin AKP'nin tabanındaki huzursuzlukları artırabileceği düşünüldüğünde, özellikle AKP saflarında belli bir tasfiye ve önemli bir strateji değişikliğinin gündeme gelmesi beklenebilir.
Bu bağlamda AKP'li yöneticilerin bundan sonraki stratejileri, büyük ihtimalle, orta ve uzun vadede cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi başta gelmek üzere önemli mevkilere yapacağı yeni atamalara kadar sorunların çözümünün ertelenmesi olacaktır. Ancak böyle bir durumda, yani hukuki sıkıntıların aşılmasını sağlayabilecek atamaların gerçekleşmesi durumunda bile, halihazırda ciddi bir kutuplaşma yaşayan Türkiye toplumunu yönetmek durumunda olan AKP'nin siyasal, toplumsal ve ekonomi alanındaki uzlaşmaz çelişkileri nasıl çözebileceği merak konusudur.
DTP davası
Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir nokta, Anayasa Mahkemesi ve özellikle AKP'nin asıl demokratikleşme sınavını DTP davasında vereceğidir.
Bazı çevrelerin, son dönemde yaşanan gelişmeleri, Kürt sorununda demokratik çözümden vazgeçilmesi ve Ergenekon gibi davalarda en azından "hassas" noktalara dokunulmaması bağlamında AKP ile AKP karşısında yer alan güçlerin uzlaşması şeklinde yorumladığı unutulmamalıdır.
Dolayısıyla, bu yorumlarda belli bir gerçeklik payı bulunup bulunmadığının test edilebileceği en önemli ve yakın tarihli fırsatlardan biri DTP davası olacaktır. Sonuç itibariyle, Anayasa Mahkemesi DTP'nin kapatılmasına karar verirse ve AKP de DTP'nin kapatılmasına tepki göstermeyip bilinen ezberleri tekrarlarsa söz konusu yorumların yol açtığı kuşku artacaktır.
Çözüm kapsamlı değişikliklerde ve ısrarcı olmakta yatıyor
Türkiye'de demokratikleşmeyi ve özgürlükler rejimini gerçekten talep eden ve siyasette bir türlü hak ettikleri yeri bulamayan kesimlerin üzerine düşen görev ise çok daha büyük ve zorludur.
80'den bu yana genel itibariyle gerileyen özgürlükçü siyasal ve toplumsal hareketlerin eski ezberleri tekrar etmek yerine özellikle 2000'li yıllardan sonra artık siyasal açıdan da etkisini hissettirmeye başlayan genç kuşağın sorunlarını dinlemekten ve bunlara tercüman olmaktan tutun da, İnternet çağında özgürlüklerin, siyasal ve sosyal hakların daha üst bir düzeyde nasıl tanımlanabileceğine ve talep edilebileceğine kadar bir dizi soru ve sorun alanında ayrıntılı değerlendirmelerde bulunmaları, öncelikler sırasını yeniden belirlemeleri, çatı partisi tartışmalarını artık bir sonuca bağlayarak çıtayı yükseltmeleri kaçınılmaz gözükmektedir.
Özetle, "ne AKP, ne darbe" diyenlerin taleplerinde ısrarcı olmaları ve "yeni bir anayasa, yeni bir toplum sözleşmesi" için artık somut adımların atılmasının yollarını aramaları gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki, baş döndürücü hızla ilerleyen ve bu şartlar altında içinden çıkılamaz ölçüde bir bilgi akışının yaşandığı siyasal ve yargısal süreçleri ve sonuçları sadece "bir seyreden" olarak anlamak hiçbir zaman mümkün olamayacaktır.
Süreçte ve sonucun ortaya çıkmasında inisiyatif almayan, ısrarcı olmayan ve aktörlerden biri olmayı talep etmeyenlere verilecek rolün en iyi ihtimalle figüranlıktan başka bir şey olmayacağı ise açıktır. (ECG/TK)