Slavoj Žižek, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin konuğu olarak 5-6 Kasım tarihlerinde İstanbul'daydı. İki gün süren konferansın ilk gününde Žižek "Liberal Ütopya Çağında Şiddet ve İdeoloji" başlıklı bir konuşma yaptı.
Žižek, ABD emperyalizmine ve Avrupa merkeziyetçiliğine de çeşitli eleştiriler getirdi. Daha önceki yazılarında da Amerikanın komünist rejimlere olan sert tavrını ve totaliter diktatörlerle işbirliği yapma özelliğini sıkça eleştiren Žižek, ABD'nin Irak'ı işgali sonrası Irak'ta ortaya çıkan uzlaşmaz köktenci politik-ideolojik bir takım yıldızlardan da bahsetmişti ayrıca.
ABD'nin, bu sömürgecilik dönemlerinden kalan tavrını; "İran yanlısı politik güçlerin Irak'ta üstünlüğüne neden oldu" diyerek açıklayan ve "eğer Bush savaş suçlarıyla ilgili Stalinist bir yargıç tarafından yargılansa bir 'İran ajanı' olarak suçlanırdı" diyen Žižek; Bush politikalarını "şiddet içeren taşkınlıklara, güce dayanan uygulamalar değil" aksine, "paniğin yol açtığı eylemlerdir" diyerek açıklamıştı.
Bilgi Üniversitesi'nde yaptığı konuşmalarda da liberalizmi ve Aydınlanmacı batı dünyasının iki yüzlü tavrını eleştiren Žižek'in konuşmaları; Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulması isteklerinin bulunduğu ve Türkiye'nin Kuzey Irak'a askeri operasyonun tartışıldığı şu günlerde, ABD'nin Irak'ı işgaliyle sonuçlanan Orta Doğu operasyonlarını hatırlatması açısından anlamlıydı.
Herşey planlandığı gibi işleyecek sandı birileri
2003'te ABD kuvvetleri, Saddam Hüseyin'i devirmek ve Irak halkına demokrasi götürmek adına Irak'a girdiğinde her şey tipik kolonyal ve emperyalist süreç içinde planlandığı gibi işleyecek gibi görünüyordu birileri için. Egemen gücün iktidarı sınırsız, mutlak ve bağışlayıcıydı. Kendi "uygar" dünyasının düzenini, dünyanın diğer ucundaki bir Orta Doğu ülkesine götürürken her şey çok uyum içinde ve tek sesli ilerliyordu.
Bütün dünyadaki, bir avuç karşıt sesin tüm tepkisine rağmen Amerikan askerleri Irak'a girdi, Saddam devrildi ve Irak'taki dikta rejimi son buldu. Bir süre sonra, Irak'ta gelmesi beklenilen barış ve sükûnetin yerini; Ebu Gharib hapishanesinden gelen tuhaf ve tüyler ürpertici haberler aldı.
"Evet suçluyuz"
ABD'lilerden sonra bölgeye giren İngiliz askerleri, isyancı olarak nitelenerek gözaltına aldıkları Irak halkına envai çeşit işkence uygulamaya başlamıştı. Bir süre sonra artan benzer haberler ve gelen fotoğraflar durumun vahametini gösterdi.
İnsanlık adına girişildiği savunulan bir operasyon, kurtarılması vaat edilen insanların çektiği acılarla son bulduğunda yine bir avuç azınlık sesini çıkarabilmişti bu işkence görüntülerine. Ve İngiliz askerleri nihayet yargılanmaya başlandığında, inkâr süreçleri sonrası ağızlarından patır patır dökülen ilk cümleler "Evet suçluyuz, sanırım ama biz neyin içine düştüğümüzü anladığımızda tek yaptığımız şey işkenceydi" türündendi.
Kendilerini, bilmedikleri bir coğrafyada, dillerini bilmedikleri ve "medeni" bulmadıkları insanların içinde bulan Batılı egemenin askerleri; yaptıkları tüm işgal ve işkencelere rağmen bir durumu da itiraf etmiş oluyorlardı: "Yabancıyı", "öteki'yi" ve "gerçek'i" bilmeme hali karşısında ters yüz olan "medeni" görüntülerinin ardında yatan karanlığın, dehşetengiz gerçeğinin yadsınamaz halini.
Jeannette Winterson ise, "Vişnenin Cinsiyeti" isimli kitabında "her yolculuk, kendi içinde bir yolculuk saklar; sapılmayan dönemeç, unutulan açı" der. Her gerçek yolculuğun insanı sonunda, kendi içine yapacağı "gerçek" bir içsel yolculuğa götüreceğini anlatan bu benzersiz cümleyi, tüm edebi romantikliğinden arındırarak başka bir romancının –Joseph Conrad'ın muhteşem romanının ismine bağlamak istiyorum.
İçimizde saklı, her yolculuk; kendi içimizdeki gizil bir dönemeci bulduğunda, o yolculuk sonunda "karanlığın yüreği" ne yapılan bir çıkmazla son bulur. Konuşmanın ve insanın anlamını yitirdiği anda ve yerde karşımıza çıkan "karanlık öteki" hiç bulmak istediğimiz ve iç dönemeçlerimizde saklanana saklana firar eden kendi ötekimizden başkası değildir. Batı merkezli bir bakıştan, belirsiz ve kuraldışı bir dilin bir durumu ifade biçimidir.
Kuzey Irak'a asker gönderme tartışmalarının yapıldığı bu günlerde Türkiye'nin ciddi olarak bölgenin geçmişine derinlemesine bakması ve ABD'nin Irak'ı işgaliyle sonuçlanan Orta Doğu politikalarını, popülist bir "emperyalizme, AB'ye ve batıya hayır bakışının dışında" eleştirel bir gözle değerlendirmesi gerekiyor.
Kuzey Irak'ta kurulacak olası bir Kürt Devleti'nin en fazla yarar sağlayacağı güç tabii ki ABD ve tabii ki sömürgeci bir iktidar mantığıyla hareket ediyor. Her paniklediğinde de belki de kendine yeni bir "İran ajanı" bulma ihtiyacı hissediyor ve belki de bu defa kendi "ajanlığını" Türkiye'nin üstüne yıkmaya çalışıyor.
Bu açıdan, ötekine yapılan her olası yolculuğun kilometrelerce yol kat etmek olmadığını da göz önüne alırsak; Türkiye'nin Kuzey Irak operasyonu öncesi, vaktiyle sapmayı unuttuğu, şimdi çıkmaza dönüşen açılarını düşündürmesi açısından Žižek'in Avrupa merkezci eleştirileri tartışmaya değerdir. (YK/NZ)