-Çocuklar burada mı? Öldürüldü
-Kadınlar burada mı? Öldürüldü
-Depremzedeler burada mı? Öldürüldü
-Soma’daki madenciler burada mı? Öldürüldü
-Sokak hayvanları burada mı? Öldürüldü
-Zeytinlikler burada mı? Öldürüldü
-Ahlak burada mı? Öldü
-Vicdan burada mı? Öldü
-Umut, gelecek burada mı? Öldü
-Adalet burada mı? Öldü
Her sabah sokakta, geleneksel ya da sosyal medyada bir cinayetle, işkenceyle, sokak hayvanı, çocuk tacizi, kadın tacizi ya da cinayetiyle karşılaşıyoruz. Narin’in öldürülmesi ve adeta halkın aklıyla oyun oynanması, Tekirdağ’da iki yaşındaki Sıla Bebeğe tecavüz edilmesi, Ankara’da öğrencilere bakarak “mastürbasyon” yapan bir kişinin görülmesi, İstanbul Beyoğlu’nda bir kadının sokak ortasında iki erkeğin cinsel saldırısına uğraması, yakını ya da sevgilisi erkek tarafından öldürülen bir çok kadından sadece bir kaçı olan Uşak’ta Pelin Karaca, Manavgat’ta Gülfer Öte, Didim’de Sibel Aygan, Karabük’te Gülsiye Ortakçı, Afyon’da Satı Aktan, Adıyaman’da Zeliha Kılavuz, Kars’ta Sıla M., Van’da kaybolan Rojin Kabaiş, Fatih’te Semih Çelik tarafından öldürülen Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner...
İçinde bazı özel hastanelerin de yer aldığı bir grubun yeni doğan servisinde bebekleri öldürmesi... ve sosyal medyaya yansımayan yüzlerce taciz, tecavüz ve öldürme...
Kaybolan ve akıbeti belli olmayan yüzlerce çocuk... ve sokak hayvanlarına bireylerce yapılan cinsel şiddet, işkenceler, öldürmeler ve belediyelerce yapılan toplu katliamlar...
“Artık bundan daha ötesi olamaz!” derken...
Karşımıza çıkan her haber bir kabus gibi üzerimize çöküyor. “artık bundan daha ötesi olamaz!” derken ona bir yenisinin eklenmesiyle yaşadığımız her olay karşısında daha da şaşkına dönüp dehşete kapılıyoruz.
“Bu şiddetten, vahşetten kaçacak bir yer olmalı” diyor, nereye sığınacağımızı bilemez halde fiziksel evimize sığınmaya çalışıyoruz ama yağmurdan kaçarken doluya tutuluyoruz yine de. Sadece sokaklarda değil evimizde de bırakmıyor şiddet yakamızı.
Yaşanan aile içi şiddetten bahsetmiyorum. İçi boşaltılmış aile kavramı ve aile içinde yaşanan şiddet başka bir yazının konusu.
Bahsettiğim medya ve sosyal medya ile evimize taşınan şiddet. Dolayısıyla bu şiddet karşısında nereye kaçıp saklanacağımızı bilemiyoruz.
Varoluşsal bir evsizlik hali içerisine giriyoruz. Nasıl bir distopyanın içindeyim? Filmlerde gördüğüm şeyler gerçek mi olmaya başladı? O filmlerden birinin içinde miyim şu an diye düşünmeden yapamıyoruz.
Sosyal medyadaki şiddet içerikli videoların bazıları, şiddet uygulayanları teşhir etmek için hak savunucuları ya da duyarlı diğer insanlar tarafından yayınlanıyor ancak şiddeti teşhir ederken şiddete alışıyoruz farkına varmadan.
Bu görüntüler neticesinde şiddete karşı duyarlılığımız törpülenirken bazıları tarafından bunun üzerine şakalar yapılıyor ve hatta bazıları tarafından bu şiddet “insanlık adına!” savunuluyor. Herkes “Sosyal medyayı ne zaman açsam bir vahşetle karşılaşıyorum.
Artık bu haberleri görmek istemiyorum. Elim telefona gitmiyor.” diye feryat ederken yaşanan vahşetin üzerine bir de bu vahşeti normalleştiren, savunan insanların varlığı eklenince kanımız donuyor. “güvenli sokaklar!” yangın yerine, “güvenli sokaklar!” katliam mekanına dönüşüyor.
Anomi ya da “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”
Kimimiz tüm bu faşizan tavırlar, bu şiddet pornografisi karşısında nereye nasıl saklanacağımızı ya da buna nasıl dur diyeceğimizi bilememenin şaşkınlığında kimimiz ise “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığında sus pus oturuyoruz.
Öyle bir itaat ve korku kültürü öyle bir umutsuzluk iklimi pompalanıyor ki “Ben ne yapabilirim ki?” deyip üç maymunu oynuyoruz. Çünkü bu en kolayı. Belki de insanın doğaya, yaşama, kendine yabancılaşmasının belirimlerinden biri.
Yaşadığımız şu günler tam bir toplumsal çözülmenin, hatta Durkhem’in “anomi” olarak adlandırdığı çöküşün işareti aslında. Yunanca “nomos”, insan eliyle yapılan yasalara verilen addır ki “a-nomos” yasasızlık, yasaların olmaması anlamına gelir.
Dolayısıyla “anomi” de toplumdaki normların artık etkisiz hale gelmesi, toplumun çöküntüye uğraması olarak tanımlanabilir kısaca. Anomide kurallara uymamadan ziyade normlara olan inancın kaybolması ve bunun neticesinde belirsizlik ve karmaşaya sebep olan bir durumun ortaya çıkması söz konusudur.
Anomi noktasındaki toplumlarda ahlaki ve hukuki, siyasi kısıtlamalar ortadan kalkar, değerler yozlaştığı için sosyal kontroller ve toplumsal düzen işlemez; toplum hastalıklı bir hale gelir; doğrular ve yanlışlar birbirine karışır.
Hak, hukuk, adalet, ahlak, vicdan gibi kavramların içi boşaltılır. Bireycilik “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” noktasında en üst düzeyde göze çarpar. Bireyler topluma yabancılaşarak ya daha çok içe çekilerek yalnızlaşır ya da toplumun değerler sistemiyle uyuşmayacak aykırı davranışlar sergiler.
Umutsuzlukla beraber gelen çaresizlik ve yalnızlık; topluma tamamen yabancılaşma, intihar gibi olgular giderek daha da artar. Haksızlığın, hukuksuzluğun getirdiği yozlaşma bireylerin kendi adaletini kendinin sağlamaya yönelmesine yol açar ki bu da şiddetin artarak anominin daha da beslenmesine neden olur.
Şiddetin yoğunlaşması ve yaygınlaşmasıyla beraber suç oranları artar; rüşvet, adam kayırmacılık, liyakatsizlik, yolsuzluk toplumun normali haline dönüşür. Toplum eskiden olumsuzluk olarak gördüğü bu olgulara karşı yozlaşarak duyarsızlaşır.
Memleketin hal-i pür melali
Anomiye değgin anlattıklarım size de çok tanıdık geldi mi? Tam da memleketin hal-i pür melali değil mi? Evet şu anda ülkemizde tam bir anomi, çöküş dönemi yaşanıyor. Haksızlık, hukuksuzluk almış başını gidiyor.
Adalet fizana gittiği için onu geri getirmekten ümidini kesen insanlar kendi adaletini kendi yaratmaya çalışıyor. Sevgi, barış sanki sadece şiir dizelerinde şarkı sözlerinde kalmış gibi. Şiddet sokaklarda, evlerde kol geziyor.
Yoksulluk ve yoksunluğun getirdiği kriz derinleştikçe toplumsal ahlak kuralları yerle bir oluyor. Yalnızlaşma, yabancılaşma, insanları farklı mecralarda, farklı arayışlar içine sokarken intiharın eşiğine kadar getiriyor.
Adalet herkese aynı değil farklı işlediği için, toplum vicdanını rahatsız edecek derecede büyük suçlar işlenmesine karşın bu suçlar cezasız bırakıldığı; buna karşın hiçbir suçu olmayan masum insanlar keyfi cezalara çarptırıldığı için adaletsizlik karşısında insanlar kendi adaletini uygulamaya çalışıyor.
Adam kayırmacılık, rüşvet, rant, yolsuzluk almış başını gitmiş. Bir bir yok edilen özgürlükler; birileri saçma sapan bir bolluk içinde yaşarken ekmeğe muhtaç halde sokakta yaşayan insanlar; katledilen doğa; siyanürle çıkarılan altın sonucu yaşamı zehirlenen halk; değersizlikler silsilesi içinde her gün daha da yalnızlaşan, yabancılaşan intiharın eşiğine gelen gençler; kovboy filmlerini aratmayan sokaklardaki silahlı çatışmalar; her gün bir yenisi katledilen ama sadece sayılardan ibaretmiş gibi istatistiklerde kalan kadınlar, çocuklar, sokak hayvanları...
Öldürülen gelecek hayalleri, umutlar, ağaçlar, hayvanlar, çocuklar, kadınlar...
Ölen adalet, vicdan, ahlak...
Ölen koskoca bir memleket...
Memleket yangın yeri...
Bu yangın yerinden sağ çıkmak içinse eşikten adım atmak gerek. Eşik bir geçiş noktası ama içerisi ya da dışarısı fark etmeksizin şiddet dolu olunca eşikte kalıp bir yabancı oluyoruz. Dünyaya ve kendimize yabancılaşıyoruz.
Eşik bir sınır. Ne yapacağınızı seçmek size kalmış. O eşiği geçip yabancılığı yenerek, isyanın gücüyle, bu yangın yerini umut vadeden bir gül bahçesine çevirmek mi?
Yoksa eşikte durup hem içeride hem de dışarıda bir yabancı olarak kalıp yok olmak mı?
Kadınlar mücadele ediyor, erkek şiddeti yargılanıyor
Erkek şiddeti Ekim 2024
(AK/EMK)