“Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hainlere amma ki riayet yeni çıktı”
Ziya Paşa
“Gerçi eskiden de doğruyu söyleyenlerden nefret edilirdi ama hainlere saygı gösterip emirlerine uymak yeni çıktı” diyor Ziya Paşa. “Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Teklifte “kuduz riski taşıyan, sahiplendirilmesi mümkün olmayan ve tedavi edilemeyen hayvanlara ötanazi uygulanması” önerilerek sokak hayvanlarının katledilmesinin, soykırımının yolu açılıyor. Konu gündemi sokak köpekleri gibi görünse de ‘sokak hayvanı’ ifadesinin daha geniş kapsamlı olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Hainlere itaat ederek emirlerine uymak yerine -her ne kadar hainler doğruyu söylememizden nefret edip bizi şiddetle susturmaya çalışsa da- birlik olup sesimizi yükseltmek zamanıdır şimdi.
Yasa teklifinde bakımevleri dışında bir hayvana bakmanın onun ‘yasal sorumluluğunu alarak’ sahiplenilmesiyle mümkün olabileceğinden bahsediliyor ki bu, zaten kısıtlı olanaklarıyla, gücü yettiği kadar sokaktaki hayvanlara bakmaya ve devletin, yerel yönetimlerin yapması gereken bakımı vermeye çalışan, sokaktaki dostların ailesi olan binlerce gönüllüye, hayvan dostuna “Tüm sorumluluğu alacaksan amenna” yoksa “Cıs yaparım!” diyerek gözdağı vermekten başka bir şey değil. Eğer yasal sorumluluğunu kimse almıyorsa sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların hayvan bakımevlerinde ‘rehabilite’ edilerek sahiplendirilmeye çalışılacağı, sahiplendirilemezse ötanazi yapılacağı belirtiliyor. Yani iktidar yasa tasarısıyla “Her durumda öldüreceğim; kırk katır mı kırk satır mı?” diyor.
O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler mi gerçekten?
Rehabiliteden kasıt ‘ötanazi’ adı altında öldürmekten başka bir şey değil. Yaşam hakkına saygıyı hiçe sayarak faşizan bir tavırla köpeklere işkence eden, onların birbirine saldırmasına göz yuman ve aç bırakanlar bu ‘sorunlu yasa’yla yıllardır yapmadıkları görevlerini yerine getirip bu ‘sözde bakımevleri’nde sokak hayvanlarını rehabilite mi edecekler? Hayır, yasadan güç alıp daha da ileri gidecekler. Hapsedilen, kötü şartlara maruz bırakılan bir canlının hastalanmaması, saldırganlaşmaması mümkün mü?
Kamu güvenliği gerekçesiyle sağlıklı hayvanların öldürülmesinin yolu açılıyor. Kelimenin ‘ötanazi’ olması eylemin kötücüllüğünü değiştirmiyor. İktidar, şiddet pornografisini normalleştirip toplumu her gün çıplak şiddetle baş başa bırakarak baskılıyor. Şiddeti olağanlaştırıyor. Göz göre göre bu şiddete seyirci mi kalacağız? Hainlere, hırsızlara, katillere göz mü yumacağız? Yaşar Kemal’in, “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” dediği noktada mıyız gerçekten?
İyi insanların hepsi mi gölge olup gitti? Meydanlarda her gün nöbet tutan, Meclis’in önünde haykırmaya giden hayvan dostlarına neden bu kadar az destek veriliyor? Evlerinde kedi köpeğiyle yaşayanlar nerede? Çiftçiler nerede? Sanatçılar nerede? Yazarlar nerede? Siyasetçiler nerede? Öğrenciler nerede? Feministler nerede? LGBTİ+’lar nerede? Sendikalar nerede? Tüm STK’ler nerede? Gerçek dindarlar nerede? O güzel insanlar nerede? Tüm Türkiye nerede?
Namuslular namussuzlar kadar cesur olmadıkça…
İsmet İnönü’ye atfedilen, “Bir memlekette namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur” sözünden hareket edecek olursak AKP iktidarının hırsızlıklarına, haksızlıklarına, şiddetine karşı nerede bu namuslu insanlar? Neden kimse yeterince sesini yükseltmiyor? Biz ne ara bu kadar duyarsızlaştık? Çirkin insanların elinde iyice çirkinleşen siyasetin esiri mi olduk hepimiz?
Sağın faşizan tutumu malum. CHP’den zaten kimsenin umudu yok. Adeta AKP’nin stepnesi olmuş durumda. Muhalif değil de bir halef-selef ilişkisi varmış gibi hareket ediyor. Peki sol örgütler nerede? Neden bu kadar suskunlar? Marksist değerlere sahip olanların tüm doğayı kucaklaması gerekmiyor mu? Yabancılaştık da kendi değerlerimizin bu kadar mı uzağına düşecek kadar yabancılaştık? Sol ne zaman değerlerini bu kadar yitirdi? Sol unutmamalıdır ki namusluların sesini yükseltmemesi suça ortak olması demektir.
Sesini yükseltmeyenler bilmelidir ki sorun bu hayvanların sokakta olması değil ayda yaklaşık 14 bin hayvanın sokaklara terk edildiğini; her ay yaklaşık 16 bin pet hayvanın satışının gerçekleştiğini; ayda ortalama 30 bin hayvanın üretim ve satış mağduru olduğunu bildiği halde bunu önlemeyen ve görevini yerine getirmeyen yetkililerdir. Sorun, evde bakılan hayvanın terk edilmesine ve hayvanların yaşam hakkına karşı işlenen suçlarda faillere caydırıcı, ağır cezalar verilmemesidir. Sorun, gözü ve gönlü yaşam hakkına kapalı, din istismarcısı AKP iktidarıdır. Sorun, yerel seçimlerden sonra iktidarın dilini benimsemek gibi bir yanlışa düşen ve adeta AKP’nin uydusu gibi davranan CHP’dir. Sorun, sokaklara çıkmayıp hiçbir şey yokmuş gibi katliama sessiz kalmaktır.
Tüm yaşam hakkı savunucuları, tüm Türkiye, sokakta yaşayan hayvanlara yönelik başlatılan bu saldırının karşısında durmalı, sesini yükselterek hayvanları yaşatmalıdır. Daha en baştan tüm örgütlü yapılar bir araya gelip toplumu hareket ettirseydi; bir avuç kendini bilmez din istismarcısına dur demek için eyleme geçseydi; bu ‘sorunlu yasa’ toplumun önüne çıkarılamazdı. Bu lekeli, kan kokan tasarı bir an önce çekilip yaşam hakkına saygılı bir kanun çıkarılmalıdır.
Çözüm, adil ve sağlıklı bir yasa
Çözüm ortadadır. Hapsetmek ve öldürmek değil, kısırlaştırmaktır. Bir gecede torba yasalar ve onlarca kararname çıkaran iktidar, isterse yine bir gece de çıkaracağı adil, sağlıklı bir yasa ya da kararname ile kolayca çözüm üretebilir.
Çözüm üretmek isteyen akıl, köpekleri hapsedeceği barınaklar inşa etmek yerine hem toplum bilinci oluşturmak hem yaşam hakkına saygıyı aşılamak hem de insan ve hayvanın aynı yaşam alanını paylaşmasının artılarını ortaya çıkarmak adına ‘gerçek bir rehabilitasyon’ projesi niteliğinde örnek bir yasa çıkarabilir. Hayvanların kısırlaştırılması tamamlandıktan sonra belli bir ödenek vererek her okula, her huzurevine, her sosyal hizmet birimine sokakta yaşayan 5-6 köpeğin sorumluluğunu verse bile bu sorun çözülür. Hem çocuklar hayvanlarla aynı yaşam alanını paylaşarak birlikte yaşamayı ve yaşam hakkına saygıyı öğrenir hem sevgi dilini keşfeder hem de köpekler çocuklarla sağlıklı bir ilişki geliştirerek rehabilite olur. Huzurevlerine terk edilen, genellikle yaşam sevincinden kopuk huzurevi sakinleri hem kendilerine bir can dostu edinmiş hem de aidiyet geliştirerek yaşama bağlanmış olur.
Kamu kurumlarının çoğunda köpeklere bakılabilir
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 80 bine yakın okul var, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı 500’e yakın huzurevi ve 200’e yakın çocuk yurdu var. Bunların dışında DSİ Genel Müdürlüğü’ne bağlı 26 bölge müdürlüğü ve bunlara bağlı müdürlükler ile Karayolları Genel Müdürlüğü’ne bağlı 18 bölge müdürlüğü ve bunlara bağlı müdürlükler var. Birçok kamu kurumu da köpeklerin çok sağlıklı bir şekilde bakılıp yaşayacağı bir ortama sahip.
Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği verilere göre, Türkiye’de sokakta yaşayan köpeklerin sayısı yaklaşık 3,5 milyon. Bunlar kurumlara dağıtıldığında her 5-6 köpek, bir kurumun sağlıklı bir bireyi olarak dengeli bir yaşam sürebilir. Yani kamu kurumlarının çoğunda köpeklerin bakılıp sağlıklı, mutlu bir şekilde yaşatılabileceği bir ortam yaratılabilir. Mesele sadece istemekte. Diyelim ki bu çok ütopik bir düşünce...
Düzce Belediyesi, Düzce Tarım İl Müdürlüğü, Düzce İl Özel İdaresi ve Bipativer Derneği’nin el ele vererek yürüttüğü bir proje var. Bipativer Derneği Başkanı Dursun Altıntaş’ın ‘Düzce Modeli’ olarak ifade ettiği bu projeye şu anda Düzce’de yedi ilçede başlanmış bulunuyor. Tarım İl Müdürlüğü’nün arazi, İl Özel İdaresi’nin konteynır tahsis ettiği, Belediye Başkanı Faruk Özlü’nün destek verdiği kısırlaştırma ve ilk yardım üniteleri üzerine kurulu proje düşük bir bütçeyle hayata geçirilebiliyor. Projede her belediyenin kendi sınırları içerisinde bir sağlık ocağı gibi hizmet veren, düşük bütçeli ve küçük çaplı ‘Kısırlaştırma ve İlk Yardım Üniteleri’ açmaları, mevcut bakımevlerinin ise koşulları iyileştirilerek tıpkı bir hastane gibi cerrahi operasyonlar ve rehabilitasyon hizmeti vermeleri ve hayvanların kısırlaştırıldıktan sonra alındıkları yere bırakılmaları öneriliyor. Görüldüğü gibi istenildiğinde yapılabiliyor.
Komşumuz Yunanistan dâhil olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde sokak hayvanları kısırlaştırılıp yine yaşadıkları mahalleye bırakılıyor. İstenilirse hayat almak yerine hayat verilebilir. Biz hayat almak isteyenlere değil hayat vermek isteyenlere destek olalım. Sesimizi yükselterek bağıralım bağırabildiğimiz kadar. Ziya Paşa ile girizgâh yaptık, kapanışı da onun beyitiyle yapalım:
“Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde”
Dünya, Sultan Süleyman’a bile kalmamış diyor kısaca Ziya Paşa. Elbette ki bu saltanatın da yerinde yeller esecek; amma velakin tüm çabamız odur ki saltanat küle dönüşmeden önce sokaktaki canları da kavurup geçmesin! Hep birlikte haykıralım o zaman:
#Toplayamazsın! Hapsedemezsin! Öldüremezsin!
#Kısırlaştır! Aşılat! Yerinde yaşat!
(AK/VC)