“En tehlikeli teröristler aslında bombaları yapanlar değil, çaresiz topluluklara nefret aşılayan ve emrindekileri şiddet içerikli eylemlerde bulunmaya teşvik eden nüfuz sahibi liderlerdir.”
Dan Brown
Dünya yeni bir pandemiyle karşı karşıya. Maymun çiçeği virüsünün hızla yayıldığı söyleniyor ve dikkat edilmesi yönünde uyarılarda bulunuluyor.
Daha çok yeni yaşadığımız pandemiden sonra tekrar evlere kapanmak, her şeyden elini eteğini çekmek ve deyim yerindeyse yaşamın durması hepimize ağır gelir doğrusu. Evet yeni bir pandemi kapıyı çalıyor gibi görünüyor. Ancak bir pandemi var ki bırakın kapıyı çalmayı çoktan teklifsizce evimize girdi bile. “Çıplak şiddet pandemisi”... Saf kötülük pandemisi. Şiddet bulaşıcıdır sevgili dostlar. Önlenmediğinde bulaşıcı bir hastalık gibi çepeçevre sararak toplumun tüm hücrelerine yayılır ve bir pandemiye dönüşerek o toplumu yok eder.
İnsanların içindeki kötü hortladı
Her gün yeni cinayet görüntüleriyle, tecavüz haberleriyle, kaybolan ve akıbeti belli olmayan çocuklarla güne uyanıyoruz. Hızlı bir silahlanma var. Sokaklarda ulu orta kurşunlar sıkılıyor, bıçaklar çekiliyor, çocuklarının gözü önünde kadınlar öldürülüyor, hayvanlara işkence ediliyor ve katiller elini kolunu sallaya sallaya geziyor. “Başı boş insan” sorunu her geçen gün bizi “güvensiz sokaklar”a maruz bırakarak evlerimize hapsolmaya mahkum ediyor.
Sokak hayvanları yasasının çıkarılmasıyla birlikte hayvanlara yapılan işkence daha da görünür hale geldi ve domino etkisi göstererek içinde bir zerre de olsa şiddet barındıran kişilerin bu potansiyelini ortaya çıkardı.
Her yerden işkence ve öldürme haberleri geliyor. Belediyelerin yaptıkları toplu katliamları saymıyorum bile. Çünkü burada asıl vurgulamak istediğim kurumlar eliyle yapılan katliamlar değil bireysel olarak insanların içindeki kötünün hortlayıp şiddet eylemleriyle kendini ortaya koyması. Hayvanlara yapılan bu şiddet olayları giderek bir pandemiye dönüşüyor sevgili dostlar. Biri diğerini görerek “Nasıl olsa bir yaptırım yok” diyerek öldürme eylemini gerçekleştiriyor.
Şiddet, pandemilerin en hızlı yayılanıdır
Sokak hayvanlarının hedef gösterilmesi, toplumu sindirmek için her yola baş vuran iktidarın şiddetini en keskin şekilde gösterdiği yüzü.
İktidar, bu şiddet pandemisini tüm topluma yayarak bizi, çocuklarımızı, torunlarımızı asla unutamayacakları ve toparlanamayacakları bir travmaya maruz bırakıyor. Hele de kapitalist tüketici toplumun en somut örneği olan Z kuşağını ve daha küçük çocukları düşündüğümüzde durum daha da vahim. Çünkü sosyal medya gibi koca bir dünyanın etkisi altında olan ve her şeyi buradan öğrenen çocuklar maalesef ki şiddet pandemisinden en öncelikli etkilenecek kesim.
Ebeveynlerin de ilgisizliği sonucu günün büyük bir kısmını şiddet içeren mesajlarla, video ve oyunlarla geçiriyorlar. Tek bilgi kaynakları adeta sosyal medya ve burada bolca şiddet içeren görüntülere maruz kalıyorlar.
Narsistik kişilik özellikleri, empati eksikliği, değerlere yabancılaşma ve başkalarını ötekileştirip değersizleştirmek adeta bir değer olarak yükseliyor. Bu kuşak maalesef ki her şeye salt eğlence gözüyle bakıyor ve en temel değerlerin yerini maalesef ki eğlence alıyor.
Onu eğlendirmeyen, can sıkıntısını geçirmeyen her şey çöpten ibaret. Tam tersine onu eğlendiren, can sıkıntısını geçiren her şey en yüce değer. Dolayısıyla bazen suçu deneyimleme arzusuyla saldırganlık ortaya çıkıyor ve hayvana ya da insana işkence bile eğlenceye dönüşebiliyor.
Unutmayalım daha bir iki hafta önce Eskişehir’de elinde bıçakla önüne gelene saldıran gencin en büyük motivasyonu nefretti.
Hemen hepimiz gibi sıradan herhangi bir ailede doğmuştu. Söyleyeceğim çok sert gelebilir ancak yakın bir zamanda “Dünyanın en güzel, en iyi çocuğu” dediğiniz çocuğunuzun, torununuzun elinde kendi öldürdüğü bir kuş, sincap, kedi görürseniz ya da “Biraz önce kavgada birini bıçakladım” dediğini duyarsanız şaşırmayın. Çünkü unutmayın şiddet pandemilerin en hızlı yayılanıdır ve etkisini yok etmek nesiller alabilir. Bu nedenle “katil bir nesil” yaratmamak için küçük hesaplarımızı, kaygılarımızı, korkularımızı bir kenara bırakıp uyanmalıyız.
"Sahiplendireceğiz" demek toplumla dalga geçmektir
Sokak hayvanlarını ne bireysel şiddet pandemisine kurban vermeliyiz ne de barınaklara kapatmalıyız. Tüm birleşik gücümüz bu şiddet pandemisinin önüne geçmek için yasanın iptali yönünde çalışmak olmalı. Belediyeler, yasa olmanın özüne aykırı bu “sözde yasa”yı uygulamayacaklarını deklere etmeleri gerekirken modern barınaklar yapacaklarını söylemeye, hayvanları toplamaya ve“Satın alma, sahiplen” kampanyalarına başladılar bile. Oysa herkes biliyor ki her yerde görebileceğimiz büyük ırk sokak köpeklerini kimse sahiplenmez. Evden atılan “cins” olarak tabir edilen küçük ırk köpeklere bile bir aile bulmak zor. Bu nedenle “sahiplendirme” meselesi toplumla dalga geçmek gibi bir şey.
Barınakların şiddetin başka bir biçimi olduğu hepimizin malumu. Hapishane her zaman hapishanedir bunun moderni, iyisi, güzeli olmaz, olamaz! Bir varlığın özgürlünü almış oluyorsunuz. Onun dost gördüğü insanla, kokladığı çiçekle, üzerinde yürüdüğü çimenle, yağmurla, güneşle, yavrusuyla, anasıyla bağını koparıyorsunuz. Bu da yetmiyor kötü koşullarda aç susuz, kendi dışkısında bırakarak ona işkence ediyorsunuz. Siz hiç barınak gördünüz mü sevgili dostlar?
Tutsaklık tutsaklıktır...
Gidin evinden, sokağından, oyun oynadığı arkadaşlarından koparılmış bir köpeğin tutsaklığını görün barınaklarda. Ve gidin gardiyanlarının, işkencecilerinin onlara ettiği eziyet karşısında aç susuz, dışkısı içinde kemikleri sayılarak dilsiz, masum inleyişlerine tanık olun. Yavrusu diğer köpekler tarafından yenilmiş annenin yavrusunun başında ağlayışını görün.
Alfa köpeklerden korktuğu için altına dışkısını kaçıran köpeğin biçare bakışlarını görün. Gardiyanları koğuşuna her geldiğinde kaçacak delik arayarak nereye saklanacağını bilemeden “acaba bu kez ne işkence yapacak?” diye çaresizce bekleyişini, yüreğinin küt küt atışını duyun. Tıpkı bir insan tutsak gibi özgürleşeceği günü bekleyen ama bunun olmayacağını anlayınca intihar eden canları görün.
Ne insan ne de diğer hayvanlar... Tutsaklık tutsaklıktır sevgili dostlar. Gardiyanı tarafından aşağılanmanın, eziyet edilmenin ne olduğunu en çok tutsaklar bilir. İçeride kimsesizliğin girdabında koğuş arkadaşlarından medet umarken onların da gözünde çaresizliği görmenin acısını en çok tutsaklar bilir.
Dört duvar arasında “Bir kuş gelip dışarıdan haber getirse, şu tutsaklık bir an önce bitse” diye umutla gözlerken “kör kuyularda merdivensiz kalmak” nedir en iyi tutsaklar bilir. Bağlarından koparılmanın; özgürlüğünün elinden alınmasının; suya, havaya, çiçeğe, güneşe, çimene hasret kalmanın; ana kokusunu da yar kokusunu da yavru kokusunu da üzerinde birkaç satır yazan beyaz bir mektup kağıdında aramanın nasıl olduğunu en çok tutsaklar bilir. Hele de F tipi gibi bir tutsakhanedeyse... Unutmayın ki tutsakhaneler şiddet pandemisinin en yaygın olduğu yerlerdir.
Şiddet pandemisi her yerde
Sokaklar ve barınakların ötesinde şiddet pandemisi her yerde. Her konuda haksızlık, hukuksuzluk almış başını gitmiş durumda. Önce sokak hayvanları hedef gösterildi. Sırada evsizler var; sırada LGBTİ+ lar var; sırada kadınlar, emekliler, engelliler, yaşlılar, asgari ücretliler, kimsesiz çocuklar var; sırada tüm dezavantajlı gruplar var.
Bu nedenle, sokak hayvanlarına yapılan bu şiddet eylemlerini sadece bir hayvan hakları ihlali olarak görmek yerine topluma yönelik bir şiddet eylemi olduğunun bilincine varmamız gerek.
Bunun tek adam yönetiminin en üst noktası, muhalefetin özünden kopması, yargının yargı kabiliyetini yitirerek adalet olgusunun yok edilmesi, tüm demokratik kurumların işlevsizleştirilerek özgürlüklere el konulması olduğunu artık anlamamız gerek. Bunun politik bir durum; bir sınıf meselesi olduğunun idrakine artık ermemiz gerek.
Bu nedenle bu şiddet pandemisini yok etmek için birleşik bir hak mücadelesi yürütmek gerek. Bu mücadele, hasadını alamayan çiftçinin, yurt parasını ödeyemeyen üniversite öğrencisinin, fahiş kayıt parası yüzünden çocuğunu okula kayıt ettiremeyen velinin mücadelesi.
Avrupa’daki akranları gibi artık yan gelip yatması gerekirken iki işte birden çalışan emeklinin, mesailere kalmasına rağmen yine de sefalet ücretine talim eden asgari ücretlinin, yüksek vergiler altında ezilen esnafın, bilim üretmek için yıllarca dirsek çürütüp okuduğu halde yargının onu değil, sözüm ona alternatif tıp altında sahtekarlık yapanları bilir kişi görerek karar aldığı tıp doktorunun, mesleği yaşatmak iken ondan öldürmesi talep edilen veterinerin mücadelesi.
İstanbul Sözleşmesi feshedilerek hakları elinden alınan kadınların ve tüm haksızlığa uğrayanların mücadelesi. Bu tüm bileşenlerin özgürlük mücadelesi, memleket mücadelesi.
Hadi uyan
Bu toplum haklı mücadeleleri için tutsaklık yaşamış özgürlük savaşçılarıyla dolu; bu toplum yurt sevgisiyle, içinde koca bir korla sınıf mücadelesine giriştiği için F tipinde çürüyen çocuklarla dolu; bu toplum kayıp çocukları için her gün nöbet tutan Cumartesi Anneleri’yle dolu.
Bu toplum isterse hak mücadelesi için, özgürlükler için yeri göğü inletecek güçte yüreklerle dolu. Bu nedenle ülke yok olmadan bir an önce kendi küçük iktidarlarımızdan vaz geçip derin uykumuzdan uyanıp mücadeleye katılalım. Başka nedenle söylenmiş olsa da konumuza uyarlayarak sözü Metin Eloğlu’nun dizeleriyle noktalayalım:
“Yoksul olsan da uyan
Garip olsan da uyan
Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için
Madem ki iyisin, iyiliği yaşatmak için
Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için
Hadi uyan”
(AK/EMK)