19 Eylül 2015 Cumartesi günü Vedat Türkali, İstanbul’da Cihangir’de yapılan eylemdeydi. Cizre’de sokağa çıkma yasağı günleri yaşanıyordu. Kent bombalanıyordu, çatışmalar yaşanıyordu ve ölüm haberleri ardı ardına geliyordu.
“Cihangir’den Cizre’ye halklar kardeştir” pankartının yanında tekerlekli sandalyesinde dimdik oturuyordu Vedat Türkali, 96 yaşındaydı.
O gün şunları söyledi: "Bu ülkede var olan Kürt, Rum, Ermeni ve tüm halklar özgür olmadıkça barış gelmez. İnsanları ürkütmek dünyanın en namert suçudur".
Türkali’yi kaybettiğimiz bugün, 1992’de kahır ekseriyetin sus pus olduğu şiddetin ve baskının en yüksek olduğu bir dönemde Prof. Dr. Server Tanilli ile birlikte kaleme aldıkları basın duuyurusunu yeniden okumakta fayda var.
Bu metin hem 1992 şartlarında yazılmış ve o günlerin ve o günlere gelene kadar uygulanan politikaları eleştiriyor ama bugün için de geçerli.
Tanilli’yi 29 Kasım 2011 günü kaybettik; Vedat Türkali’yi ise bu sabah…
Türkali 97 yaşındaydı ve düşüncelerini her dönemde cesurca, eğip bükmeden, doğrudan söyledi.
İşte 24 sene önce Tanilli ile yazdıkları metin:
"Ülkemizin içinde bulunduğu ağır koşullar, olan bitenler üzerinde titizlikle durup düşünmemizi zorunlu kılıyor.
Ülkelerinde yaşayan halkların hakları konusunda tüm devletlerin sicilleri şu ya da bu biçimde lekeler taşır. İktidarı elinde tutanlarca devlet, baskı aracı niteliğiyle, bireylere karşı suç işlemeye yönelik bir kuruma kolayca dönüştürülebilmektedir. Halkların kendi haklarını savunma bilincinde olmaları bu yüzden zorunludur. Bu çatışmada ülke aydınlarının devletin baskıcı tutumuna karşı halkların yanında yer almaları aydın olmanın ölçütü sayılmıştır.
TC devletinin 70 yıllık, tüm ülkeyi kapsayan yasal, yasadışı, açık, örtülü baskı eylemlerinin temelinde, belirleyici çoğu etkenlerin yanı sıra, özellikle bir halkı, Kürt halkını, karakol-kışla ağırlıklı devlet terörü ile sindirip ezerek Türk devletinin bütünlüğünü koruma, gelişmesini sağlama gerekçesi yatar. Böylece biz Türkler de, başka bir ulusu baskı altında tutan ulus olarak demokrasiye, özgürlüğe hep özlemle bakakalmışızdır. Denilebilir ki Kürt sorunu çözümlenmediği için ülkemizde demokrasi sorunu çözümlenememiştir. Demokrasi sorunu çözümlenmeden de Kürt sorunu çözümlenemez.
Yeryüzünün önemli petrol yörelerinden biri üzerindeki konumlarıyla Kürtler, halklara düşman gizli diplomasinin kirli pazarlıklarla bugün de oyun-düzenler oluşturduğu bir bölgede, varlıklarını koruma savaşı vermektedirler. Bu olgu bizi, en geniş kesimiyle aynı çatı altında yaşadığımız Kürt halkının sorunlarını tüm gerçekliği ile kavramaya, tarihsel kardeşliğimizi onların acılı özverilerine dayandırmanın sakıncalarını anlamaya zorlar. Devlet bütünlüğünü koruma köhne gerekçesiyle, Kürt halkını bugün de ezip sindirme yolunu tutanlar, bilmedirler ki, tam bir aymazlık içindedirler; iki yanlı şoven duyguları azdırarak, yerli yersiz suçlama konusu ettikleri parçalanmanın adımlarını atmaktadırlar. Gençlerimizi yiyip acılarımızı arttırmaktan başka sonuç vermeyen vahşi saldırıları, kıyımları, kırımları kışkırtma yoludur bu.
Meclis kürsüsünden konuşan Kürt milletvekiline saldırarak halkı adına konuşma fırsatı verilmeyen bir Türkiye’de,
Kürt öğretmeni işkenceyle öldüren subaya, acılılarla alay eder gibi, bir yıl hapis cezası uygun görülen bir Türkiye’de,
Af-İnfaz yasalarından Kürtlerin yararlanmaması için yasaların hukuk dışı zorlandığı bir Türkiye’de,
Milletvekillerince yerinde araştırma-soruşturmaya dayalı kanlı Nevruz raporunun yetkililerce gözardı edildiği bir Türkiye’de,
Varlığı zaten tartışmalı hukuk devletinin iyice askıya alınmasına, basının üç gün göz yumması istenen bir Türkiye’de,
Daha da acısı, istenen üç günün kat kat fazlasıyla verildiği bir Türkiye’de, ülkenin yazgısı çok kötü çiziliyor demektir.
Böyle bir devlet yönetiminin, hücre evleri basıldığı savıyla - doğruları, yanlışları ne olursa olsun - gençlerin, polis timlerince sorgusuz, yargısız öldürülmesine göz yummasında yadırganacak hiç bir yan yoktur. Bu kıyımların, halkın katılımı süsüyle, çirkin ayinlere dönüştürülmesi, durumu daha da ağırlaştırmaktadır.
Çağın çok gerisindeki bu devlet yürütümünü salt arkalamanın değil, olaylar karşısında susmanın da suça katılmak olacağı bilinciyle, hiç kimsenin, hiçbir kurumun dar, siyasal kaygılarının aritmetiğine bağımlı olmadan, hep birlikte şunları söylememizin zorunluluğuna inanıyoruz:
Bugün sorumlu yerleri ellerinde tutanlarca, Türk Devleti adına insanlık suçu işlenmektedir. Bizler kendimizi, ulusumuzun tarihine, insanımızın onuruna sürülmek istenen bu lekeye karşı direnmekle yükümlü saymaktayız.
Sorumluları tarih, insanlık ve ulusal kamuoyumuz önünde suçluyor, koşullar elverdiğinde kendilerinden yasalar içinde davacı olma hakkımızı bir yurttaş olarak saklı tuttuğumuzu duyuruyoruz.
Prof. Dr. Server Tanilli, Vedat Türkali
* Not: Vedat Türkali bu metni Everest Yayınları'ndan 2005'te çıkan "Özgürlük İçin Kürt Yazıları" adlı kitabında tekrar yayınlamıştı. Metnin altına şu notu eklemişti:
"Değerli dostum Prof. Dr. Sayın Server Tanilli ile birlikte düşündüğümüz, 21 Haziran 1992 tarihli 2000’e DOĞRU’da paralı yayınlanan bu duyuru, ayrı birimde basılması için, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, Sabah gazetelerine gönderildi önce; hiçbiri koymadı. Ne idiğü, bugünkü gibi daha iyice ortaya çıkmadığı için, “solcu” Cumhuriyet’in nasıl olsa basacağı umuluyordu; yönetimdeki solcu dostların aracılığıyla indirim bile beklenebilirdi! Konu epeyi tartışma yaratmış gazetede, basılamaz bulunmuş orda da. Yönetimdeki “solcu” da, ilgili arkadaşa sonucu bildirirken, “Kürt milletvekili olmaz!”, “Kürt öğretmen olmaz!” diye bas bas bağırmış telefonda."
Sözün özü ülkede çok şey değişmemiş olabilir ama Vedat Türkali gibi iyi insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor dünya zaten. Türkali'nin aramızdan ayrılması haberini duyduğumuzda boynumuzun bükülmesi bundandır. (HK)