"Ordu'nun 1980 darbesinden sonra resmi ideolojinin taşıyıcısı olarak kendini konumladığını" belirten Şen ile Türkiye'nin uluslar arası politikalardaki tavırları, Ordu'nun pozisyonu, Avrasya Stratejisi üzerine konuştuk...
Irak saldırısı sırasında Türkiye'nin yürüttüğü politikaların uluslararası siyaset yapma konusunda Türkiye'nin daha hevesli olduğunu gösterdi, bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'nin uluslararası siyasetin öznesi olacağına dair sinyaller daha önceden de verilmeye başlandı. Bu noktada sıçrama noktası olarak 28 Şubat'ı görüyorum çünkü o döneme kadar Türkiye'nin siyasal yaşamındaki, sosyo -politik konumundaki değişimler, ordunun pozisyonuna ilişkin durumlarda bir farklılaşma yaşandı.
Şen'e göre Ordu özellikle 1980'den sonra hegemonik bir ilişki yaratarak bugün varılan noktayı inşaa etti.
Türkiye'nin uluslararası alandaki konumu, ordunun değişen
28 Şubat bir sürecin başlangıcı
Aslında 28 Şubat'ta yalnızca siyasal İslama müdahale edilmedi, çok daha makro bir stratejiye denk düşen bir müdahalenin parçasıydı bu süreç. Dünyayla bütünleşme, bölgesel stratejiye eklemlenme konusunda bir kararlılık gösterildi, bu bölgesel strateji temelde enerji politikalarına denk düşüyordu.
Bunların hepsini tek bir metinde ya da tek bir simgede toplamak mümkün değil ama sürecin parçaları bunlar. Bir yanıyla ordu bu kararlılığı koydu. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) bu strateji açısından önemli bir noktada. AKP'nin seçim beyannamesine, acil eylem politikalarına bakıldığında 28 Şubat'ta gündeme gelenlerin bu metinlerde varolduğunu görüyoruz.
AKP'de milli görüş hattından kopuş yaşandığını- ki bu kopuş aslında Refah Partisi'ne (RP)kadar götürülebilir-. Söylemek lazım. Bu sürecin temeli küresel sermayeye eklemlenmeydi İlginç bir ilişki olarak aynı zamandaki ABD'nin bölgedeki beklentileriyle AKP'deki açılımların denklik içerisinde olduğu da görülebilir. Burada açıkça ifade edilen şeylerden birisi; enerji nakil yollarında söz sahibi olmak ve bununla birlikte bölgesel ticarette söz sahibi olmak ve bölgenin finans merkezi haline gelmekti.
Türkiye iktidar düzeyinde bu kararlılığını 1997'den itibaren verdi. Şu anda yaşanan süreç iç politikaların tekrar gündeme geleceğini gösteriyor. Bu iktidar düzeyinde yeni bir saflaşma gerektiriyor. AKP iktidar bloğunun gereksinim gördüğü adımları atamadığı görülüyor.
Ordu 1980'den beri resmi ideolojinin temel taşıyıcısı
Küresel sermayeye eklemlenmeden bahsettin. Fakat küresel sermaye telafuzu belki egemen sınıflar için kolay ama, Ordu gibi jeostratejiyi ön planda tutan bir kurumun daha az söz sahibi olması beklenirken, daha çok söz sahibi.olmasını nasıl değerlendiriyorsun. Statüko yanlıları nasıl bir değişim öngörebilir?
Resmi ideolojinin kurduğu çerçeveden baktığınızda ciddi bir çelişkinin olduğu düşünülebilir ama ordu tarihine özel olarak baktığınızda bunun çok da çelişkili olmadığını görebiliriz. Geçmişten Geleceğine Ordu kitabımda ordunun tarihsel gelişimini 4 döneme ayırmıştım. 1980'lerle başlayan dönemde, bugünün ideolojik altyapısının oluşturulmaya başlandığı görülüyor.
24 Ocak kararları ve 12 eylül müdahalesiyle ordu bir anlamda kendi varoluş koşullarını da oluşturdu. Bu dönemde baktığınızda eski varoluş koşullarıyla götürülemeyeceğini gördü, soğuk savaşın bitip Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte, yönelimler daha da netleşti. Batılılaşma ya da diğer seçenekler arasında netlik kazandı. Ordu başka bir yere eklemleniyor, AB'den yana değil, başka bir zeminde kendi siyasal gücünü hissettireceği stratejiye eklemlenmeye doğru gidiliyor.
Ordu artık klasik reflekslerinin dışına çıktı, Kürt sorunu farklı algılanıyor, bölge ülkelerine yönelim arttı,Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) temsil ettiği milliyetçiliğin bölge ve Kürtler konusunda sorun yaratacağını gördüğü bu alana da el attı.
1980 darbesinden sonra çıkış aranıyordu Anavatan Partisi'nin (ANAP) dört eğilimi aslında 60 yıldır bizi birarada tutan Kemalizme cevap gibiydi ANAP'ın vaatleri zamanla tükendi şimdi Ordu bu farklı eğilimleri tekeline aldı denebilir mi?
Bu düşüncenin haklılık payı var çünkü Ordu son yirmi yıl içerisinde rejimin ideolojik üretim mekanizmalarına bakıldığında, görüşlerinde farklılaşma olduğu görülür. 80 öncesinde ordu iktidarın merkezindeydi, sermayeyle ittifak içindeydi ama 80 den sonra iktidarın meşruiyet kaynakları parçalandı ordu burada hegemonik bir ilişki inşaa etti. Eskiye göre dışsal faktörler ön plana çıkmaya başladı.
Türkiye, yurt sathında kurulan Milli Misak sınırında egemenlik öngören birülkeyken, bir süredir uluslararası anlamda söz almaya çalışıyor. Mesela Bandung Konferansı'nda alakasız bir noktada bile bu durum gerçekleşti. Bosna da soydaşlık, Irak'ta Türkmenler derken, aktif olmaya çalışan özne Türkiye nereye gidiyor?
Bu durumu en iyi karşılayan kavram belki de Brezinski'nin vassal ülke tanımı. Bu aktif özne olma hali iç politikadan düzenleme yaparak işe başlanıyor. Bu uluslararası sürece nasıl eklemleneceği tartışılıyor, dışsal faktörlerin gelişimine göre bir şekillenme olacağını düşünüyorum.
Avrupa Birliği'nin (AB) Katılım Ortaklığı Belgesi'nde (KOB) Milli Güvenlik Kurumu'nun (MGK)tartışılması bir yandan da Ortadoğu'da militer müdahalede de öne çıkan ordunun varlığı sözkonusu. İki konumda aynı ülkede yaşanıyor. Bu durum neyin ifadesi?
AB üyeliği merkezkaç kuvvetlerin kontrolüne de yarayacak
Bunun birkaç gerekçesi var. Biricisi siyasal aktörlerin politika üretme konusunda yetersiz kalması iktidarın merkezinde yer alan ordu, hepsini bir arada tutmaya çalışması da meselenin başka bir yanı. İkincisi; ABD'nin bile savunduğu Türkiye'nin AB üyeliğini pozisyonu var. Burada aslında Türkiye'de merkezkaç kuvvetlerin kontrol altına alınması siyaseti güdülüyor. Bu anlamda çelişkili gibi görünen pozisyonlar aslında iktidarın yapısına da güç katıyor...
Merkezkaç derken radikal muhalefetin taleplerini maas etmekten mi bahsediyorsun?.
Radikali soldan sağa doğru genişletmek lazım. Özellikle ilk etapta gelenekçi İslamcı söylem farklı kanallara gitme olasılığı var Burada bir siyasal hareketin yönelim göstermesi de önemli değil, bir potansiyel olması bile yeterli. Resmi ideoloji bir yandan değişiyor dedik ama üzerinde anlaşılan bir resmi ideolojide tamamlanmadı, diğer yandan ABD'nin öne çıkardığı Avrasya Stratejisi de sonuçlandırmadı. Bu çelişik görüntünün içerisinde manüpülasyona açık bir durum çıkıyor. Bence AB dışı güçler hala siyasetin sürecini etkiliyor.
Resmi ideoloji henüz şekillenmedi dedin. Bu çok parçalı siyasete nereye doğru
bir gidiş var sence...
Bu resmi ideolojinin insanların hepsi tarafından mutabık kalacakları kapsayıcı olacağını düşünmüyorum. Eskisine göre ayrıntılanmamış genel hedeflere atıfta bulunan bir ideolojiden bahsediyorum .Burada Avrasya Stratejisi'ndeki gelişmeler bu ideolojinin nasıl şekilleneceğini de gösterecek. Bu stratejinin destekçisi olabilecek sınıfların yaratılıp yaratılması da önem kazanıyor burada.
Mesela burada Enerji yollarından nemalanan sınıfların etkinlik göstermesi bölgesel çıkarları ön planda tutan bir orta sınıfın çıkarlarının tartışılacağı bir alanın da olacağını gösterir.
İsraille yapılan görüşmede enerji hattı Kerkük- Yumurtalık yerine Yumurtalık-Tel Aviv hattı ve , Manavgat suyu projesi konuşulduğu belirtiliyor. Buradan oluşturulacak ideolojinin dış etkilere de açık olduğunu çıkarabiliri miyiz?
Hazar bölgesi Türkiye üzerinden pazara açılacak
ABD'nin yeni savunma stratejisinde zaten Türkiye ve İsrail'in konumu açıkça tanımlanıyor. Türkiye'nin önünde çok seçenek olduğunu düşünmüyorum. ABD seçeneği ağır basıyor. Irak merkezli enerji politikalarında Hazar enerjisinin nakil hattı, ve daha güneyde kalan bölgenin enerji nakli ayrı olarak tanımlanıyor.
Burada Prens Abdullah Planı ön plana çıkıyor, bu süreçte hazar bölgesindeki ülkelerin Türkiye üzerinden küresel sermayeye eklemlenmesi düşünülüyor. Türkiye burada önemli bir Pazar konmunda. Güneyde kalan bölge sorunlu Vahabi iktidarı güvenirliğini yitirdi, ABD askeri mekanizmaları öne çıkartarak bu pazara açılma stratejisini tamamlıyor
Burada İran ve Suriye'ye tehdit edilmesi de bu stratejinin parçası. Aslında İran ve Suriye'ye Türkiye üzerinden pazara açılma alanı bırakılıyor gibi görünüyor. Henüz bu konuda netlik yok ama Irak'taki sınırların çizilmesi, iktidarın ırakta nasıl şekilleneceğini de gördükten sonra net şeyler konuşulabilir.
Türkiye uluslararası politikalarda uygulayıcı, bağımsız politika geliştirme ihtimali düşük, Konumu verilen dersi işlemek gibi görünüyor.,burada AKP'nin reflekslerine de baktığınızda bir yetersizlik görüyor musunuz?
Daha önceki dönemlere baktığınızda Milli Nizam Partisi (MNP), Milli Selamet partisi (MSP) aslında bürokratların kurduğu bir parti olduğunu görüyoruz, milli görüş diğer toplum kesimleri üzerİnde hegemonya kurmayı hedefledi. 1990'lı yıllarda toplumun diğer kesİmleri üzerinde hegemonya kuran başka etkenlerin olduğu görüldü,
AKP'ye baktığınızda ANAP'ı,Doğru Yol Partisi'ni (DYP), milli görüşü görebilirsiniz. Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği merkezdeki ekip diğer guruplar üzerinde etkin değil ordu bu sürece çok da müdahale etmedi. AKP'de çok parçalı bir yapı var. Ordu müdahale edecek olsa çok ciddi parçalanma gösterir. AKP'nin bu durumu aşamamasının nedeni tabanından ciddi bir baskı görmüyor.
Oluşturulan ideolojiden bahsettin...AKP bir ANAP gibi ya da bütün eğilimleri maas eden yeni tür Kemalizm gibi değerlendirilebilir miyiz?
Burada sarmal bir gelişim var gibi geliyor bana . Önümüzdeki süreçte birleştirici ideolojinin ne olacağeı konusunda, AKP'nin parti programına baktığımızda tam da senin dediğin şey çıkıyor, herşey var ama hiçbir şeye vurgu yapılmıyor. Yeni bir sentez arayışının soyut ifadesi gibi Ama bu sentez arayışının ne tarafa doğru şekilleneceğini şimdilik kestirmek güç.
Siyaset yapıcılarının politikalarını ekseninde konuştuk. Bu çizdiğin çerçeveye sınıfsal mücadelenin olanakları açısından baktığınızda nasıl bir tablo çıkıyor?
Sol daha enternasyonal olmalı
Eskiden beri Türkiye'de kapitalizmin geliştikçe, sınıfsal mücadelenin de yükseleceği doğrultusunda bir bakış açısı vardı. Şunu da hesaba katmak gerekir, insanların konumlarını kaybetmemek için ssiteme eklemlenme isteği oluşuyor.
Belirleyici bir taban inisiyatifinin olmadığı son gelişmelerle görüldü. Bence bu süreçte İslamcı muhalefet iyi bir sınav vermedi Solun pozisyonunu iyi ayarlaması gerekiyor,. Kürt meselesine bakış açısı burada belirleyici bir konumda, sorun uluslararası bir hal aldı, sol kültürünü bu şekilde geliştirmeli.
Türk solu enternasyonalizminden neyi kastettiği açık değil, yaşanan süreçler meselelere uluslararası bakmak gerektiğini görülüyor. Dünyayla bağlantıların sözde kaldığını düşünüyorum.(NK)