İçerde, Uluslararası İnsan Hakları Konferansı. Vaktinin çoğunu Eva Peron'a ne kadar benzediğini göstermeye hasreden Senatör Christina Fernández Kirchner (Cumhurbaşkanı Nestor Kirchner'in eşi ve müstakbel Buenos Aires başkan adayı), Augustino Pinochet'in İngiltere'de tutuklanmasını sağlayan İspanyol Yargıç Baltasar Garzón, babası gözaltında kaybolan Uruguaylı Milletvekili Rafael Michelini ve Abuelas de Plaza de Mayo Başkanı Estela Carlotta konuşacak. Konferansın başlığı Hafıza, Gerçek ve Adalet (Memoria, Verdad y Justicia).
Arjantin'de şu an resmi olarak siyasi tutsak sayısı on; tutukluların dokuzu protesto eylemleri sonrası gözaltına alınmış (dolayısıyla birçok kimseye göre sosyal eylemci kategorisindeler). Örgüt üyesi olduğu tespit edilen tutuklu sayısı yalnızca bir. Rakamla, 1. Cezaevindeki şartları protesto etmek için bedenlerini ateşe verenlerin olduğu bir ülkenin mensubu olarak aklımın sınırlarına ulaştığımı hissediyorum.
Eylemciler, "şiddet kullanımının politik bir tavır alış olduğuna" inanıyor, okul kitaplarında devlet teröründen bahseden, askeri cuntanın liderlerini sokağa bile çıkartmayan, bırakın işkence yapanı, işkence yapana selam vereni dahi yargılamaya hazırlanan bir ülkede, kafamızdan aşağıya yağdırılan bildiriler eşliğinde tiyatroya giriyoruz.
Yanlış giden şeyler
Görmeseydim asla inanmazdım: Bir senatör, bir İnsan Hakları Bakanlığı temsilcisi, biri milletvekili, diğeri yargıç iki konuk olacak ve ortada ne polis ne de üst baş aramakla meşgul görevli olacak.
Bir şeyler yanlış gidiyor, derken, Christina Kirchner'i protesto etmek için salona sızan, Cromanon yangınında çocuklarını kaybedenlerin anneleri gözüme ilişiyor. Aileler, Cromanon'un sahibi Omar Chaban'ın ve şu an Buenos Aires Belediye Başkanı olan Anibal Ibarra'nın yargılanması gerektiğini haykırıyor.
Sonsuz bir huzur içinde konuşmalara geçiliyor. Konferansı sunan İnsan Hakları Sekreteri Eduardo Luis Duhalde, önce Estela Carlotta'yı konuşma için davet ediyor.
Carlotta torununu kaybetmiş, 27 yıldır torunlarından bir iz bulmak için araştırmalar yapmış. "Asla yorulmadık ve bu günlere geldik" diyor. Gelinen nokta şu: 1976 askeri darbesinde, askerlerin tutukluların çocuklarını da kaçırmaya başlamasından sonra, annelerle birlikte torun sahibi olanlar da -sayılarının 500 kadar olduğu tahmin edilen ve şu an nerede yaşadıkları bilinmeyen- çocukları bulmak için harekete geçmiş.
Diktatörlük yıllarında görevlilerden DNA testi istenmesi, sorumluların sözlü anlatımları, görgü tanıklarının ifadesi neticesinde iki üç çocuk gerçek ailelerine kavuşmuş ama, Carlotta'nın da söylediği gibi yaşanan "gerçek anlamda trajedi".
Carlotta, Punto Final ve Ley De Obedencia'nın (Diktatörlük yıllarındaki sorumluların yargılanmasını zaman aşımına bağlayan yasalar) kaldırılmasının bir sonuç olduğunu söylüyor.
Michellini, "İyi ki buradayım, iyi ki Arjantin'de adaletin yerine geleceği umudunu gözümle gördüm" diyerek kendi ülkesine atıfta bulunuyor. Atıfta bulunan sıradan birisi değil. Bir milletvekili, dahası babası Arjantin'de gözaltında kaybolmuş biri.
"Mar del Plata'dan geçerken, nehrin birçok şeyi ayırdığını düşündüm" diyor Michellini; salondakiler için detaylı açıklamaya gerek görmüyor. Mar del Plata, Arjantin cuntasının helikopterden tutukluları attığı yer. Mar del Plata, Arjantin'le Uruguay'ın sınırını belirleyen yer.
Mar del Plata, cuntayı ve sorumlularını yargılayan bir ülkeyle hâlâ askerlerin baskısına maruz kalan, işkencecileri yargılamak için epeyce yol sarf etmesi gereken başka bir ülkeyle sınırın çizildiği yer.
Her şey gerçek, her şey hayal
Yargıç Garzon. Arjantin'e iki gün önce geldi. Arjantin'in "yalnızca Güney Amerika için değil dünya için örnek olacağını" söylüyor. Cuntacıları yargılamanın yolunu açan ülke olduğu için Arjantin'i kutlayan Garzon, "İnsan hakları hakkında konuşmaya başladığınız zaman nasıl yaşamak istediğinizi de konuşmaya başlarsınız" diyor.
Ona göre, Arjantin, geçmişini unutmadan, geleceğini yaratmaya çalışıyor: "Arjantin insan hakları açısından geleceğin ta kendisi."
Gerçekten öyle mi? Salonda başörtüleriyle her toplantıda, her eylemde hazır bulunan anneler, Cromanon'da çocuklarını kaybedenlerin adalet beklentisi, Raul Castellis'in fotoğrafı...
Her şey gerçek, her şey bir hayalmiş gibi duruyor, ama yine de -Garzon'un da söylediği gibi- Arjantin, geleceğini yaratmak için adaletin gerekli olduğuna karar vermiş durumda.
Christina Kirchner -ya da bazı gazetecilerle ortaklaşa belirlediğimiz isimle, Eva Kirchner- konuşmaya başlayınca, salondan uğultu ve alkış sesleri yükseliyor. Uğultunun sahipleri, Christina'yı seçimlere yatırım yapmakla suçluyor. Alkışlayanlar ise gerçekten Eva'nın ruhunun yeniden dirildiğine inanmış vaziyetteler. Christina. "Neden herkes Arjantin'i merak ediyor" diye soruyor. Konuşmaya epeyce hazırlanmış.
Bir saniyelik iç çekme ve salonun en ünlü konuğu Yargıç Garzon'la ufak bir göz temasının ardından, cevap gerçekten de Eva Peron'un söyleyeceği cinsten. "Benim ülkem, benim halkım, hak ettiği gibi yaşamayı istiyor. Benim ülkem adalet içinde yaşamayı tercih ediyor" diyerek kendi sorusunu cevaplıyor Kirchner. Gerçekten de, dünkü gazetelerde, "Eva Peron yaşasaydı, Madres anneleriyle birlikte olurdu" diyen Kirchner'den beklenen cevap.
Fakat yine de, plajdaki insan manzaralarından ırkçı teoriler devşiren gazetecilerin olduğu, her hak eylemini düşmanca karşılayan faşist ruhun sokaklarda kol gezdiği, bırakın adalet arayışını, bir kuşağın yok edilmesinin sorumlularının memleketin en güzel köşelerinde baş tacı edildiği bir ülkenin mensubu olarak yaşamasaydım, Cervantes Tiyatrosu'nda gördüklerime asla inanmazdım.
Ben bu sözleri yalnızca kendi kendime söylerken, polisin uzaktan seyrettiği tiyatro dışındaki eylem de bitmek üzereydi. Slogan atmaktan yorgun düşenler, sokağın ortasında sere serpe gazetesini okuyanlar, içerdeki konuşmaları eleştirenler, Kirchner'in güzelliğinden dem vuranlar, Cumhurbaşkanı'nı adalet konusunda adım atmadığı için faşist olarak suçlayan afişi asanlar... Kısacası herkesin keyfi yerinde. Dünyanın Arjantin'den öğreneceği çok şey var gerçekten de... (NK/TK)