Baştan söyleyeceğimizi şimdi söyleyelim: ‘Futbol artık sadece futbol olsun!’ Aksi halde, bu coğrafyadan çıkacak bir ‘politikleştirilmiş futbol stratejisi’nin ne bize ne de insanlık alemine hiçbir fayda getirmeyeceği ortada.
Keza, hem politikayı hem futbolu hem de stratejiyi nasıl Türki makamda icra ettiğimiz ortada. Sanki üç kelime de Türkçe kökenli de... Demek ki neymiş, taşıma suyla değirmen dönmüyormuş. Hayır, yakın geçmişteki İsviçre ‘seferberliği’nin sonuçları ortadayken, cümle alemin maç öncesi Dumlupınar havalarına gark olması vesilesiyle, mazallah soluğu Avrupa Şampiyonası’nda değil, UEFA Disiplin Kurulu’nun kapısının önünde alabilirdik.
Artık ‘kaptan’ Emre, orada da hakem kuruluna çekecek bir hareket bulurdu diyeceğiz de diyemiyoruz, malum orası Avrupa, orada bu tip ‘kol’ hareketleri başka türlü değerlendiriliyor. Zaten, memlekette ağır siklet, ceza kurulunda tüy siklet ‘Kaptan’ hadiseyi bizden daha iyi biliyor. Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz diyerek Emre mevzusuna noktayı koyuyoruz.
Asıl kelamı, milli takımı ‘tamemen duygusal’ nedenlerle okşayanlar üzerine etmekte fayda var. Mübareklerin 1924 İzmir İktisat Kongresi’nden beri, durumdan vazife çıkarıp da memleket hayrına birşey yaptıklarını görene aşk olsun. E o kadar darbeyi şakşaklamak adamı burjuvalıktan bile çıkarıyor. Haliyle, bir Türkçe olmayan kavramla olan imtihanımız da bize benziyor.
Milliyetçilik olsun da, nereden gelirse gelsin
Zamanında ulusötesi bir gazlı içecek şirketi yine bir Yunanistan maçında, bir açık tribünün üçte birini işgal ederek kırmızı beyaz (ki kendi rengi de değildi) ‘Komşuya verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz!’ yazmıştı da, bu şirketin patronlarını nasıl ikna ettiklerini konusunda hayli şaşırmıştık (hayır, neden şaşırıyorsak).
Keza Yunanistan’da da müşterileri var, yani mazallah bir gören olur falan, hayır bir sürü de Türkçe bilen Rum yaşıyor halen Yunanistan’da. Hoş birileri akıl fikir vermiştir, bu haltı sadece burada yiyebilirlerdi diye, o yüzden bu kadar rahatlardı herhalde...
Milliyetçilik olsun da kimden gelirse gelsin, nasıl gelirse gelsin! Bu denli bayrağın, milli muhabbetin alenen, zerre estetik ve etik kaygı kaygı gütmeden sömürüldüğü de çok yer bulunmaz herhalde... Alem böyle olunca, pası alan kendince topa giriyor haliyle.
Gelelim bizimkilere, Malum bu işin gediklilerinden, ‘hücre’yi bile millileştiren ‘Turkcell’ firması Avrupa Basketbol Şampiyonası’ndan beri şirazeyi kaybetti. O reklamı hatırlayanlar vardır: Bir tane ‘haydeee’ naralı ‘cool’ dev adam, ‘oynak ve şen şakrak’ bir cüce matadoru bir parmak darbesiyle hallediyordu. Peki sonuçta ne oldu, milli basketbol takımımız yine ‘makus talihimiz’e bir alt başlık oluverdi.
Hayır, turnuvanın ev sahibi, en iyisi, finalde son anda Rusya’ya kaybeden İspanya’yla da oynamadık. Bir de onlarla oynasaydık, mazallah ‘şen şakrak’ matadorun matarası olacaktık muhtemel. Hayır, insanda biraz izan biraz insaf olur. Velhasıl bu mübarek ‘servis sağlayıcı’, sanki GSM operatörü değil de pespaye klişeler operatörü. Durmaya da niyetleri yok gibi.
Tutmuş, Cat Stevens’in ‘My lady d’Arbanville’ şarkısını bir reklama uyarlıyor. Hem de sözlerini değiştirerek. Peki ne yapıyor; bir taraftara hayal kurduruyor: Maç oynanırken, her futbolcunun arkasında, bir sürü forma giydirilmiş vatandaşı, sahaya sürüyor, topçu ne yaparsa halk onu yapıyor. Yani imam ne yaparsa cemaat aynen uyguluyor. E peki, maçın sonucu bu olunca, ‘hele’ rakip de Yunanistan olunca, ne oluyor... Orası yok tabi.
Topçunun peşinde 70 milyon...
Ama bir taraftan da hadiseyi o kadar iyi özetliyor ki reklam: Sen onbire onbir oynanan bir futbol maçında, bir topçunun peşine, bir sürü siniri, stresi, acısı ve nefreti ile 70 milyonu takarsan, adam da ne yapsın... Ortaya büyük ‘kara düzen’ yapıyor. Yani, öyle veya böyle şu futbol maçı hâlâ ‘adil’ olmaya devam ediyor, ne bilelim en azından on bire on bir, doksan dakikada nihayete eriyor, bir tane de hakim (hakem) eşliğinde. Memlektetteki bir çok şeyden daha adil yani.
Devam edelim: Brezilya doğumlu, sonradan olma Türk Aurelio, takıyor CD’yi son model arabasının CD çalarına ve başlıyor fondaki İstiklal marşına eşlik etmeye... Sonra, bu ‘mübarek’ an esnasında fark ediyor ki, arabada benzin kalmamış. Marşı yarıda kesip, soluğu benzin istasyonunda alıyor. Lakin arabadan inince ne görsün, istasyon ahalisi hazır olda. Lakin fonda herhangi bir marş yok.
Şimdi düşünün yeni Türk milli Aurelio’yu; adama demişler, ‘milleti Türk olduğuna ikna etmenin en iyi yolu, olur olmaz yerde İstiklal marşı okumak, duyunca da hazırola geçmek’, ee muhterem de aynen durumdan vazife çıkarıyor. De, bu durum yeni bir durum. Ne ortada bir marş ne de bir forma var, adam sivil halde dalmış ortama. Adam bir bakıyor, benzinci ahalisi, müşterisi ile beraber hazrolda...
Peki, ne yapacak şimdi bu necip millet, bundan sonra? Her Aurelio gördüğünde hazrola mı geçecek? Hadi geçti, o vakit, Alpet benzin istasyonunda hazrolda bir Aurelio ile havaya giren ‘milli’ futbol kamuoyundan, herşeyi geçtik en azından ‘çevre’ye bir yarar gelmeyeceği aşikar. Malum ‘benzin kirletir’.
Ez cümle, burjuvazimiz bir kere daha hatırlattı; ‘Hattı milli duygu sömürüsü yoktur, sathı milli duygu sömürüsü vardır, o satıh da bütün tüketicilerdir. Pardon yurttaşlarımızdır...Varlığımız piyasaya bir kere daha armağan olsun isteniyor yani, ‘milli maç’ vesilesiyle. Yerse!
Velhasıl, Fatih hocanın ağzından düşürmediği ‘risk yönetimi’ felsefesini, aklı selim maç izleyicileri de böyle maçlarda, özel olarak kendilerine uygulamalı. Yoksa milli, dehşetli, tarihi, ‘ölüm kalım maçlar’nı izlerken ‘milli’ inmelere maruz kalabilirler. Sadece maç sırasında da değil, maç öncesi reklamlarda, kampanyalarda, ortamlarda akıllarının ve vicdanların harap olamaması için, hap gibi almarını salık veririz bu tedbirleri.
Tanıl Bora, vaktiyle bir programda demişti: ‘Meselelerin üstünü bayrakla örtmeyelim’ diye. Öyle gözüküyor ki, olası bir ana akım vazifelenme karşısında, ahali anlı şanlı medyamız ve burjuvamiz önderliğinde bayrakları kuşanıp, İstiklal marşına duracak, bize de esas duruştan gayri bir yol kalmayacak. Durmayana da, dünyanın kaç bucak olacağı gösterilecek. Hayır bir aklı selim, vicdanlı memleket evladı da, çıkıp ‘Yahu, bu kutsal değerler böyle her yerde kullanılacaksa, piyasaya alet edilecekse, ben ne anladım bu kutsallıktan’ demiyor. Ve memleket milliyetçiliği, bir milli maç vesilesiyle, yine bir sınavdan daha ikmale kalıyor.
Ne diyelim...Bu futbol camiası ile buraya kadar. Kimseyi de tenzih etmeye gerek yok. Maalesef..! Maalesef..! Maalesef sayın seyirciler! Top yine ağlarımızda... (TM/NZ)