Uzun yıllar sonra yeniden Tüyap kitap fuarındaydım. Hızlı bir gayretle fuara yetiştirilen ve Evrensel Yayınları arasında çıkan "Bir Kürdün AKP Okumaları" kitabımın imzası nedeniyle bir kez daha havayı teneffüs ettim. Ağız birliği etmişçesine yayıncılar iki nedenle şikâyetçiydiler.
İlki hâla etkileri ağırlaşarak süren kriz, diğeri de malum neredeyse üç aydır dünya gerçekliğinden bir ülke realitesine dönüşen "Domuz Gribi" vakası. Sade ve kendi halinde "ülkem" insanlarını değil, okur-yazar entelektüel camiayı da evine hapsetmiş domuz gribi.
İşin özü, dostlarım uyardı "aman gitme" diye. Sonra gideceğime kanaat getirince de bari "milletle öpüşme" diye sıkı sıkıya tembihlediler. Eh ne yaparsın korku başa bela, dağları deler derler ya!
İşin açıkçası bu "domuz gribi" meselesinde işin başından beri bir "domuzluk" var gibime geliyor. Sanki her şey önceden planlanmış gibi. İşte şu ay aşılar gelecek, falanca tarihten itibaren vakalar artmaya başlayacak.
Ölümler katlanarak artacak. Çocuklar ve riskli yaş gruplarında tehlike sinyalleri daha fazla olacak. Ve en sonunda da sağlıklı insanlar bile risk altında olacak. Sonra tam da aşıların vurulmaya başlandığı gün aynı anda birkaç merkezde birden "vakalar" bütün medyaya düştü.
İşin doğrusu şu ki; öteden beri kuşkucu bir toplum olduğumuzdan mıdır nedir, hep olan bitene karşı sorular soruyoruz. Sorduğumuz sorulara da tatminkâr yanıtlar almadıkça tedirgin oluyoruz. Geçmişte radyasyon meselesinde de aynı sıkıntıyı yaşadık.
O senenin mahsulü çayı koca bakan ağzına dayayıp içti milleti tatmin etmek için yıllar sonra belasını ülke olarak o yıllardan musallat kanser vakaları ile karşılaşınca anladık.
Şimdi "300 bin dolayında insanın aşılanmış ve hiçbir yan etkisi yaşanmamış" sözlerini sağlık bakanının ağzından televizyonlardan dinleyince inanın ki koca bakana inanmak istedim, ama inanamıyorum. Bu sebeple domuz gribinin kitabı da vurduğu bir fuardan sonra hala aşı vurmayı düşünmediğimiz aile fertleri ile birlikte, Sağlık Emekçileri Sendikası ile Türk(iye) Tabipler Birliği acaba ne diyecek diye haber bekliyoruz. Belki dediler de ben duymadım. Sadece ben mi. Değil elbet koca ülkede böyle bir beklenti var gibi!
Bakın kitap fuarından başladık, fuarı da vuran domuz gribi, ağız tadıyla bir fuar muhabbeti yapmamıza engel oluşturdu.
Bir lise öğrencisi önüme dikilip kitabım elinde hesap sorar gibi sorguladı, hem de okul kıyafetiyle gelmişti Tüyap Kitap fuarına "Bak peşin söyleyeyim hocam. Eğer AKP'yi övüyorsan bu kitabı almayayım" dedi. Hele bi oku dedim. Mesele AKP'yi övmek ya da yermek değil. Mesele kalıbının partisi olmak da. Mesele cesur olmakta, kararlı durmakta dedim.
Sonra Ayrıntı Yayınlarının web sitesinde Abdulgaffar El Hayatî adlı bir şahsiyetin Hayata Dair Meseleler başlığıyla yazdığı ve epeyce evvel okuyup not ettiğim güzel bir metnini anımsadım:
"Kitaplarla yeni hayatlar kurulmaz; ütopyalar yaşanmaz; toplumsal hareketler doğmaz. Kitaplar cevap vermez, sorusu olanlarla konuşur, onları soru/cevap yalnızlıklarından kurtarır. Kitaplar kişiyi çoğaltmaz, mahremiyeti arttırır. Kitaplarla hayat hissedilmez, anlaşılabilir belki. Kitaplar, kendisiyle, ötekiyle, hayatın seçilmiş bir boyutunda sahiden buluşmak isteyenler ve bunu gerçekleştirmek amacıyla sahiden çaba gösterenler için basit yol göstericileridir. Kitaplar öteki dünyada ödüllendirilme beklentisine dayanan dinsel ahlakla yetinmeyerek daha insani derinliklerin peşine düşenler için dünya bilgisini edinme ve hayal etme kapasitesini zorlama araçlarıdır. Kitaplar karşı ve yana olmayı seçenler için vardır. Ya da sıkılanlar için basit vakit öldürücüleridir."
İşte bu sebeple Okumak iptiladır, müptelalara bir kez daha selam olsun. (ŞD/EÖ)