Cevabıma hep kısa bir soruyla başlıyorum: "Türkiye'de İslamcı kaldı mı?"
Kuşkusuz kaldı ve hep var olacak, ama varolmak bir yerden sonra tek başına bir anlam ifade etmiyor; hareket etmek de gerekiyor. Hele böylesine "her şey değişecek" denen dönemlerde bu değişimi kestirmek, ona göre hazırlıklar yapmak ve bu değişime ayak uydurmak kaçınılmaz; yoksa "yaşayan bir ölü" olunur.
Bugün Türkiye'de İslamcılık, 1980 sonlarından itibaren solun yaşadığına benzer bir krizden muzdarip. 12 Eylül yenilgisinin şokunu üzerinden atamayan sol, varlığını hep sürdürmüş, yeniden toparlanacağı "o günü" bekleyip durmuş ve sonunda devre dışı kaldığını çok acı bir şekilde fark etmişti.
Direnmeden seyretmenin bedeli
İslamcıların durumu daha kötü, çünkü onlar solun 12 Eylül'e gösterdiği direnişin zerresini göstermedikleri 28 Şubat sürecinin kendiliğinden sönmesini -mesela yeni bir genelkurmay başkanının politika değiştirmesiyle- beklemekten başka bir şey yapmadılar. Bu arada tek tek bireyler ve bazı gruplar kendilerini İslamî kampın dışına atmaya başladı.
Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki yenilikçi hareket ise, bir zamanlar Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin denediği gibi, Batı desteğiyle sistem içi politika yapmak amacıyla bir dönüşüme gitti.
11 Eylül'le yüzleşmek...
Ne var ki, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK) çıkışı 11 Eylül'le birlikte güme gitti. Erdoğan'ın nihayet gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptığı sohbet toplantısı, ancak arka sayfalarda yer bulabildi.
Daha önemlisi, yüzde 20-30 oy alacağı iddia edilen AK Parti, böylesine kritik bir dönemde ne tüm dünyanın, ne İslam dünyasının, ne Türkiye'nin, ne Türkiye İslamcılarının ne de kendi tabanının ilgisini ve dikkatini çekebilecek bir çıkış yapabildi.
Saadet Partililer, doğal liderleri Necmettin Erbakan'ın peşine takılıp "Bu eylemi Müslümanlar dışında herkes yapmış olabilir" diyerek komplo teorileriyle vakit geçirirken...
11 Eylül saldırısının İslam dünyasının kendi içindeki şeytanla yüzleşmesini kaçınılmaz kıldığını söyleyen çok az kişi -Ali Bulaç, bazı ilahiyatçılar- çıktı.
Sokağın sesi: Zayıf ve gölgede
Sokak da sessiz kaldı. Bir zamanlar en hafif gerekçeyle Cuma namazı çıkışında binlerce kişiyle eylem yapan radikal İslamcılar önce memnun ve sessiz, Afganistan operasyonu başladığında ise kızgın ve öfkeli oldular.
Ama onların da sesi çıkmadı. Beyazıt Meydanı'ndaki bine yakın gösterici; Pakistan, Endonezya, Filistin, İran gibi ülkelerde düzenlenen kitlesel gösterilerin epey gölgesinde kaldı.
İslami kesimin büyük çoğunluğu operasyona ve Türkiye'nin asker gönderme kararına karşı çıktı, bu normal. Ama bu karşı çıkışın hiçbir belirleyici yönü olmadığı da ortada.
Globalist muhafazakâra eleştiri
Burada en ilginç husus, parti kurma sürecinde ABD başta olmak üzere, Batı ülkelerinin diplomatlarıyla düzenli ilişki içinde olan, onların politikalarına aykırı söylemler geliştirmemeye özen gösteren "globalist muhafazakar" Tayyip Erdoğan'ın ilk ciddi ve önemli sınavda onları hiç de memnun etmeyecek tutumlar takınması oldu. Danışmanı Ömer Çelik'in Yeni Şafak'taki köşesinde açıkça eleştirdiği bu politika, Erdoğan ve arkadaşlarının işlerinin ne denli zor olduğunu gözler önüne serdi.
11 Eylül süreciyle bir başka gerçek daha net olarak ortaya çıktı: Özellikle Yeni Şafak gazetesinde toplanan bazı isimler, hiç de İslamcılar tarafından devşirilmiş değildir; tam tersine İslamcıları muğlak bir liberalliğe ve daha önemlisi Amerikancılığa devşirme gibi bir misyon taşımaktadırlar. (NU)