Birkaç gün önce sosyal medyaya adı Roksahana olan Afganistanlı genç bir kadının sevdiği adama kaçtığı için taşlanarak öldürülmesi görüntüleri düştü. Kaçtığı genç adam ise kırbaçlandı ve bırakıldı. Çarpık şeriat kültüründe sıkça rastlanan insanlık dışı bu olay, en sevgililerimden 2008 yapımı Soraya’yı Taşlamak'ı (The Stoning of Soraya M.) aklıma getirdi. 1986 yılında İran’da geçen film, gerçek bir hikayeye dayanıyor; recm edilen bir kadının hikayesi. Recm, İslam hukukunda “zina yapan kadın veya erkeğin taşlanarak öldürülmesi” anlamına geliyor.
İran asıllı Fransalı yazar Freidoune Sahebjam’ın aynı adlı romanından beyaz perdeye aktarılan filmin yönetmeni, ailesi İran kökenli olan Amerikalı Cyrus Norwasteh. Hikayeyi cesurca anlatan ve dünyayı haberdar eden hala Zahra’yı ise, Amerikan film ve televizyon dünyasında çokça görünen ve tanınan, Emmy sahibi, İran asıllı oyuncu Shohreh Aghdashloo canlandırıyor. Soraya rolünde ise, “Charlie Wilson’ın Savaşı”ndan da hatırlayabileceğiniz Mozhan Marno’yu izliyoruz.
Soraya M., İran’ın Kupayeh şehrinde, çocukları ve kocasıyla yaşayan genç bir kadındır. Kocası Ali, Humeyni yönetiminin boşluklarını kendi lehine oldukça iyi kullanan zalim bir adamdır. İslam hukukuyla yönetilen İran’da, bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi yasal olmasına rağmen, 14 yaşındaki bir kız çocuğuna göz koyan Ali için, Soraya’ya nafaka vermek büyük külfettir. Soraya’yı başından def etmek için bir plan yapar. Onu sadakatsizlikle suçlar, yalancı tanıklar ayarlar.
Recm için gerekli olan şeyler; evli bir kadın ve bu kadının kocası dışında başka biriyle ilişkiye girdiğine dair tanıklık edecek dört erkektir. Ne idüğü belirsiz Molla ve bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı muhtarın içinde bulunduğu yerel yönetim erkanı, bütün erkekçil ideolojik hükmünü verir ve Soraya’yı suçlu bulur. Artık Soraya’yı bekleyen, taşlanarak öldürülmektir.
116 dakikalık filmin, 15 dakika kadarını yüreğim kaldırmadığı için izleyemedim. Ama duyduğum sesler bile canımı acıtmaya fazlasıyla yetti. Kupayeh halkı adeta bir festivale gider gibi hazırlanır, büyüklü küçüklü taşlar toplanır, “allahuekber” nidaları eşliğinde Soraya’nın taşlanarak öldürüleceği alana toplanılır. Elleri, kendini koruyamayacak şekilde bağlanan Soraya, kazılan çukura üst bedeninin yarısı dışarda kalacak şekilde gömülür. Önce öz babasının, daha sonra sırasıyla oğullarının ve kocasının, ardından da salyaları akan halkın attığı taşlarla katledilir. Yönetmen Cyrus Narwasteh, bu vahşeti gerçek bir recm ile neredeyse eşzamanlı yansıtır perdeye. Bizler de, taşlanarak ölmenin nasıl bir şey olduğunu izleriz. Ve böyle gelen ölümün ne kadar uzun sürdüğünü… Sonra da insanlıktan utanırız.
Her kesimden insanın muhakkak izlemesi gerektiğine inandığım bu filmi şiddetle tavsiye ediyorum. Kimi sahneleri izlerken çok zorlanacaksınız, hatta izlemek istemeyeceksiniz benim gibi; gözünüzü kapatacaksınız, kulaklarınızı tıkamaya çalışacaksınız o acı inlemeleri duymamak için… Sorun şudur ki; daha ne kadar yumacağız o gözleri, ya da tıkayacağız kulakları olan biten karşısında?
Filmin açılış cümlesi gelsin o zaman…
"Yüksek sesle Kuran’dan alıntılar yaptığında, tüm düzenbazlıklarını ört bas edeceğini düşünen ikiyüzlüler gibi hareket etmeyin siz de.” (Hafız-ı Şirazi , 14. yy. İranlı şair) (GP/HK)