Mitolojide sirenler, söyledikleri şarkılarla denizcileri baştan çıkaran ve onları felakete sürükleyen kadınlar olarak resmedilir. Ortaçağda ise bu hayali kahramanlar dünyevi zevklerin, şehvetin ve ayartmanın bir sembolü olarak kullanılmaya başlanmıştır. Mançalı şövalye Don Kişot’un yaşam öyküsünü bin bir zorlukla toplayan Cervantes, eserinde Mançalının yolda rast geldiği yiğitlerin ibretlik öykülerine de yer verir. Bu garipler, akıllarını bir güzel (ya da güzeller güzeli) uğruna yitirmiş, kimisi bir dük iken kendini dağlara vurmuş, kimisi manastırdaki eğitimini bırakmış intihar etmiştir.
Son bir haftada yoğunlukla gelen haberler, sirenlere karşı duyarlılığın arttığını gösteriyor. Bir gençlik kampının terör yuvası olması dışında, kızlı erkekli denize girilmesi özel haber konusu oldu mesela. Hemen peşi sıra Trabzon MEB müdürünün açıklamaları geldi. Muhterem, yurtta kendilerine ayrılmış katlara kızlar ve erkeklerin aynı merdivenlerden çıkmalarına içerliyormuş. (Trabzon’da eğitimle ilgili başka bir dert, tasa kalmamış olduğunu öğrenmek içimizi rahatlatmadı değil).
Sorun, arsız ve sinsi sirenlerin, biçare yavrucakların akıllarını başlarından alma ihtimali olabilir. Gerçi müdür bey bu konuya açıklık getirmemiş. Belki de aynı merdiveni kullananların aynı tırabzanlara tutunacağını akıl etmiştir. Siren eli değmiş bir tırabzana dokunan erkeğin abdestinin kaçacağı endişesine girmiştir. (Bu konuyu danışmak üzere Sultanahmet’e bir arkadaşı yolladık. Sayın Hatipoğlu’na bizzat soracak.)
Bu haberlerin yabancısı değiliz. Senenin başında bakan Yıldırım Boğaziçi yerine İTÜ’ye gitme nedenini açıkladığında yaygara kopmuştu. Bakanımız gençlik günlerinde yaptığı zor seçimi anlatıyordu. Boğaziçi’nin çimlerinde kızlı erkekli oturan gençleri görünce yoldan çıkacağını fark edip kaydını İTÜ’ye yaptırmıştı. Bakanımız soruna radikal bir çözüm getirip, sirenlerden tamamen uzak durmayı tercih etmiş. Ne yazık ki Türkiye’de o devirde konfeksiyonun gelişmemiş olması, Boğaziçili bir mezunun bakan olmasını engelledi. Zira artık yerli üretim deri mestler var; aynı çorap gibi. Abdestinizin bozulmasından korkmadan Boğaziçi çimlerinde ayakkabılarınızı çıkarıp oturabiliyorsunuz.
Ayrıca İTÜ’nün geçmişinde kızlı erkekli durumlara karşı aktif rol alan siyasi önderler olmuştur. Erbakan’ın, Ezgi Başaran’a verdiği röportaja bakmakta fayda var: “O [Demirel] ‘7 İnşaat’ mezunudur. […] Bu ‘7 İnşaat’çılar bir seneyi boş geçirdiklerinden yurdun yemekhanesinin önünde zamanın yeni danslarını talim ediyorlardı. Çünkü işleri güçleri yok, buldukları meşgale de bu! Demirel de o grup içinde ama bir Anadolu çocuğu olarak tam iştirak edemiyor, uzaktan izliyor. Biz de bari bu ‘7 İnşaatçı’ların müsait olanlarına Müslümanlık öğretelim, namaz nasıl kılınır gösterelim dedik. Demirel de onlardan biriydi.”
Bahsi geçen dans talimlerinin doğaları itibariyle kız-erkek karma yapıldığı kesin. Görüyoruz ki Anadolu’nun bağrından kopan saf ve masum yiğitler, sirenlerin dolambaçlı (twist) ve insanı sarsan (çaça) metotlarına hep maruz kalmışlar. Ancak umutsuzluğa lüzum yok. Gerek hocalarımız gerek ilgili müdürlüklerimiz ve dahi gönüllü bekçilerimiz delikanlılarımızı korumak için özveriyle çalışıyorlar. Tabii Arada aklını kaçırıp şeytana uyan bazı zavallı cengâverler oluyor. Böyle hallerde gerekli serbest bırakma, salıverme, hiç olmadı ceza indirimlerinden yararlanmalarının sağlanması ülkemizin geleceği açısından umut vadediyor. (BT/HK)
* Yazının ilk bölümü için tıklayın.