“Sinekli Bakkal” romanı ilk kez 1935 yılında İngiltere’de yayınlanır. 1936 yılında Türkçe ilk baskısı yapılır. Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar’ın en çok okunan romanıdır. Bunun nedeni gerek romanın konusunun II. Abdülhamit döneminde geçmesi nedeniyle bir dönem romanı olması, ama daha çok da Halide Edip’in Doğu-Batı konusunda bir sentez yaratma denemesi olmasındandır. Halide Edip, Mevleviliğe eğimli olan bir aydındır. Bu romanda Vehbi Dede tipi yazarın istenilir Doğusunun, Fransız Peregrini tipi ise, istenilir Batısının tipleridir. Sentez bunlardan hareketle Rabia üzerinde kurulur (ki, aslında kurulamadığı için de romanın kurgusu bundan zayıflar).
Halide Edip üretken bir romancı ve değerli bir edebiyatçıdır. Böyle olmakla birlikte ne döneminin öncüsü ne de büyük bir romancı olduğu kanısındayım.
Bu yazının amacı “Sinekli Bakkal” romanını tahlil etmek ve yazarı hakkında görüş serdetmek değil. Amacım, bu romanda biri tarihselliğe, diğeri güncelliğe ait çarpıcı iki olayı alıntılayarak bunları okuyucuya iletmektir.
Tarihsel Olan
Hani iktidar, iktidar deyip duruyoruz ya…
Devlet/iktidar/hukuk/toplum/birey; bu kavramlar birbirini doğrudan etkiler, yoğun bir iç içe geçmişliği vardır ve toplumbilimlerinin en sarmal konularıdır. Konu üzerine yazılmış binlerce kitap on binlerce tez bulunmakta.
Ancak sosyal bilimlerin akademi”asından uzak bizler için bu kavramlara dair özlü, kısa tespitler de epeyi bir fikir verir.
Bu anlamda şöyle bir şema çizebiliriz.
Bir toplumun ortak işlerini yapmak için bir devlet gerekli mi? Evet!
(Buradan toplum olduğu sürece devlet olacaktır sonucu çıkarmak, tartışmalı bir konu! Devletin giderek sönümlenmesi teorileri… Devlet olmadan önce de toplum vardı.)
Bu devletin yürütmesini sağlayacak bir yapı, yani iktidar gerekli mi? Evet!
Peki, iktidar bunu nasıl yapacak? Zorla!
Zor (yoğunlaşmış bir ifadeyle şiddet), iktidar olgusunun merkezinde yer alır. Zor/şiddet her yerde ve her zaman aynı nitelikleri taşır. Ancak devletin yürütme gücü olan iktidarın zorunu, diğer siyasi yapıların ve bireyin zorundan ayıran temel özellik, devletin zorunun yasalar yoluyla uygulanmasıdır. İşte yasal olan zor ile yasal olmayan zorun ayırıcı kriteri! Yasaların insan haklarına uygunluğu, meşruiyeti vs. ayrı konu.
Zorun iktidarda aldığı biçimi Pascal şöyle ifade eder: “Kuvvetsiz adalet iktidarsızdır, adaletsiz kuvvet zorbadır.”
Demek ki bir ülkede iktidarın zorba olup olmadığının ölçüsü, adaletli olup olmadığıyla ilgilidir. (Adalet kendiliğinden bir sistem değildir. Adalet var olan hukukun eşit ve adil uygulamasını ve bunun ahlakını kapsayan bir kavramdır. Dolayısıyla var olan, geçerli olan hukuk ve yasalar nasıldır? Kötü bir yasanın herkese eşit uygulanması da kendi içinde bir adil olma hali taşır! Konumuz için adalet kavramıyla sınırlı kalmak şimdilik yeterlidir).
Buradan iktidar-birey ilişkisine geliyoruz.
Romanda II. Abdülhamit’in Zaptiye Nazırı bir Selim Paşa vardır. “Ferd, bir buğday tanesi; hükümet ve devlet, bir değirmen… Onlar her taneyi ezer, istediği şekle sokar. Garb’ı taklide başlayalı, çürük fikirlerini kendimize mal etmeye yelteneli bu hikmeti unutuyoruz. Sözüme mim yapıştırın, Beyefendi. Farzı muhal olarak Genç Türkler bir gün hükümete gelseler onlar da bizim kadar, belki bizden fazla ferdi ezecekler!” (Syf. 229 – Can Yay.)
Selim Paşa’nın öngörüsü doğru çıkar. (Roman 1935’lerde yazıldığı için, yazarın yaşanılmış olanı görmesi sebebiyle buna bir öngörü demek, kronolojik olarak da yanlıştır.) İttihatçıların, özellikle 1913 yılından 1918’e kadar olan 5 yıllık iktidarı Abdülhamit’i aratmayan bir zulme ve keyfiliğe sahiptir.
İşte ferdi bir buğday tanesi gibi gören Doğu!
İşte ferdin ve akılcılığın Aydınlanmayla ortaya çıkışının adı olan modernite ve Batı!
Gelin buradan bir sentez çıkarın, nasıl?
Biz hala buradan çıkamadık ve bu tarihsel çatışmanın içerisindeyiz. AKP iktidarını asıl bu noktadan bakarak değerlendirmek gerekir. Ekonomik ilişkiler olarak kapitalizme eklemlenen ama onun hukukuna, bilimsel eğitimine, felsefesine karşı geleneğe yaslanan ve oradan beslenen bir toplum; iktidarın istediği de bu!
Ve daha önemlisi; ister Doğu ister Batı, ister dün ister bugün, krallıkların veya cumhuriyetin bütün iktidarları zora dayanır! Ancak bunların uygulanış biçimleri birbirinden epeyi farklıdır. Bizim demokratik sistem dediğimiz durum, bu farklılığın bir ifadesidir.
Güncel Olan
FETÖ’cüler, FETÖ’cüler denilip duruluyor ya…
AKP iktidarının medya camiasında karşılıklı suçlamalar almış başını gidiyor ya…
Sinekli Bakkal romanında bir Gözpatlatan Muzaffer tipi vardır. Abdülhamit’in Zaptiye Nazırı’nın yakın adamı, sorgucu ve özellikle işkenceci başı bir polis memurudur.
Gözpatlatan Muzaffer, Jön Türklere yardım ettiği gerekçesiyle Tevfik’e işkence eder. Tevfik Şam’a, oradan da Taif’e sürülür. Romandan bunun 1903 tarihlerinde olduğunu çıkarabiliyoruz.
Yıl Temmuz 1908. Jön Türkler, daha doğrusu İttihatçılar devrim (kimine göre darbe) yapmış, II. Abdülhamit’i tahttan uzaklaştırmışlar. Sürgünler İstanbul’a dönmektedir. Tevfik de bunların arasındadır. Sinekli Bakkal sokağının sakinleri Tevfik’i limanda karşılamaya giderler. Sokağın kabadayısı itfaiyeci Sabit Beyağabey o günlerde Beyazid’de ihtilal lehine çok iyi ve hararetli konuşan bir hatibi de (propagandisti) bu karşılamada konuşma yapması için götürür.
Hatip:
“’Ben hürriyet aşığı Sinek’li Bakkal’ın yetiştirdiği bir halk kahramanını alkışlamaya geldim’, diye başladı. Sesi gür ve kuvvetliydi…
“’Geçen istibdat ve zulüm devrinin mazlumu olan bu kahraman, bizleri kurtaran şanlı hürriyet kahramanlarından biri (eliyle Tevfik’i gösteriyordu), sen ey hürriyet ve adalet aşığı! Senin huzurunda yemin ediyorum ki hürriyetimizin senedi olan Meşrutiyet’e kim el uzatırsa, ben onun bu ellerle gırtlağını sıkar, anasını ağlatır, iki gözünü birden patlatırım!’
“Hatip ellerini, hürriyetin gönüllü muhafızı pençelerini halka uzattı. Kısa parmaklı, geniş kıllı ve korkunç iki el… Tevfik, Gözpatlatan Muzaffer’in ellerini tanıdı.” (Syf. 472)
İşkenceci Gözpatlatan Muzaffer, bu kez işkence ettiklerinin safında, onlara el uzatacak olanların gözlerini patlatacağını söylüyor!
Bu paragraf bana Sovyetler Birliği’nde 1936 yargılamalarının başsavcısı olan Vişinski’yi hatırlattı! Andrey Vişinski, 1917 yılının Ekim Devrimi öncesinde Moskova polis müdürüydü ve Lenin’in aranma afişlerini hazırlatan biriydi. Devrimden sonra saklandı, 1922 yılında yakalandı ve itirafçı oldu. Stalin onu kullandı ve bir hukukçu olan Vişinski’yi 1930’larda başsavcı olarak atadı! İşte bu Vişinski, Sovyet Devrimi’nin önde gelen ve Lenin’in en yakın arkadaşlarını yargıladı!
Devrin adamı!
Onursuz!
Kraldan fazla kralcı!
İttihatçılar Yıldız Sarayını ele geçirdiklerinde yaptıkları ilk işin Abdülhamit’e verilen jurnalleri yakmak olduğunu da ekleyelim.
Şimdi bu iktidar yanlısı medyaya ve iktidarı parlatmakla görevli kalemlerine ve kimi siyasetçilere bir de bu açıdan bakalım. (HŞ/EA)