Görünen o ki dün öğleden sonra masanın başına toplandıklarında yazı işlerindeki herkes çok rahattı. Ne de olsa Bakanlar Kurulu toplantısının ardından bir bakanın ağzından söz alınmıştı: "İsrail gibi yaparız".
Manşet haberinin yanına Eruh'ta öldürülen onbaşının cenazesinden Türk bayrağı taşıyan genç kızların bir fotoğrafı, yanına da okurlara müjdeyi muştulayan bir patlangaç: "30 Ağustos'a kadar süre".
Egemen medyanın dili çözüldü
Son bir haftada yaşanan çatışmalarda ve saldırılarda 12 asker, bir korucu, iki polis ve üç PKK militanı öldü. Bunun üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan partisinin Ağrı İl Kongresi'nde konuşarak ""Hükümetimiz bu işin üstüne hep sabırla gitti. Hep demokratik bir çizgide bu işi çözelim halledelim istedik. Ancak sabrımız taştı" dedi.
Erdoğan, artık demokratik yoldan çıkacaklarını ve arka sokaklara sapacaklarını söyleyip ertesi gün yapılacak Bakanlar Kurulu toplantısının "önemli kararlara gebe olduğunu" müjdeleyince herkes eteğindeki taşları dökmeye başladı.
Hürriyet'in başlığının yanında, mesela Radikal yazarı Hasan Celal Güzel "Haydi Girin Şu Irak'a!" diye girip "artık kaldırın poponuzu da temizleyiverelim şu Kandil Dağı'nı" deyiverdi.
Ufukta şiddet dalgası görününce egemen medyanın güç bela tuttuğu dili de çözüldü, savaş tamtamları çalmaya başlayınca duruma uygun o külhanbeyi lügati de tekrar açıldı: Sabah gazetesinin manşeti "ABD elçisinin kıvırdığı an" olarak çıktı. Onlar da gazetecilerin sorularını cevaplayan büyükelçinin İsrail'in yaptığını Türkiye'nin yapamayacağını söylemesine bozulmuşlardı besbelli.
İsrail'in yaptığı: savaş suçu
Egemen medyanın elle gelen düğün bayram deyip önerdiği çözümün ne mene bir şey olduğunu anlamak için Beyrut'tan, güney Lübnan'dan, Gazze'den gelen ve yine aynı gazetelerin sayfalarında yer alan fotoğraflara bakmak yeterli aslında.
İsrail hava saldırılarına başladığı geçen çarşambadan bu yana 230 sivili öldürdü, altyapıyı yok etti; her an bir bombanın tepelerine düşeceği korkusuyla yaşayan binlerce kişi evini barkını bırakıp yollara düştü.
BM Güvenlik Konseyi kararlarını, Cenevre Konvansiyonu da dahil hiçbir uluslararası anlaşmayı kale almadan "kolektif cezalandırma" politikasını sürdüren İsrail örneğinin anlamını Turgut Tarhanlı şöyle özetliyor:
"Bu tablonun açık anlamı, devletlerin kuvvete başvurmasının gitgide bir egemenlik tezahürü olduğu anlayışının hızla yeniden güçleniyor olması. Üstelik bu, sadece devletler arasında değil, devletler dışındaki aktörlerin de, hedeflerine ulaşmak için yaygınlaştırdığı bir şiddet dilini de güçlendiriyor."
Ordu yetkiyi aldı
Bugün bütün gün haberler akmaya devam etti: Türk ordusu Kuzey Irak sınırına yığınak yapmaya başladı , hükümet orduya "terörle mücadele için içeride ve dışarıda her türlü yetkiyi verdi."
İnsan hakları aktivistleri, hukukçular Cumhurbaşkan'ının dün onayladığı Terörle Mücadele Yasası (TMY) ve Polis Vazife ve Selahiyetleri tasarısı ile yaşam hakkı, ifade özgürlüğü gibi alanlarda kağıt üzerinde elde edilen gelişmelerinde geri gittiğini söylüyor.
Hak, hukuk rafa kalkarken hükümet, bu defa bu topraklarda yaşayanların üzerine barış fırsatını heba etmenin de ağırlığını yükleyerek, tekrar şiddet sarmalının kapısını aralıyor. Egemen medyaya da alkış tutmak kalıyor.(EÜ/TK)