Levent Duran'ın 21 Sanatevi'ndeki kişisel sergisi ("Baba Bana Bıçak Al, Soğan Doğrayıp Ağlamam İçin") yan yana gelmesi zor kavramları bir araya getiriyor insanın aklında. Tanrı Tanımaz bir Tanrı Aşığı desem mesela? Ya da sevgi dolu bir saldırı? Ya da naif bir öfke? Ya da apokaliptik bir huzur? Ya da dikenli bir akışkanlık?
Bu kavramların bulanık alanına girmeden önce Duran'ın yaptığı işlerin niteliğinden bahsetmek daha iyi olabilir. Duran bu sergideki işlerini genellikle "buluntu" malzemeler kullanarak oluşturmuş. Yıllar önce Kabak'ta sahil kenarında topladığı drift-wood'lar, kendi ruhlarını ve karakterlerini beraberinde getirmişler, birkaç dokunuşla doğanın bu hazır-eserlerini farklı kompozisyonlar içinde bir araya getirmiş. Yani aslında, doğada varolan enerji dalgalarını yönlendiren bir şef, bir şaman gibi davranmış. Sergiye de bu "doğaya dönüş" ya da "doğaya saygı" ruhu hakim. Aslında, doğa-insan-tanrı ayrılığını ortadan kaldırmaya çalışan, holistik, panteistik bir bakış demek daha doğru.
Sergide göreceğiniz ilk eser de bu holistik doğa algısının işaretlerini veriyor. "Organsız Beden/Vahdet-i Vücut" adlı, drift-wood ve keçeden ibaret iş, bir yandan Deleuze'ün malum "organsız beden" kavramına ve düzenli, sabit kütleler olmak yerine, tesadüfe, kaosa, akışkan, sürekli değişim makineleri olmaya yaptığı çağrıya gönderme yaparken, bir yandan da Tanrı, insan ve doğayı bir ve aynı şey olarak gören panteizme, varlığın birliğine gönderme yapıyor.
"Burun kutsaldır"
Fizik ile metafiziği böyle bir drift-wood eserinde bir araya gelmesi de ayrıca güzel ve anlamlı. Bu Deleuzcü ve biraz da Spinozacı panteist metafizik anlayış, serginin devamında da karşımıza çıkıyor. Tanrı'dan Bir Parça adlı, yine drift-wood bir figür ile metal bir levhanın birleşmesinden ibaret olan eser yine aynı hissiyatı besliyor. "Doğaya Tapın!" ve "Flört ediyorum, dans ediyorum, sevişiyorum ve tanrı beni çok seviyor." adlı işler de doğanın ve doğal dürtülerin yok sayılması, bastırılmasına dayalı mevcut boğucu uygarlığın panzehiri olarak, bir doğaya /öze geri dönüş operasyonunu tavsiye ediyor. Tam da bu sırada devreye "Ay Dansı Terapisi Tavsiye Olunur" adlı iş giriyor.
Sergi bu panteist hisle akraba olan başka bir damarı daha akla getiriyor: beatnikler ve özellikle de Allen Ginsberg.
Ginsberg'ün 1955 tarihli efsanevi düzyazı-şiiri Uluma'daki o feci uygarlık, sanayileşme eleştirisi, kutsal olana yapılan çağrı ve apokaliptik atmosfer, bu sergide tekrar vücut buluyor. Ginsberg Uluma'da uygarlığı kendi çocuklarını yiyen tanrı Molok'a benzetiyor ve uygarlığın panzehiri olarak her şeyin kutsal sayıldığı bir algılayışı haykırıyordu. Şöyle: "Her şey kutsaldır! Ruh kutsaldır! Deri kutsaldır! Burun kutsaldır!... Her insan bir melektir!"
Ama Ginsberg'ün şiiri her şeyi tozpembe bir bakışla, mesnetsizce kutsal ilan eden, dünyaya gözlerini çeviren bir şiir değildi. Öyle olsaydı ikna edici olmazdı. Tam aksine dünyanın bütün pisliğine gözünü kaçırmadan bakıyor, kıyametimsi bir tablo çiziyor ve bu tablonun üzerinden çekirdeğe, olabilecek olan güzel bir noktaya, cevhere işaret ediyordu.
Bir kuş naifliği
Aynı şeyi Levent Duran'ın sergisi de yapıyor. Irmakları katledenleri lanetliyor, "Borsa İyi, Rahat Uyuyabiliriz, Sevgilim" işiyle kapitalist düzeneğe bir saldırıda bulunuyor, "Zamanın Yavaşlamasını İstiyorum"le ultra-hız çağının eleştirisine de girişiyor ve "Kıyameti Özlediğimi Söylesem"le her şeyin sonuna dayanmış bir dünyanın aslında yok olup gitmeyi hak ettiğini, o tükenmişlik ve sıkışmışlığı hissettiriyor. Et tacirlerine, savaş makinelerine saldırıyor ama bunu bir kuş naifliğiyle yapıyor. Sevgi dolu bir saldırı bu.
İnsanı hem fena bir karanlığa boğan, hem de öylesine öten bir kuşun, sebepsiz parlayan güneşin, berrak ve sebepsiz bir güzellikle akan bir suyun huzurunu hissettiren işler bunlar. Güçlerini de bu ikili ruh halinden alıyorlar. Evet, mevcut dünya feci bir yer. Ama basit bir algı kayması, dünyanın aslında cennetimsi bir yer olmasına neden olabilir. Bildiğimiz dünyanın sonu gelebilir ve Duran'ın pamuğun üstüne yerleştirdiği ağaç kabuğundan yapılma bir figüre verdiği isimde olduğu gibi Bulutlarda Yürümeye başlayabiliriz.
Katılaşmış kimlik yapılarına getirilen Deluzecü bir eleştiri, dünyanın büyüsünü kaçıranlara saldıran Adornocu bir tahlil, Ginsberg'ün kıyametimsi ve esrik sesi, William Blake'in kutsal vizyonları, bir Tom Waits şarkısının kırık döküklüğü, Rumi'nin tasavvufu - bütün bunlar Duran'ın art brut'e yakın duran, insanı teknik hakimiyetinden çok çıplaklığı, naifliği ve çarpıklığı ile etkileyen işlerinde bir araya geliyor.
Son olarak belirteyim, sergi 10 Ekim'e kadar açık. Samimiyeti şüphe götüren dev Bienal havasından çıkıp, burada bir soluklanabilirsiniz. Çıktığınızda boğazınız düğümlenecek ama yüzünüzde hafif bir gülümseme olacak. Böyle bir karışım işte. Bon apetite. (AE/HK)