Yaşamda birbirine benzeyen olaylar bulunur. Farklı tarihlerde, farklı toplumlarda, farklı kültürlerde bile benzeşen olayların yaşanması, insanın ve toplumun genel karakteristiğinden kaynaklanır. Değişik dönemlerde ve bölgelerde birbirine benzeyen birçok cinayet, rüşvet, cinsel ilişki, aşk, sisteme başkaldırı, siyasi hesaplar gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
Dikta sistemlerinin olduğu toplumlarda yönetenler ile yönetilenler ilişkisinde de benzer yasalar, uygulamalar, kişisel veya toplumsal tepkiler, tavırlar olur. Örneğin lideri koruma adı altında tanzim edilen ceza yasalarıyla lidere yönelik eleştiriler önlenir ve lidere biat kültürü yoluyla bir sistem savunusu oluşturulur. Halktan kimi insanlar ise, bu durumu fırsat bilerek özel sorunlarını çözmeye çalışırlar.
Birkaç gün önce ülkemizde bunun bir örneği yaşandı.
Yaşamda birbirine benzeyen olaylar dedik ya; önce Nazi Almanya’sındaki bir olayı anlatalım.
1939 yılında Hitler’e hakaret yasası çıkarılır. Sansürün en keskin kıskacını oluşturan bu yasa, en küçük bir eleştiriyi, mizahı dahi cezalandırmaktadır.
1944 yılında bir kadın, kocasının Hitler’i sevmediğini, onu eleştirdiğini ihbar eder. Koca tutuklanır. Kısa bir süre sonra da, büyük ihtimalle cephede öleceği düşünülerek askere gönderilir. Ancak savaş biter, koca sağ salim evine döner.
Savaştan hemen sonra, başta savaş suçları olmak üzere Hitler dönemini yargılayan mahkemeler oluşturulur. Kocasını ihbar eden kadın da yargılanır. Çünkü kadın, bu ihbar yoluyla kişinin özgürlüğünün elinden alınmasına neden olmuştur. Dava, yazının konusu olmamakla birlikte şu kadarını söyleyelim ki, kadının avukatı, müvekkilinin 1939’daki yasaya göre davrandığını ve mahkemenin o dönem yürürlükte olan bu yasaya göre müvekkilini yargılayamayacağını söyler. Mahkeme ise, 1871 Alman anayasasına göre kadını cezalandırır. “Kanun böyleydi”, “emir kuluydum” gibi gerekçeleri ileri sürerek suçsuz olduklarını kanıtlamaya çalışanların iddialarını boşa çıkaran bu yargılama, hukuk tarihinin önemli davalarından biridir.
Mahkemede kadının kocasını niye ihbar ettiği ortaya çıkar: Kadının bir sevgilisi vardır ve ilişkisini daha rahat sürdürebilmesi için kocasından kurtulmak ister. Hitler’i koruma yasası kadının imdadına yetişir. Yoksa kadının derdi, kocasının Hitler’i eleştirmesi falan değildir.
“İzmir’in Torbalı ilçesinde, eşi G.D.’nin Cumhurbaşkanı’na devamlı küfür ve hakaret ettiğini iddia eden TIR şoförü Ali D. eşini uyarıp hakarete devam etmesi halinde suç duyurusunda bulunacağını söyledi. Bunun üzerine iddiaya göre G.D.’de ‘Ses kaydına al, suç duyurusunda bulun’ dedi. Ali D. Cumhurbaşkanı'na suç duyurusunu ses kaydına aldıktan sonra G.D., boşanma davası açtı. Ali D.’de İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na giderek, eşi G.D. hakkında ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret ve küfürden’ suç duyurusunda bulundu.
“Ali D., ‘Cumhurbaşkanına hakaret eden babam olsa yine de affetmezdim, şikayette bulunurdum’ dedi.” (Basın)
Hitler de, Erdoğan da bahane
Görüldüğü üzere bu her iki olayda da iki ortak özellik var: Eşler arasındaki sorun ve lidere hakaret!
Burada esas mesele, Almanya’daki kadının sevgilisinin olması, Türkiye’dekinde ise G.D adlı kadınla, kocası Ali D. arasındaki şiddetli geçimsizlik. Hitler’e ve Erdoğan’a hakaret işi ise, meselenin bahanesi!
Acı, mizahi ve kurnazca bir hikâye değil mi?
Ülkede böylesi sorunları kısa yoldan kesin olarak çözmeye uygun ortam olduğunu kavrayan sıradan yurttaşların yaptıkları, medya dünyasındaki ihbarcıların yaptıklarının yanında sevimli kalıyor diyebiliriz. İktidar borazanlarının tehdit, şantaj ve ihbarları yoluyla medya dünyasının tamamen kendilerine ait bir alan olmasına ve bu yolla iktidara karşı eleştirileri önlemeye yönelik yürütülen ‘kampanya’ya göre, bu kişilerin yaptıkları o kadar masum ve zavallı ki…
Bir de darbe dönemlerinin ihbarcıları vardı. İçlerinde anlı şanlı profesörlerin de olduğu bu ihbarcı tayfası meslektaşını, komşusunu, sevmediği ya da fayda sağlayamadığı birisini ‘anarşit’, ‘komonist’ diye ihbar ederdi. Nice insanlar bu alçakların iftiralarına kurban edildiler!
Faşist, diktacı ve otokratik rejimler böyledir işte!
Eleştiriden, sanattan ve özellikle mizahtan çok korkarlar. Korkularını, etraflarına ördükleri eleştiri duvarıyla bastırmaya çalışırlar. Ancak milyonlarca kez tecrübe edilmiştir ki, korkunun ecele bir faydası yoktur.
Onlar korkadursun, her toplumda bu fırsatı değerlendirenler çıkar.
İşte Ali D.’nin karısıyla yaşadığı sorunları aşmanın hikâyesi böyle.
‘Sen misin Erdoğan’a hakaret eden’ diyerek karısını ihbar eden koca, soluğu mahkemede alıyor almasına ama karısının açtığı boşanma davasıyla da karşı karşıya kalıyor.
Ali D., Erdoğan’a hakaret davalarının alabildiğine arttığı bu ortamda, özel sorununa çözüm için bu ortamı fırsata çevirmeye çalışan birisi.
Bu ‘sevimli’ ve kurnaz hikâyenin asıl sevimsiz ve tehlikeli yanı, Erdoğan’a yönelik hemen her eleştiri ve mizahi yaklaşımlar karşısında hakaret davalarının açılmasıdır! Bu da muhalefetin susturulmasının, toplumun lidere biat ettirilmesinin yollarından biridir. Böylesi bir ortamda Ali D. gibilerin de toplumsal hayatın içinde üremeleri doğaldır. (HŞ/EKN)