Şimdilerde kamuoyunda seçim, boykot, seçim güvenliği, ittifak tartışmaları öne çıkan bir gündem. Bu düzeyde olmasa da meslek örgütleri ve özel olarak da tabip odalarının da gündeminde seçim var.
Bu nedenle bir önceki yazımda “Tabip odası seçimleri arefesinde, olağan bir seçim süreci yaşanmayacağının farkında olunması için aktarmış olalım” cümlesiyle yazıyı bitirmiş ve tabip odası seçim tartışmasına giriş yapmıştım.
İzleyebildiğim kadarıyla ilgili herkes olağan bir süreç (ve denk gelen bir seçim süreci) yaşıyoruz gibi davranıyor. Oysa hükümetin TTB başta olmak üzere meslek örgütlerine yönelik bir müdahale yapacağını en üst makam ve perdeden ilan ettiği koşullarda, girilen seçim sürecini ve seçimler sonrasını da göz önüne alan bir fikri-eylemsel hazırlığa ihtiyaç var. Çünkü Hükümet anlaşılan böyle bir hazırlık içerisinde. Örneklemek gerekirse muhtemelen düşünülmüş bir adım olarak meslek birliklerinin adından Türk veya Türkiye sözcüklerinin kaldırılması söylemi ile süreç ateşlendi. Hekimler için söylersek, hassasiyetlerden yararlanarak hekimler arasında huzursuzluk yaratmak ve yapay gündem oluşturmak amaçtı. Asıl mesele yıllardır güç odaklarına paralel olunmaması, toplumun ve hekimlerin yararına olmayan işlere karşı görüş söylenmesi, tutum alınmasıydı. O nedenle 2010’lu yılların “bir fetö fikri” olarak tabip Odaları/TTB’yi tek/biricik olmaktan çıkarmak, parçalamak, hükümetlere/iktidarlara tabi kurumlar haline getirme tartışması gündeme taşınarak 2018’de sahipleniliyor.
Beklentimiz hekimlerin bu tuzağa düşmemesi, konunun özünden uzaklaşmadan ve yapay tartışmalara girmeden birliklerine sahip çıkmaları. Ama bu iş öyle sadece beklentiyle, sessiz kalmayla geçecek, gerçekleşecek gibi değil. Böyle bakınca ister istemez müspet bir telaş gerekiyor.
Ne yapmalı?
İlk olarak önümüzdeki 1-1.5 ay içerisinde tamamlanacak olan tabip odası ve izleyecek olan TTB seçimlerinin sürecin tamamı değil bir parçası olduğunu öngörerek hazırlanmakta yarar var. Seçimlere giren her aday/grup seçim öncesi ya da seçimden sonra aday olduğu yapıda şu ya da bu ölçüde bir değişiklik olabileceğini bilmeli, bu değişiklik süreciyle ilgili şu ana dek söylenenlere yönelik yaklaşımını ve tutumunu, değişiklik olursa da ne yapacağını şimdiden açıklamalıdır. Bir başka ifadeyle Hükümet’in yapacağı olası “operasyonla” ilişkisini ve konumlanışını somutlamalıdır.*
Bu amaçla bu olağanüstü süreçte
“TTB’yi savunuyorum: TTB’nin kurumsal kimliğinin ve hekimlik değerlerinin sahibiyiz!”
üst başlığıyla ifade edilebilecek bir zemini herkesin ortaklaşmasına açmak ve oluşmasına katkı sunmak -grupların dar çıkarlarının ötesinde- uzun vadede hekimler/TTB için kazandırıcı olur.
Neden?
Ayrı ayrı paragraflar halinde saptama ve tutum olarak yazalım.
TTB, kurumsal kimliğine yönelik tarihinin en büyük tehdidiyle karşı karşıyadır. Hatırlanacağı gibi 12 Eylül ülkeye çok büyük zarar verirken bu zarardan meslek örgütlerini de mahrum bırakmamış ve hekimlere yönelik hürmetsiz söylem ve özlük hak kayıpları yaşatan politikalarıyla birlikte meslek örgütünü de güçsüzleştirmek için müdahalede bulunmuştur. Ancak bu müdahalenin boyutları bugün dile getirilenlerin yanında görece daha zayıf kalır.
TTB/tabip odaları bütünlüğü homojen olmayıp bugüne kadar yapılan tabip odaları/TTB seçimlerinde en yüksek oyu alan farklı dünya görüşüne sahip hekimlerce yönetilmiştir. Türkiye ölçeğinde kimi dönem ağır idari baskılar altında olsa da özgürce, gizli oy açık sayımla yapılan seçimlerde en yüksek oyu alan hekimler TTB merkez ve 66’yı bulan tabip odaları yönetimlerinde yer almıştır. Bu durum bugün de geçerlidir. Mevcut seçim sistemiyle oluşan iradenin üstüne çıkmaya çalışacak her türlü düzenleme anti demokratik olup kabul edilemez.
Türk Tabipleri Birliği’nin ismiyle ilgili bir sorunu yoktur, olmamıştır; ismini değiştirme çabasının maksadı farklı olup buna karşı olunmalıdır. TTB’ye 1950’lerde kurulan diğer (eczacılar, mimar ve mühendisler) meslek örgütleri gibi yasayla “Türk” adı verilmiş, 1960’lar ve sonrasında ise meslek örgütleri adı “Türkiye” ile başlatılmıştır. Adlandırma ve kapsayıcılık olarak doğrusunun Türkiye olduğu genel eğilim olarak kabul görmekle birlikte başta Kürt hekim meslektaşlarımız olmak üzere bunu TTB’nin öncelikli bir gündemi haline getirmemişlerdir. Tüm eksiklerine rağmen TTB içerisinde Türk ve Kürtlerin hemen her anlamda eşitliğini gözeten çizginin çabaları hekimlerin birliğinin en önemli tutkalı olmuştur.
TTB’nin kamusal, toplumsal, halk sağlığına karşı sorumlu rolü ve hekimlik değerleri zemininde hekimlik ortamının özgür bir irade olarak çekip çevrilmesinde biricik olma özelliği korunmalı, geliştirilmelidir. Hükümetin, 2010’lu yıllarda bir “fetö fikri” olarak tartışılan birden fazla meslek örgütü yaklaşımını yeniden gündeme getirmesi kimi “koltuk” beklentilerini karşılayabilir ancak uzun olmayan bir süre içerisinde başta toplum sağlığı ve hekimlik değerleri, hekim hakları olmak üzere her açıdan kayıplara yol açacaktır. Fetö fikirlerinin hüküm sürmesi ve eyleme dönüşecek olması herkes için ciddi bir endişedir.
TTB’yle ilgili düzenlemeler, gelişiminin yönü ve doğrultusu, ihtiyaçları siyasi iktidarlarca değil hekimlerin özgür iradeleriyle belirlenmelidir. TTB, hekimlik değerleri ve hekimlik uygulamaları her türlü güç odağından (sermaye, tıbbi endüstriyel kompleksler, iktidarlar, vb) uzak olmalı, hemen her zaman toplumun sağlığı ve hastanın yararı için en iyi olana karar verme sorumluluğuyla konumumuz belirlenmelidir.
TTB evrensel hekimlik değerlerinin Türkiye’de savunulması ve toplumun sağlık hakkı zemininde hekim özlük ve mesleki haklarının korunarak geliştirilmesiyle yükümlüdür, bu sorumlulukla davranmalıdır. Bu sorumluluk sahip olduğumuz inanç, milliyet, kimlik, sosyal statü ve benzerine göre daraltılamaz, yerelleştirilemez, araçsallaştırılamaz.
Tabip birlikleri bir ulusal ölçeğe, tabip odaları da o ulusal ölçek içerisinde bir bölgeye ait bütünlüklü tek otoritedir, korunmalıdır. Bu otoritenin “çoklulaştırılması” ne hekimliğe ne de hekimlik uygulamalarına zenginlik getirir, aksine ortak zemini yok ederek kısırlığa yol açar.
Hekimlerin -birden fazla olduğu düşünüldüğünde- hangi tabip odası, tek olduğunda ise farklı aday seçiminde inanç ya da kamusal kimlikler/ulusal değerler üzerinden ayrıştırılması/ayrışmaya zorlanması, bir diğerinin ötekileştirilmesi, dışlanması, suçlulaştırılması, siyasi otoritenin baskı ve yönlendirmesi kabul edilemez.
Yukarıdaki paragraflarda koyu olarak yazdığımız cümleler önümüzdeki sürecin zemini olarak bütün adaylara/gruplara sunulabilir. Ortaklaşılması için çaba harcanabilir. Kuşkusuz her aday/grup bunların yanı sıra kendi farklı görüşlerini de dile getirebilir. Örneğin TTB yönetimindeki grup için şu söylenebilir: Bu meslek layıkıyla ancak demokratik, eşitlikçi, bağımsız, özgür, laik bir cumhuriyette, savaşın ve sömürünün olmadığı koşullarda yapılabilir, sürdürülebilir. Bu ifade hekimliğin evrensel bir meslek, değerlerinin de evrensel olduğu gerçeğini dışlamaz.
Cümleler halinde yazmaya çalıştığımız maddeleri benimseyenlerin seçim bildirgesi olarak sözde ve uygulamada içtenlikle savunmak üzere aşağıdaki metni paylaşmaları da çok yakışır diye düşünüyorum.
* Burada bir parantez açarak Hükümet’in hekimlere yönelik yaklaşımını da müdahaleden ayrı düşünmemek için 14 Mart 2018 tarihiyle güncelleyerek işaretleyelim: yıllardır hekimlere verdiği ve 16 Nisan (2017) referandumu sonrası en kısa sürede yapacağını söylediği vaatler (içeriği de ayrı mevzu) yeni bir “en kısa süreye” taşınmıştır. Herkes biliyor ki bu vaatlerin gerçekleşmesini engelleyen mevcut 65 tabip odası ya da TTB yönetimleri değil. Aksine hekimlerin yararına bir içerikle çıkması için zorlayan ve ısrarla bugün de kovalayan TTB. Kısacası Hükümetin hekimler yararına gerçek anlamda bir iş yapması için elini tutan yok. (EB/HK)