Cinayet vb. suçlar karşısında genellikle 'makbul vatandaşların' meşhur repliğidir: Sallandıracaksın üç beş tanesini Taksim Meydanı'nda, bak gör bir daha oluyor mu? (Ne kadar önemliymiş meğer bu Taksim Meydanı!)
Teatral bir edayla çözümmüş gibi sunulan ve ceza yasasının baş maddesinin baş fıkrası olarak kayda geçirilmesi istenen bu sallandırma işi, aslında müthiş bir şiddet potansiyeli ile donanımlı faşizan zihniyetin dışavurumudur. Bu kusmuk kıymetindeki müsvedde düşünce, salt sistemin bir karın ağrısı olarak değil, aynı zamanda sitemin tornasından geçmiş kişilerin de hazımsızlığıdır.
Bu 'geyiğin' lafazanları bilmezler mi, Osmanlı'da alayıvalayla meydanlarda kelleler kesildiğini, kıçlara kazıklar çakıldığını, kasaplık hayvanlar gibi insanların çengellere asıldığını!
Bu 'geyiğin' lafazanları bilmezler mi Cumhuriyet döneminde, bundan 50 yıl öncesine kadar şehrin meydanında halka açık idamların yapıldığını. Ve 1970'lerden sonra 1986'ya dek de, idam cezalarının kapalı/zula yerlerde infaz edildiğini! Ve bilmezler mi, Türkiye'de ancak 2002 yılında kısmen, 2006 yılında da idam cezası tümden kaldırılmasına rağmen ortalığı kan gölünün götürmediğini.
Mahkûmlar, idam fermanının boynuna asıldığı yaftayla üçayakta sallandırılınca, o suç bir daha işlenmiyor veya azalıyor mu? Bu sorunun cevabı istatistiksel olarak defalarca verildi: İdam, iddia edildiği gibi caydırıcı bir unsur değil. Suçu ve suçluyu azaltmanın birçok başka faktörü var. Hukuk dünyasında konuya dair yüz binlerce sayfa araştırma, makale, tez vs. var.
Bütün bunlar yokmuşçasına gelenekçi dünyanın modern dünyaya saldırısı, (modernitenin bir yığın sorunlarına karşın) hırçınlığın ötesinde vicdani ve ahlaki problemler taşıyor!
Bütün bunlar bilinmiyormuş gibi 'sallandıracaksın üç beş tanesini meydanlarda, bak bir daha oluyor mu' diyen okumuşlar var! Başımızdaki bin bir musibetin teorisini, yasasını, dersini vs. yapanlar da, hep böylesi okumuşlardan çıkıyor!
Salt gündem değiştirmek için değil, daha çok da dünya görüşünün bir tezahürü olarak kürtaj konusunu gündeme sokan Başbakan Erdoğan, işi, "Kürtaj cinayettir" demeye kadar vardırdı.
Cinayetse, bunun karşılığı ne olacak? Kürtajı yasaklarsın, buna rağmen kürtaj yapan ve yaptıranları da cinayetten yargılarsın! İBB Başkanı iken, "Ben bu şehrin imamıyım" diyen Erdoğan, bugün 'ben bu ülkenin padişahıyım' deme noktasına geldi. Gücün baş döndürücülüğünde kibrin seline kapılmış bir halet-i ruhiye ile salt geleneğin zihin dünyasıyla şekillenmiş bir dünya görüşünün birleştiği bir iktidardan daha tehlikeli bir şey yoktur! Yenilmezlik, güç bende ve ben bilirim: Bütün totaliter iktidarların ortak noktası.
Başbakan'ın "Kürtaj cinayettir" görüşünü (ve diğer sorunlu söylemlerini) daha bir açarak onu destekleyenler var ki, bu normaldir. Ancak o görüşler hiç de 'normal' değiller! Örneğin Suheyb Öğüt adında bir sosyologun, 11 Haziran tarihli Taraf gazetesinde, "Kürtaj: Kuvvenin Katli, Fiilin Cinayeti" başlıklı yazısı, bu konuda tam bir ibretlik vesikası.
"Kürtaj(ın meşruiyeti) bilimin ve tıbbın değil, felsefenin meselesidir. Ne bilimin ne de tıbbın kürtaja dair müsbet bir karar vermesi mümkün değildir" diyerek yazısına başlayan Öğüt, daha baştan meseleyi asıl alanından kaçırarak metafiziğin dünyasına sokuyor ve formel mantığın retorikleriyle çırpınıyor.
Okuyucuya Taraf'taki Öğüt'ün yazısını ve aynı zamanda Bianet sitesinde 11 Haziran tarihli, Evren Asena'nın, "Kürtaj Cinayet Değildir, Çünkü..." başlıklı harika yazısının okumasını öneririm. Asena'nın yazısı ne rastlantıdır ki, Öğüt'ün yazısına bir eleştiri gibi yazılmış. Ben, Öğüt'ün yazısında bir noktaya değineceğim ki, o nokta Başbakan Erdoğan'a ve hükümete 'akıl veren' bir noktadır.
Kürtajı savunanların argümanlarını tek tek çürüttüğünün sanrısıyla yazısına devam eden Öğüt, "Son olarak kürtajın yasaklandığı taktirde merdiven altı kürtajların ve buna bağlı kadın ölümlerinin artacağına dair argümana ilişkin de bir iki hususa temas etmek istiyorum. Seküler hukuk felsefesinin en saçma tarafı cezayı bir müeyyide olmaktan ziyade iktidarın yeniden üretiminin bir aracı olarak görmesidir. Yani seküler hukukta ceza caydırıcı olsun diye değil, sadece ceza olsun diye verilmektedir. Bu da suçların işlenmesine mani olacak bir irtibattan mahrum olmamıza yol açmaktadır.
Kürtaj yasaklandığı takdirde yasa dışı yollarla bu işin gerçekleştirileceğinden şüphe ediliyorsa, bu, ortada caydırıcı bir cezanın olmadığı anlamına gelmektedir. Yapılması gereken şey çok basittir: Yasadışı kürtajı (annenin hayatını kurtarmak amacı dışında yapılan her kürtaj yasak olmalıdır) bir cinayet olarak kabul etmek ve yapanı da yaptıranı da cinayetle yargılamak. Böyle bir müeyyidenin olduğu yerde bakın bakalım merdiven altı kürtaj diye bir şey oluyor mu?"
Öğüt'ün seküler hukuk hakkında söyledikleri tamamen subjektif. Seküler hukuktaki ceza bir müeyyide olmaktan ziyade iktidarın yeniden üretiminin bir aracı olarak görülüyormuş vs. Ceza bir caydırıcılık, bir müeyyide taşıdığı zaman iktidarın yeniden üretiminin bir aracı olmuyor mu? Ceza ile iktidar ilişkisi, iktidarın yeniden üretimi adı altındaki süslü cümlelerle geçiştirilemez. Böylesi genellemeler yerine hangi ceza sorusu önemlidir.
İkincisi, seküler hukukun dışında hangi hukuk varsa ki, örneğin şer'i hukukun iktidarı yok mu?
Şer'i hukukun olduğu toplumlardaki cezalar acaba o toplumdaki iktidarların yeniden üretimine hizmet etmiyor mu? Örneğin recm cezası, saçı görünen kadınların kırbaçlanması, boşanma ve miras hukukundaki erkek - kadın eşitsizliği, erkeğin birden fazla evlilik hakkı gibi bir yığın uygulama kime hizmet ediyor? Bunlar erkek egemen iktidarın şer-i hukuktaki kırbaçları değil midir? (Elbette kimi modern hukuklu (ya da seküler mi demeliyim) toplumlarda da erkek egemen iktidar yapıları mevcuttur) Şer-i hukuklu toplumlarda iktidar kastı yok mu?
Sosyolog Öğüt'ün öğüdünün bir cümleyle izahı şudur: "Sallandıracaksın üç beş tanesini, bak bir daha oluyor mu?" Gerçekten de Öğüt'ün cümlesi "...diye bir şey oluyor mu?" şeklinde bitiyor. O noktalı yere ister kürtajı, ister cinayeti, ister bombalamayı, ister hırsızı, ister zina edeni koy; bir daha olmaması için sallandıracaksın kardeşim!
Günümüzde bir insan hakkı sorununun böylesine iptidai görüşlerle tartışılması çok acı. (HŞ/HK)