Kamu Hastaneleri Birlikleri’nin (KHB) kuruluşu 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 2 Kasım 2011 tarihli resmi gazetede duyurulmuştu.
Sağlık bakanlığının bağlı kuruluşu olarak yeniden yapılandırıldığından bu yana, hani neredeyse 6 yıl kadar önce de kaldırılacağı, bünyeye uymadığı konuşuluyordu desek yanlış olmaz. Hâlâ ortada resmi bir kurumdan resmi bir yolla açıklanmış, kamuoyuyla paylaşılmış bir taslak, tasarı da yok ama ciddiye almamız gereken makam sahiplerinin beyanatları var: KHB kalkacak.*
“Sağlıkta sil baştan” ile “Sağlık sisteminde de kandırılmışlar” aynı konunun iki ayrı haber başlığı. Konuya, muhtemel AKP’yi yakından tanıyan, mevcut kadroların tavırlarını bilen bir yerden yani çok daha “hayatın gerçeklerinden” yaklaşan haber başlıkları da var: Sağlıkta koltuk savaşları başladı!
Nereden çıktı?
Başta da söyledik, hep gündemdeydi! Ama herkesin(!) “adamları” da koltuklara yerleşmişti. Müezzinoğlu sağlık bakanı olunca, Davutoğlu başbakanlığında KHB’nin kaldırılması öne çıktı, Recep Akdağ bakan olunca konu geriye düştü!
Yeni “başkanlık kabinesiyle” birlikte kısa süre önce Başbakan şöyle dedi:
“Kamu Hastaneleri için oluşturulan 'Genel Sekreterlik Sistemi' sağlıklı çalışmıyor. Çok başlılık var. Yeni Sağlık Bakanımızla konuştum. Bu sisteme kısa sürede son vereceğiz. Sağlık sistemimizin yönetimi tek başlı, sade ve verimli olacak.”
Başbakan böyle söylerken yeni sağlık bakanı da zaten sağlığın röntgenini çekiyordu, konuyu gerekçelendirdi, açıklık getirdi:
“Türkiye'de yürütmede çok başlılık sürecini sonlandırmak için referandum yaptıklarını belirten Demircan, 16 Nisan anayasa değişikliği referandumunda hedefin, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı arasındaki iki başlılığın ortadan kaldırılması olduğunu dile getirdi.
"Bu, iki başlılığı ortadan kaldırabilmek için yürütmeyi tek elde toplamak, yasama, yürütmeyi birbirinden ayırmak ama erkleri tek elde toplamak şeklinde bir düzenlemeydi. Yürütme tek elde toplanacak diye anayasa değişikliğini yaptık," ifadelerini kullanan Demircan, şunları kaydetti:
"Bizim daha önceki modelimizde sağlık hizmetlerinde hizmet çok başlılığa doğru gidiyordu. Kamu hastaneleri kurumu, sağlık müdürlükleri ve halk sağlığı kurumu vardı. Bu bize şunu çağrıştırıyor, orkestra bir taneyse şef bir tane olmalı. Olaya böyle yaklaşmalı. Çok başlılığın verimi düşürdüğünü gördük. Bizim arzuladığımız grafikteki hız aşağıya doğru asılıyor. Çok başlılık kalkacak. Şu anda ortalıkta taslak diye gezen metin bizim metnimiz değil. Bizim metnimizi kanun hükmünde kararnamede göreceğiz."
Bütün bu açıklamaların tartışmasız en/tek yetkili makamdan bağımsız olamayacağına da ilgili haberlerde “Erdoğan talimatı” ara başlığıyla net bir şekilde yer veriliyordu:
“Geçtiğimiz günlerde konu yeniden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a iletildi. Erdoğan, yerelde yaşanan sağlık sorunlarının giderilmesi için çalışma yaptırdı. Erdoğan, illerde yeniden sağlıkta tek çatı yönetimine geçilmesi için talimat verdi ve bu düzenlemenin çıkartılacak ilk kanun hükmünde kararnameye konulmasını istedi. Yapılan çalışmaya göre, illerde sağlık yönetimi eskisine benzer bir yöntemle, 'il sağlık müdürü, kamu hastanelerinden sorumlu il sağlık müdür yardımcısı ve halk sağlığından sorumlu il sağlık müdür yardımcısı' şeklinde yeniden yapılandırılacak. Bu düzenlemeyle yetki ve görevlendirmeler de yeniden tanımlanacak.”
Bilindiği gibi KHB’nin öyküsünün resmi tarihi bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan olarak imzası bulunan “Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı” (19.01.2007) belgeleriyle başlamıştı.
Şimdi de Erdğan'ın talimatıyla kaldırılıyor!**
2011’de 663 sayılı KHK ile başlayan resmi öykü 2017’de yine bir KHK ile bitecek gözüküyor.
Kamu Hastaneleri Birlikleri için ne demişlerdi?
Dönemin sağlık bakanı Recep Akdağ 17 Aralık 2010 tarihinde yaptığı 2011 bütçe sunusunda konuyu “Yeni Ufuklar”dan biri olarak özetlemiş:
- ülkemiz şartlarına uygun,
- kamuya ait,
- özerk hastanelerle,
- katılımcı,
- etkili,
- verimli,
- süratli ve kaliteli kamu sağlık hizmeti!
Görünür gerekçeler olarak sunulan/gözümüze sokulan bu hedeflerle bu aracın uygunsuzluğu o gün söylendi, dinlenmedi, bugün “idrak” edildi.
23 Kasım 2011 tarihli Sağlık Bakanlığı bütçe sunusu.
6 yılda 6 KHB başkanı değiştirilen süreçte çok açık ki yazılı duyurulan hiçbir hedefte başarılı olunamadı. Tekrarlarsak ne özerk, ne katılımcı, ne etkili, ne verimli, ne süratli ne de kaliteli kamu sağlık hizmeti sağlandı.
Bu bir çöküş. Kötü bir sistemin çökmesine sevinilmesi gerekir ama bu süre boyunca harcanan kaynaklar halkın cebinden çıktı. Bütünüyle/sözcüğün her anlamıyla başarısızların cebini doldurdu, makam sahibi yaptı ve kaynak aktardıkları kesimleri sevindirdi. Daha kötüsü şimdi bu başarısızlar havuzunda yer alanlardan koltuk savaşlarında başarılı çıkanlar yeni makamlarda görev alacaklar.
Asıl talimat makamı, işin aslı
Türkiye’de sağlık alanında ne yapılacağıyla ilgili esas talimatı veren makam Dünya Bankası (DB). Buradan verilen ana talimata sadık kalmak kaydıyla herkes “farklı talimatlar” verebilme özgürlüğüne sahip!
Halkın büyük çoğunluğunun yararını önceleyerek sahici bir sağlık hizmeti için emek harcayanlar KHB ile ilgili görüşlerini zamanında bildirerek sağlıkta iç piyasa ve yönetilen rekabet kavramlarını, özerkleşmeyi, kamunun yeniden yapılandırılması sürecini tartışmışlar, değerlendirmelerde bulunmuşlardı.
Tıklayın - Toplum ve Hekim Dergisi
Sağlık hizmetlerinin piyasaya açılması, kamu hizmet sunucuları yani birinci basamakta yer alan sağlık ocakları ve tedavi edici hizmetlerin ana gövdesini oluşturan kamu hastaneleri arasında rekabeti oluşturmak, sağlık emekçilerini güvencesiz bir çalışma rejimine, sözleşmeli çalışmaya geçirmek vd. bu değişikliklerin hedefleriydi.
En azından Türk Tabipleri Birliği bu “reform” dayatmasını olması gerektiği gibi, ideolojik olarak ele aldı. DB reformunu savunanların ideolojik tercihlerini adlandırdı, yapılmak istenenleri analiz etti ve halkın yararına olmayacağını, bu işin sermaye için yürütüleceğini söyledi. Tahmin edileceği gibi konuyu halkçı, akılcı/yönetim bilimsel, kamucu bir yaklaşımla ele almayanlar için bu değerlendirmeler gündem olmadı.
Dünya Bankası’nın sağlıkla ilgili ana talimatını hatırlatmakta yarar var:
-sağlık hizmetlerini olabildiğince piyasaya açın/piyasalaştırın.
-sağlık hizmetlerinden olabildiğince katkı/katılım payı alın.
Bunlarla ilgili yüzbinlerce sayfa doküman, binlerce rapor, yüzlerce kitap yazılmış olsa da özü bu!
Şimdi çöken bu uygulama ile sağlığın piyasalaştırılmasından/kamunun yeniden yapılandırılmasında halkın yararına bir seyir olacak diye düşünmek fazla iyimserlik olur. Ancak ortada azımsanmayacak bir başarısızlık olduğunu, çok açık bir yönetememe durumu olduğunu da saptamak durumundayız. KHB, siyasi sorumlularının ve uygulayıcılarının ifadesiyle düşünülüp taşınılarak “ülkemiz şartlarına uygun” bir model olarak yapılandırılmıştı, uzun bir hazırlık sürecinde.***
DB “reformları” aslında her yere aynısı sunulan bir reçete/şablondur. Öz olarak halkın temel gereksinimlerine karşı bu şablonun “olabileceği kadar yürütülebilmesi”, buna çok uygun kadroların ve şablonu benimseyen kritik eşiğe ulaşacak nicelikte sağlık emek gücüne gereksinim gösterir. 1960’larda 224 sayılı kanunla gündeme gelen Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi uygulaması, büyük ölçüde arkasında siyasi bir irade olmamasına rağmen bu “işe” inanmış kadrolara ve benimseyen azımsanmayacak büyüklükte bir sağlık emek gücüne sahipti ve bu sayede 20 yılı aşkın direnebildi. Genel olarak Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP), özel olarak KHB bundan yoksun.
Eklemekte yarar var: Daha KHB’yi oturtamamış/çekip çeviremezken içine girilen şehir hastaneleri “yetkilileri” iyice ürkütmüş olsa gerek. Henüz yeni başlayan şehir hastanelerinde yaşanan yönetim kaosu herkesin malumu. Süreç kendi dinamikleriyle akarsa buraların “bağımsızlığını” ilan edeceği ortada. Belki de –ileride(?), makul bir süre sonra- buraya evrilmesinin, yönetim işinin de devredilmesinin zemini tartışılıyor, olgunlaştırılıyor olabilir.
Spekülasyonu bırakacak olursak bu aşamada söylenebilecek olan SDP’nin büyük yatırım yapılan bir uygulamasının çöktüğü, neyse o kadar olan “kadrolar”ının bu atmosferde daha da öz güven yitimi yaşayacağıdır****.
Ancak bu sağlığın piyasalaştırılmasının durması, sermaye lehine düzenlemelerin askıya alınması anlamı taşımaz. Aksine alternatif politikaların/söylemlerin görünür/duyulur olmadığı bir ortamda –uygulayıcılar açısından kontrolsüz de olsa- piyasalaşmanın önü daha da açılabilir.
O nedenle hızla enerjik bir teşhir ve alternatif öneriler anlatısını gündeme taşımak yerinde olur. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu sosyo-politik süreç ve özel olarak geçtiğimiz günlerde 18. yılını anarken işaret edilen yakın gelecekteki deprem gerçeği halkçı, akılcı/yönetim bilimsel, kamucu sağlık politikalarının ve yönetiminin aciliyetini bir kez daha somutlamıştır. (EB/HK)
* Kalkacak olan sadece KHB değil, sağlık bakanlığı teşkilat yapılanmasında değişiklik yapılacak. Ancak KHB hacmi nedeniyle ön planda, daha çok gündemde.
** Yazının başında da aktardık, BirGün gazetesinin haberi veriş başlığı “Sağlık sisteminde de kandırılmışlar”. Kim kandırdı? sorusu –şimdilik- ortadaysa da görüntüler Dünya Bankası’na taşeronluk eden bir başka cemaati işaret ediyor.
*** Doğrusu sosyalleştirme gibi ülkemiz şartlarına uygun olma iddiasıyla yapılandırılan kabaca 20 yıllık öyküsü olan ve hükümetlerce sahiplenilmeyen bir uygulama ile arkasında her türlü sermaye kesiminin irade olarak yer aldığı 30 yıllık reform/SDP uygulamalarını başarı açısından karşılaştırmak öğretici olabilir. Kuşkusuz her ikisinin de kapitalizmin farklı “dönemlerine”/ihtiyaçlarına karşılık geldiğini bilerek.
**** Türkiye yakın gelecekte nüfusun en yoğun olduğu bölgesinde bir deprem beklemektedir. Hastane alt yapıları, hastanelere ulaşım vs olumsuzluklarının yanı sıra sağlık alanında KHB sürecini yönetemeyen, 6 yılda 6 başkan değiştirilen yönetici kadrolar böylesine büyük ölçekli bir sorun karşısında ne yazık ki çok yetersiz kalabilecekler, bu görünmektedir.