“Hayret ve tereddüt ediyorum. Acaba ilaç ve sinameki kokan muayenehane ve eczanelerde oturan bu azametli ve şık görüntülü doktorların burnuna işyerlerindeki pis kokulu şeyleri mi soksam, yoksa onları bu çukurları görmeye mi davet etsem?”
Bu satırlar bir çığlığın ifadesidir, sonuçsuz kalmış sayısız uyarının dikkate alınmamasının bir isyanıdır. Bu haykırış ne kadar da günümüzdeki duruma benziyor; çalışma ortamlarımızın birer hastalık üretim merkezi olmalarına dair yıllardır yapılan uyarılara benzeyen bu satırlar Bernardino Ramazzini’ye aittir. Sanki bugün söylenmişçesine doğru, acı gerçeklerin bir ifadesidir bu satırlar. Oysa bu çığlığın üzerinden 300 yıldan fazla süre geçti. O günlerde henüz yeni yeni filizleniyordu kapitalizm denilen canavar...
Peki, kimdir Bernardino Ramazzini?
Ramazzini bir tıp dokturudur. Büyük bir İtalyan klinisyenidir; Kinin içeren kına kına ekstreleri ile sıtmayı tedavi etmeyi ilk defa deneyen, meme kanserlerinin olası nedenine dikkat çekmiş olan bir tıp profesörüdür. Ancak bunlardan da önemlisi bugün için tüm dünyada “meslek hastalıklarının babası” olarak kabul edilen, dünyanın birçok yerinde adına enstitülerin kurulduğu, ödüllerin verildiği, meslek hastalıkları merkezlerinin önünde büstünün olduğu, eylem ve söylemlerinin doğruluğu gün geçtikçe daha da hayretle karşılanan bir hekimdir. Evet, Ramazzini (1633-1714) tüm dünyada meslek hastalıklarının babası olarak kabul edilir. Henüz Parma Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğrenci iken işçilerdeki hastalıkların yaptıkları işleriyle ilişkisi dikkatini çekmiştir. Daha sonra, 1682’de Modena Üniversitesinde günümüzün dahiliyesi ile eşdeğer kabul edilecek olan tıp teorisi kürsüsünün başına geçince bu hastalıklara sistematik ve bilimsel yaklaşım ilkelerini geliştirmiştir. İş yerlerini ziyaret ederek işçilerin aktivitelerini gözlemleyip, çalışma koşulları ile ortaya çıkan hastalıkları konusunda onlarla konuşup, tartışıp alınması gereken önlemler noktasında istişarelerde bulunmuş ilk hekimdir. Aynı zamanda çok dikkatli bir iş güvenliği uzmanı (İGU) gibi iş yerlerinde risk analizi yapmış; iş yeri hekimi (İYH) gibi bu çalışma koşul ve durumların sağlık sorunlarına yol açabilme potansiyellerini ortaya koymuş; bir meslek hastalıkları uzmanı gibi bunları o günkü evrensel bilimsel bilgi birikimine katmış bir bilim insanıdır. İş ortamlarındaki kimyasallar, tozlar, metaller, pozisyonel bozukluklar, tekrarlayan travma, postur-ergonomik koşullardan kaynaklanan hastalıklardan 40’dan fazlasını tanımlamıştır. Daha birkaç yıl önce günümüz bilimsel arenasınca yeniden tanımlanan tekrarlayan birikimsel travmaların kas-iskelet rahatsızlıklarına yol açtığını o günlerde göstermiştir. Bu gözlemlerini ve notlarını İşçilerin Hastalıkları (Workers Diseases - De Morbis Artificium) isimli kitapta toplamış ve yayınlamıştır.
Ramazzini, Hipokrat’dan sonra tıbba en büyük katkıyı sunmuş olan bir hekim olarak günümüzde de hala ismi hemen Hipokrat’dan sonra zikredilmektedir. Hipokrat’ın belki de tıbba en büyük hizmeti günümüzde klinik tıbbın temelini oluşturan “anamnez” dediğimiz kişinin mevcut şikâyetlerinin tipi, şekli, oluş zamanları, süresi, diğer organ ve sistemlerin bulgularıyla ilintisi şeklinde geniş bir analiz yaparak doğru bir tanıya dolayısıyla doğru bir sağaltıma yönlenmesini sağlamış olmasıdır. Yani basitçe “şikâyetiniz nedir?” sorusunu ve bunun altının doldurulmasını tıpta içselleştirmiştir. Ramazzini ise buna hemen ikinci bir soruyu ilave etmiştir: “Ne iş yapıyorsunuz?”
Günümüzde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş meslek hastalıklarının tespit edilememesinin en büyük nedeni olarak Ramazzini’nin bu basit sorusunun hekimler arasında içselleştirilemediği için meslek hastalıklarına yeterince tanı konulamadığını ifade etmektedir.
Ramazzini sadece bilimsel tıbba mı katkı sunmuştur? Bence kesinlikle hayır! Günümüze kadar gelen süreçte çalışma yaşamındaki sağlık sorunlarını dünya tarihindeki sosyal ve siyasal gelişmeler ışığında irdeleyerek anlamaya çalıştığımda Ramazzini’nin bu çabalarının sosyal yaşamdaki gelişmelere önemli katkıları da olduğunu hep düşünmüşümdür. O dönem Avrupa’sında Ramazzini’nin bu çıkışının çok kötü koşullarda çalışan tüm işçilerin bir güç oluşturmalarına, 1700’lerin sonuna kadar yayılan ciddi emek hareketlerinin gelişmesine katkısı olmuş mudur? Dahası hemen akabinde kapitalizmin teorisyenlerinin “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” felsefesine, bu felsefenin yıkımlarını o günlerde gören, bunu Kapital’de ortaya koyan gücün, bu gücün evrensel proleterya birliği ile ancak bir kalkışma yapabileceğinin öngörüsünü yapmasında Rammazini’nin ne katkısı olmuştur? Doğu blokunda bu gelişmelerin 1917’de bir emek egemenliği ile taçlanmasında Rammazini’nin bu çabalarının bir rolü yok mudur? Bence doğrudan olmasa bile dolaylı olarak mutlaka etkisi olmuştur. Kesinlikle olmuştur çünkü batıda kapitalizmin devlet erkli aktörleri henüz milletler cemiyeti bile kurulmadan 1919’da “işçi-işveren-devlet” sarmalı ile egemenliklerini kurmuşlardır. Kapitalizm tüm vahşiliği ile çalışma yaşamında en üst kurumsal yapısını bu yolla sağlamlaştırmıştır.
Günümüzde Ramazini’nin hala değişik şekilde tıbbi ve sosyal yaşamımıza etkisi vardır. İtalya’da Ramazzini adına 1982’de kurulmuş olan birlik enstitü şeklinde çalışmaktadır. Bu birlik 1984’den beri Ramazzini adına çalışma yaşamındaki sağlık sorunlarına dikkat çekmiş olan kişi, kurum, bilim insanlarına ödüller vermektedir. İlk ödül de bir İtalyan bilim insanı ile beraber ülkemizden Prof. Dr. Muzaffer Aksoy’a Benzen başta olmak üzere çözücülerin lösemi dahil hematolojik sistem üzerine olan toksik etkilerinin gösterilmesi ile ilgili çalışmaları için verilmiştir. Ramazzini’nin çalışma yaşamındaki ergonomik koşulların düzeltilmesi ile ilgili önerileri ABD kongresince 2001 yılında yasal düzenlemeler şekline dönüştürülmüş, Amerikan işçi sağlığı ve güvenliği merkezinin (OSHA) bu alandaki kurallarına dahil edilmiştir.
Peki, Ramazzini’den beri hatta Hipokrat’dan beri tıp nerelere geldi? Dışardan şaşalı göründüğü gibi gerçekten de çok olumlu bir durumda mı? Bütüncül yaklaşımda buna gönül rahatlığı ile “evet, iyi bir yerde” demek çok zor, en azından 35 yıldır tıbbiyeye adım atmış, madalyonun sürekli öbür tarafını da deşen benim gibi kuşkucu biri için iyi yerde olduğunu söylemek oldukça zor. Maalesef bilimsel tıp dediğimiz günümüz tıbbı hem Hipokrat’ın bize bıraktığı “insanı bütüncül gören tam ve ayrıntılı sistematik anamnezi” elimizden almış; hem de Ramazzini’nin “ne iş yapıyorsun?” sorusunun anlamını yavan hale getirmiştir. Hipokrat tıbbı diye adlandırabileceğimiz tıp bugün hücresel mikro düzeye ve teknisyenlik boyutuna indirgenerek insanı “üst uzmanlık dalları” ile beraber 100’e yakın ayrı uzmanlık alanıyla param parça etmiştir. Bu uzmanlık alanlarının çoğu da birkaç santimetre kareyi geçmeyen at gözlü bakış açılarıyla kişilerin sadece ve sadece kendi ilgi alanlarındaki patolojilere odaklanarak sorunu çözmeye çalışmakta; gerisi beni ilgilendirmez mantığı içindedir. Ramazzini’nin sorusu ise günümüz dünyasında 3 binden fazla ayrı iş koluna bölünerek hedef şaşırtıcı bir anlamsızlığa bürünmüştür. O soru “hangi ortamlarda çalışıyorsun, nelere maruz kalıyorsun?” şekline dönüşmek zorunda bırakılmıştır. Ancak bu şekilde bir soru ise “performans baskısı altındaki” her bir hekimin rutininin en az birkaç dakikasını almasına neden olacağı için giderek pratikte tıbbi uygulamalardan çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bunun sonucunda da çalışma yaşamındaki kazalar birer iş cinayeti-katliama dönüşerek “bu işin fıtratında var” mantığı ile ülkemiz coğrafyasındaki bu kazalar Rammazini zamanındaki iş kazalarıyla karşılaştırılarak siyasi otoritelerce “analiz” edilmektedir. Hastalıklara yol açan çevresel ve mesleksel nedenlerin üstü sürekli örtülme çabasına girilmekte nerdeyse onlar da “fıtrat”a bağlanır hale getirilmektedir. Bunun en son örneği geçtiğimiz günlerde yaşandı. Çevresel ve mesleksel maruziyetlerin bilinen kanser yapıcı rolünü gizlemek için yapılan uyduruk çalışmalar basına da servis edilerek kamuoyuna sunuldu. Bizdeki “fıtrat” mantığıyla eşdeğer olabilecek şekilde kişilerin kanser olmalarında en önemli faktörün kişinin “kötü şansına bağlı mutajenik olaylar” olduğu bilim kisvesi altında, hatta adı da “bilim” olan en anlı şanlı dergilerde yayınlandı. Böylece her biri değişik derecelerde birer hastalık üretim merkezi olan günümüz çalışma koşullarına “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” mantığı ile masumiyet kazandırılmaya çalışıldı. Yine ilginçtir bu tip bir güdümlü bilgiye karşı çıkan, bunun halk sağlığına yapılmış; bu yayını yapanların bir yerlerle “çıkar çatışmalarını” bile deklare ederek ciddi bir suç işlediklerini dile getiren kurumların başında da Ramazzini enstitüsü geldi. Yapılan bu çalışmanın ne kadar yanıltıcı veri, yanlış yönlendirici, çalışan ve halk sağlığını hiçe sayıcı bir yayın olduğu kanıtlarıyla sunuldu. Ancak maalesef tüm manüplatif hareketlerde olduğu gibi bu ve benzeri doğru-karşı analizler kamuoyuna yansı(tıl)madı.
Evet, Ramazzini’yi düşünürken aklımdan geçenlerin bir kısmı bunlardır. Koşullar 300 küsur yıllık bir fark gösterse de maalesef kar maksimizasyon mantığı hep aynıdır. Vahşi kapitalizm o gün de öldürüyordu, bu gün de öldürüyor; hatta sürüm sürüm süründürüyor. O gün de şık giyimli azametli doktorların karşılaştıkları hastalıkları çalışma koşulları ile ilişkilendirecek zamanları yoktu; bu gün de yok maalesef… O gün de sinameki kokan muayenehanelere gelen “müşteriler”in sorunları kökenine inilerek irdelenmiyordu, bu gün de her biri beş yıldızlı parfüm kokan “sektörel ticarethanelere” dönüşen hastanelerde bunu irdelemeye zaman yok maalesef…
Ramazzini’yi düşünürken çok mu karamsar oluyorum; değişen hiç bir şey yok mu gerçekten?
Dünyayı sırtlayan “yüzde 99”, ne zaman “yüzde 99 olduğunun bilincine” varacak? Kar maksimizasyon hırsı gözünü bürümüş vahşi kapitalizmin her alanda kendisine kurduğu tuzakların farkına ne zaman varacak?
Dünyada bu konudaki olumlu gelişmelere, birkaç ışığa bu topraklarda da şahit olabilecek miyiz? Birlik olup bizde de 2 hafta sonra Haziran misali kalıcı bir ışık doğabilecek mi? Kim bilir, belki… Her şeye rağmen umutluyum. Bu yazının girişinde yazdığım Ramazzini’nin bu çığlığın üzerinden bunca yıl geçti. O günlerde yeni filizlenmekte olan kapitalizm denilen canavar bu çığlıkla o günlerde durdurulabilseydi çalışma yaşamı belki bugün hala bu kadar korkunç durumda olmazdı diye düşünüyorum. Ya siz? (İA/HK)