Pulmoner Fibrozis yani ciğer nasırlaşması çağımızın, geleceğin en büyük hastalıklarından biridir. Peki, neden oluşuyor bu hastalık grubu? Bilmiyoruz… Yani nedeni “idiopatik:bilinmeyen”dir; o nedenle de tam adı “İdiopatik pulmoner fibrozis –İPF-”dir.
Gerçekten de IPF’nin nedenini bilmiyor muyuz? Yoksa bize öyle mi belletiliyor koca koca tıp kitaplarında. Oysa: sigara, iç-dış ortam hava kirliliği, bildiğimiz-bilemediğimiz çalışma yaşamındaki maruziyetler ne güne duruyor. Birçok deneysel çalışmada bunların her birinin tek başına fibrozis –nasırlaşma- yapabildiği gösterilmiştir.
Bu yazıda ciğer nasırlaşmasının tiplerinden sadece birinden: pnömokonyozlardan çok kısa bahsetmeye çalışacağım. Ancak hemen telaşlanıp yazıyı okumayı bırakmayın lütfen! Çünkü yazıda pnömokonyoz gibi biz hekimler için de oldukça sıkıcı olan bir konunun tıbbi yönlerinden kesinlikle bahsetmeyeceğim… Söz!
Sosyal yönünden bahsetmeye çalışacağım. Ancak sosyal yönünün tam anlaşılabilmesi için azıcık da olsa pnömokonyozu açıklamama müsaade edin lütfen…
Peki pnömokonyoz nedir? Bu soruyu aslında tek bir kelimeyle yanıtlamak olasıdır:
Pneumonoultramicroscopicsilicovolcanoconiosis
Bu kelime sanırım İngilizce’deki en uzun kelimelerden biridir ve pnömokonyoz(ları)u net bir şekilde açıklamaktadır: “her türlü toprak, kayaç, kum vs mikron düzeyine gelmiş tozların akciğerlerde birikmesi ve buna karşı bir doku reaksiyonu gelişmesidir”.
Akciğerlerde gelişen doku reaksiyonu öncelikle tozun tipine bağlıdır. Toz eğer kömür tozu gibi karbon ağırlıklıysa buna kömür işçisi pnömokonyozu; kuvars/silisyum ağırlıklıysa silikozis, asbest karışımı bir tozsa asbestozis denilmektedir. Özellikle bu üçünü örnek verdim çünkü üçü de en yaygın görülen, en ağır, ilerleyici pnömokonyozlardır. Akciğerlerde gaz değişiminin olduğu alanlarda geri dönüşü olmayan, fibrozis/nasırlaşma reaksiyonunu oluştururlar. Bu nasırlaşma odakları birleşerek kişinin aldığı havanın içindeki oksijenin vücudumuzda kullanılmasına engel olarak solunum yetmezliği dediğimiz ağır ve ölümcül bir duruma yol açar. Bu her üç pnömokonyoz tipi de zaman zaman basın kanalıyla toplumda duyulabilmektedir: kömür karası madenci ciğerleri, kot kumlayıcıları, diş teknisyenleri hastalığı, geçen yüzyılın bitmeyen çilesi asbestozis gibi…
Pnömokonyozlar insanlık tarihinin en eski meslek hastalıklarıdır. İnsanoğlunun doğadaki kayaçlardan yapılar, barınaklar, eserler meydana getirme çabalarının birer faturasıdır. Mısır piramitleri yapımında çalışanlarda silikozisin görüldüğü belirlenmiştir. Tarihte Hipokrat, Agricola, Ramazzini dahil bir çok hekim tarafından kıyısından köşesinden tanımlanmıştır. Emile Zola’nın Germinal’i başta olmak üzere birçok edebi eserde de “bir deri bir kemik kalmış, zor nefes alan, öksürdükçe adeta ciğeri sökülen, kömür karası şeklinde balgam tüküren” vb ifadelerle aslında pnömokonyozlar açık bir şekilde anlatılmıştır.
Pnömokonyozlar kapitalizme karşı emek mücadelesinin uyanışını tetikleyen belki de ilk meslek hastalıklarındandır. Sanayi devriminin daha ilk dönemlerinde özellikle madenlerde çalışan gencecik insanların erken yaşlarda “melekler tarafından göğe alınmaları”na karşı oluşan işçi hareketlerinin adeta birer simgesidir. Röntgen’in X ışınını keşfinden sonra bu gençlerde tozun yaptığı yoğun etkilerin akciğer filminde gerçekten de “melek/kelebek kanadı” şeklinde görüntü oluşturmuş olması da ayrı trajik bir ironidir…
Fransa başta olmak üzere batıda işçilerde bu uyanışın başlaması, doğu Avrupa’da 1917’de emeğin yönetimi ele almasıyla sonuçlanmıştır. Buna karşı telaşlanan batı dünyası henüz Birleşmiş milletler bile kurulmadan işçilere bir takım göstermelik haklar vererek susturmuş, apar topar Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nü 1919’da kurmuşlardır. ILO işçi-işveren-devlet üçlü yapısını tanımlayarak kendisine de adeta uluslararası bir hakem işlevini misyon edinerek çalışma yaşamındaki sağlık ve güvenlik koşullarının iyileştirilmesi taahhüdünde bulunmuştur. O dönemde bunu tüm ülkelerde yapma zorunluluğunu ucuz ve sağlıksız emek kullanımının ülkeler arasında kapitalizmin şifrelerinden biri olan “haksız rekabet”e yol açacağı düşüncesini ön plana sürmüştü. ILO bunu yaparken ifade ettiği amaçlarından biri çalışma alanlarını “birincil korunma” denilen, işyerlerinin sağlık ve güvenlik açısından uygunluğunu ülkelerin çalışma bakanlıkları ile sağlamaktı.
O günlerde daha henüz Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kurulmadığından bu birincil korunmanın etkisini test etmek için özellikle madenlerde toza maruz kalan kişilerin sağlık gözetimini de ILO üstlendi. Şimdi geriye dönüp bakıldığında bu belki de meslek hastalıkları-pnömokonyozların görünmemesini sağlamanın ilk adımıydı!
ILO, pnömokonyozlarla uğraşan tüm doktorları, bilim insanlarını 1930’da Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde bir araya toplayıp, pnömokonyoz yapıcı işlerde çalışanların akciğer filmlerindeki etkilerini tanımlama için “ILO uluslararası pnömokonyoz sınıflaması” isminde bir sistem geliştirdi.
Günümüze kadar defalarca bir takım değişikliklerden geçirilmiş olan sınıflama birçok ülkede hala geçerlidir. Bu sınıflamanın asıl amacının pnömokonyoz yapıcı işlerde çalışanlar için bir “sağlık gözetimi” yöntemi olduğunun ayırdına varan ülkeler bu işi 1970’lerden itibaren ILO’nun önerdiği Çalışma Bakanlığı kontrolünden kendi Sağlık Bakanlıklarının kontrolüne alarak konuyla ilgili hekimlik uzmanlık derneklerinin makul ve mantıklı bir sistematiği içinde takip yoluna gitmişlerdir. Bunlar, pnömokonyoz tanısını “ciğerlerde nasırlaşma oluşmadan” hatta “hastalık belirti ve bulguları ortaya çıkmadan” yani henüz “radyolojik etkilenme evresinde” iken erkenden belirlenmesi yoluna gitmektedirler. Bu oldukça önemli bir durumdur; insani gelişmişlik göstergesidir. Çalışan işçiyi hastalığın oluşmasından, ciğerlerinin nasırlaşmasından; gelecekte gencecik maluller ordusu safına katılmaktan koruduğu gibi, Sosyal Güvenlik Kurumlarının (SGK) üç kuruş için çalışanı mahkeme kapılarında süründürmesinden korumayı amaçlamaktadır. Daha da önemlisi Sağlık Bakanlığı kontrolünde yapılacak iyi bir sağlık gözetimi, Çalışma Bakanlığı kontrolündeki birincil korunmanın güvenirliğini de test eden iyi bir araç olacaktır. Ne var ki bizim gibi bazı ülkelerin sağlık otoritelerinin pnömokonyoz yapıcı işlerde çalışanların sağlık gözetiminde görev üstlenmemeleri nedeniyle ILO üçlü yapı diye tanımladığı aslında vahşi kapitalist sistemin devlet eliyle işverene istediğini yaptırdığı bir sistemi dayatmaya dönüşmüştür. 2013’de Brezilya, Şili, Hindistan, Endonezya, Malezya, Peru, Tayland, Türkiye ve Vietnem’da ILO pnömokonyoz sınıflamasına göre pnömokonyoz takibi işlemlerini yapmak için yeterli film okuyucusu eğitim desteği verdiğini övünerek tüm dünyaya duyurmuştur.
Bu çok övünülecek bir durum mudur? Bu ülkelerle aynı kategoride olmak ne demektir?
Dünyada, günümüzde toz – toprak- taş- kum vb kirli işlerde yani pnömokonyoz yapıcı işlerde çalışan, değişik derecelerde ciğerleri nasırlaşma riski olan milyonlarca kişi vardır. Hindistan’da 10 milyondan fazla kişi silikozis-pnömokonyoz yapıcı işlerde çalışmakta, bazı sektörlerde pnömokonyoz görülme oranı yüzde 54.6’ya kadar çıkmaktadır. Vietnam’da tazmin edilen meslek hastalıklarının yüzde 75.7’sini pnömokonyozlar oluşturmaktadır. Latin Amerika’da pnömokonyoz madencilerde yüzde 37’lere varan oranlarda görülmektedir.
Ülkemizde yıllar öncesinden yaptığım bir projeksiyonda pnömokonyoz yapıcı işlerde çalışan kişilerin sayısının 700 binden az olamayacağını belirlemiştim. Bilimsel arenaya yansıyan pnömokonyoz oranlarımız bazı sektörlerde yüzde 30’ları geçmektedir.
Görüldüğü gibi ILO tarafından pohpohlanarak “kendi dillerinde pnömokonyoz film okuyucusu eğitimleri” verilmesine izin verilen ülkeler, çalışanların ciğerlerinin nasırlaşma riski yüksek olan ülkelerdir; ülkemiz de bu kategoriye alınmıştır. Bu ülkelerin çoğunda devlet eliyle meslek hastalıkları tanı sistemi SGK aracılığıyla zapturapt altına alınıp, işverenlerin meslek hastalıklarını devlete yaptırdıkları mevzuat hazretleri düzenlemeleri ile tanı konulmasını ortadan kaldırdığına şahit oluyoruz günümüzde…
İşçilerin ciğerleri nasırlaşıyor, işverenlerin kalpleri taşlaşıyor…
Sağlıktan sorumlu devlet otoritesinin beyni mi nasırlaşıyor ki artık bu gerçeği görmüyor…
Ya sürekli yüzde 1 tarafından güdülen biz yüzde 99 ne durumdayız? Nefes alamaz hale getirildiğimizin farkına ne zaman varacağız? (İA/HK)