İzmir Tabip Odası’nın (İTO) bir hekimin yakalandığı Covid-19 hastalığına bağlı ölümünün meslek hastalığı olarak kabul edilmesi için Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) yaptığı başvuru dosyasını, SGK “meslek hastalıkları listemizde Covid-19 meslek hastalıkları olarak saptanmadı” mealinde bir yanıtla İzmir Tabib Odası’na iade etmişti.
Bu kararın basına yansıması üzerine 26 Kasım 2020 tarihli bianet’teki yazımda “İzmir Tabip Odası itiraz etse konunun SGK, YSK’na (Yüksek Sağlık Kurulu) intikalini istese YSK bunu 5 grup olan Meslek Hastalıkları Listemizin Bulaşıcı hastalıklar alt grubuna alınmasını onaylar” şeklinde ifade etmiştim. Evet, beklenen başka bir olgu üzerinden gerçekleşti. SGK, YSK Sosyal Medyaya (SM) servis ettiği anlaşılan 28.12.2020 tarih-2020/17816 sayılı kararıyla başvuran kişinin isim ve özel bilgilerini kapatma gereği bile duymadan (normal koşullarda böyle bir karar basına yansımaz, 15 günden önce takip eden hukukçuların eline bile zor ulaşır) benzer bir olgudaki ölüm nedeniyle “Covid-19’u meslek hastalıkları listesine aldığını” ilan etti. Bu durum konuya çok vakıf olmayan kişi ve kurumlar tarafından sevinç nidalarıyla karşılandı ve haklı mücadelelerinin somut bir sonucu ilan edildi.
Peki gerçekten kabul edildi mi?
Peki, gerçekten öyle mi? Sosyal Sigorta “YSK’nın bu kararıyla tüm sağlık çalışanları için Covid-19 meslek hastalığı olarak kabul edildi” diyebilir miyiz? Konuyu çok iyi bildiğini sanan ancak hayatlarının hiçbir döneminde “tek bir meslek hastalığı vakasını/dosyasını sonuçlandırmamış, hatta bu konudaki tek bir hasta insana dokunmamış bile olan kişiler tamam diyor”, ne güzel… Ancak ben diyemiyorum, keşke diyebilsem… Hayatının 29 yılını bu alana vakfetmiş bir hekim, her bir meslek hastalığı “meseli”nden ders almaya çalışan bu alanın bir öğrencisi, hala konun evrensel, yerel boyutlarını araştırmaya, öğrenmeye, öğretmeye çalışan kıdemli bir öğrencisi olarak, ben diyemiyorum.
Keşke diyebilsem ama neden diyemiyorum?
İki ciddi tuzak
Çünkü öncelikle bu kararın içinde bile iki ciddi tuzağı görüyorum. Bunlardan birincisi şöyle: Kararda “PCR testi pozitif olan bir sağlık çalışanı” tanımlaması yapılıyor ki bu örnek bir karar olduğundan bundan sonraki kararlar için de emsal oluşturacaktır. Oysa Covid-19 hastalığında artık çok iyi biliyoruz ki en iyi merkezlerde bile PCR pozitifliğinin Covid-19’daki tanı değeri yüzde 60’ı geçmiyor. Çünkü test için sürüntü hemen daima üst solunum yollarından alınıyor, hastalık alt solunum yolları ve akciğerlere indiğinde testin pozitifliği neredeyse imkansız hale geliyor.
Karardaki çok önemli ikinci tuzak da “Covid-19 için yükümlülük süresi 30 gün olarak belirlenmiştir” ifadesi. İlk bakışta gerekçe de mantıklı görünüyor. Öyle ya virüsün kuluçka süresi 2-14 gün; bunun iki mislini yani 30 günü yükümlülük süresi olarak kabul etmişler. Eğer bu kabulleri sadece ve sadece Covid-19 virüs hazretlerine yönelikse diyecek bir şey yok, virüsün bizatihi SGK, YSK başvurularında tabii ki bu uygun, makul bir süredir… Ancak eğer bu kararı Covid-19 virüsünün etkilediği, artık olayın klasik bir enfeksiyon değil bir enflamasyon dediğimiz damar cidarı iltihabı, pıhtılaşma mekanizmasının aktifleştirilerek tüm sistemleri etkileyen “yeni bir sendrom” olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, böyle bir süre kabul edilemez. Çünkü SGK YSK’na başvurusu yapılacak olanlar komplike olanlar yani ya ölümle ya da maluliyetle sonuçlanmış olanlardır.
30 gün kim için?
O nedenle hastalığı ağır geçirenler bir şekilde günlerce-haftalarca hatta bazen aylarca yoğun bakım servislerinde kalmak zorundalar, bir kısmının ciğerleri parçalanıyor, hatta yırtılıyor, bir kısmının da nasırlaşıyor. Bunun sonucunda virüsle arasında olan savaşı ya kaybediyor, haftalar/aylar sonra sevenleri tarafından toprağa veriliyor ya da yoğun bakım odasından ileri derecede fibrozis sonucu nasırlaşmış bir kalp ve ciğerle sakat kalmış biri olarak çıkmayı başarıyor. Yani böyle bir tablo içinse bu 30 gün mümkün değil… Çünkü yükümlülük süresi demek “kişinin bir etkenle karşılaşıp hasta olduktan sonra hastalığının mesleki olup olmadığının incelenmesi için SGK’ya başvuru hakkının olduğu en uzun süre” demektir. Yani bu karara göre Covid-19 geçiren birinin 31. günden sonra başvurma hakkı yok… Sormak lazım SGK YSK’daki arkadaşlara, böyle bir tabloda 30 gün süreyi siz virüse mi verdiniz yoksa ortada ol(a)mayan insana mı?
İzahatlar
Peki, bunların hepsini bir yana bıraksak bile gerçekten bu karar, hatta son zamanlarda Sağlık Bakanlığı’nın, SGK’nın yayınladığı “göstermelik benzer amaçlı/içerikli genelgeler, yazılar” yetmiyor mu? Hatta bakanlarının açıklaması “ülkemizde meslek hastalıkları sorunu yoktur… İlliyet bağı koşullarını sağlayan herkes için meslek hastalıkları sistemimiz işlemektedir” şeklindeki izahatları… Sağlık Bakanlığı’nın ve SGK yetkililerinin yayımladığı yazılarla “kişilerin nasıl SGK birimlerine illiyet bağlarının tespiti için başvurabileceklerinin” izahı… Bu yazılara bile gerek görmeden aynı tempoda “ülkemizde meslek hastalıkları sistemi vardır, yeni bir yapılanmaya, yasaya gerek yoktur” diyen, içinde maalesef hekimlerin de olduğu çok bilmiş zevatımız…
O zaman sormazlar mı, bu ülkede 2019 SGK kayıtlarıyla 420 bin iş kazası kaydı var; meslek hastalıkları en iyi ihtimalle bunun yüzde 25-50’si olması gerekirken nerede bu meslek hastalıklarımız? İş kazalarından ölüm sayıları hiçbir zaman 1000’lerin altına inmeyen bir ülkede, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) bile tanımlamasıyla bu rakamın en az 6 katı yani 6 binden fazla meslek hastalığına bağlı ölüm neden kayda alınmıyor? Meslek hastalıklarına bağlı ölümleri hangi bilinmez (idiopatik/sebebi bilinmeyen) yerlerinizde saklıyorsunuz? Ülkemiz kayıtlarında meslek hastalıklarından ölüm sayısı niye hala 0-sıfır-dır?
O meşhur illiyet bağı
Sonuçta, “illiyet bağı” (nedensellik) denilen bariyer yeni bir yasal yapılanmayla ortadan kaldırılmadıkça bu ülkede Covid-19’un sağlık çalışanları için “otomatikman” meslek hastalığı olarak kabul edilmesi mümkün değil. Devlet, devletin kayıtlarını neden “delil” olarak kabul etmek istemez ki? Covid-19 geçiren her sağlık çalışanının kayıtları zaten Sağlık Bakanlığı HSYS (Halk Sağlığı Yönetim Sistemi) kayıtlarında var. Bunların “otomatikman” devletin diğer bir birimi olan SGK’ya bildirmesi; sosyal güvenlik şemsiyesi ne olursa olsun (4a, b, c, taşeron, güvencesiz) bu hakkın “tüm sağlık çalışanları” için geçerli olması bizim temel isteklerimizdir. Sosyal güvenlik şemsiyesi ister “meslek hastalıkları” sigortası olsun, ister vazife malüllüğü…
Tasarı hala Meclis'te
Sağlık çalışanı olarak Covid-19’u ağır geçiren yüzde 2-5’lik grupta olan arkadaşlarımızdan malul kalmış olanların bundan sonraki yaşamlarının sosyal sürdürülebilirliklerinin sağlanması, Covid-19 nedeniyle kaybettiğimiz canlarımızın geride kalan çoluk-çocuklarının ulufe bekler gibi başkasının eline bakar hale getirilmemesi amacımız. Buradan yetkililere ve TBMM’deki tüm vekillere sesleniyoruz: En insani evrensel sosyal güvenlik hakkımızın yasa tasarısı Meclis'te duruyor. Yorduğunuz, tükettiğiniz, hastalandırdığınız, malul bıraktığınız hatta ölümüne sebebiyet verdiğiniz 1 milyondan fazla sağlık çalışanını böyle göstermelik oyalama yazılar, genelgeler, YSK kararlarıyla daha da yormaya, tüketmeye, morallerini yerle yeksan etmeye ne hakkınız var?
(NÖ)