Halk sağlığı uzmanı, sağlık sosyoloğu ve iş cinayetlerini oluşturan ortamlar konusunda mücadeleci bir uzman olan Prof. Dr. Annie Thébaud-Mony İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin davetlisi olarak İstanbul'da bir forum çerçevesinde bizlerle oldu.
5 Haziran Cuma gecesi İstanbul Tabip Odası'nda gerçekleşen etkinlikte Annie Thébaud-Mony “İş Cinayetlerinde faili meşhurlar: Şirketler, Devlet ve Bilim Alanı” başlıklı İngilizce bir sunum gerçekleştirdi.
İSİG Meclisi adına Barış Gönülşen ve Aslı Odman'ın açılış konuşmalarının ardından başlayan konferans kanser örneği üzerinden gidilerek işçi sağlığı ve güvenliği alanında bilimin rolü, çokuluslu şirketler (sermaye), devlet ve sendikalar konusundaydı. Sunum kanser konusundaki bilgilerimiz, şirketlerin kanser konusundaki bilgi üretimi ve halk sağlığı stratejileri üzerinde hakimiyet kurması, devletin rolü ve işçi sağlığı mücadelesinde yapılacaklar olmak üzere dört ana başlıktan oluşuyordu.
Mavi yakalılarda kanser riski yüksek
Kanser bilindiği üzere küresel olarak artış gösteren bir hastalık... Dünya Sağlık Örgütü'nün tahminlerine göre dünyada 2012 yılında 14 milyon yeni kanser vakası teşhis edildi ve 8,2 milyon kişi kanserden yaşamını kaybetti. Fransa'da son 20 yılda teşhis edilen kanser vaka sayısı 150 binden 355 bine yükseldi.
Kanser vakalarının dağılımında eşitsizliğin de iki yönden giderek arttığı görülüyor: Sosyal sınıflar içerisinden bakıldığında mavi yakalı işçilerde kanserden ölüm riski üst düzey yönetici beyaz yakalılara göre 10 kat daha yüksek. Aynı eşitsizlik kanserin uluslararası dağılımında da görülüyor; tarım, madencilik ve endüstriyel üretim yapan ülkelerde, özellikle de son dönemde hızla kapitalistleşen ülkelerde daha fazla kanser vakasıyla karşılaşıyoruz.
Faklı yaklaşımlar
Kanserin nedenleri konusunda egemen görüş ile gerçekler arasında bir çelişki söz konusu. Hakim modelde kanser bireysel davranışa (tütün, alkol) ve genetiğe bağlanıyor. Bu modelin hakim hale gelmesinde özel bir rolü olan İngiltere'den Profesör Doll, 40 yıl boyunca sanayi alanında çalıştı ve uluslararası epidemiyoloji camiasına yön verdi. Bu hakim modelden farklı olarak diğer çok disiplinli ve kapsamlı yaklaşım ise kanserin nedenlerini iki yönden birden, geçmiş maruziyetler odaklı ele alıyor: Birincisi bireyler açısından; yaşam süresi içerisinde (anne karnından iş hayatına ve yaşanılan çevreye dek) kanser yapıcı maddelerin bulaşması ve bu hücresel saldırılara karşı savunma mekanizmalarının insan organizmasında kanser sürecini nasıl değiştirdiğine odaklanılıyor. İkincisi nüfus açısından bakılarak, dünya nüfusunda kanser dağılımındaki evrimin küresel ekonomideki toplumsal ve uluslar arası işbölümüyle bağlantılı sonuçlar olduğu tespit ediliyor. Dolayısıyla çokdisiplinli ve kapsamlı yaklaşım kanser dağılımındaki eşitsizlikleri açıklayabilmekle kalmıyor, çevre ve halk sağlığı açısından önceliği insanlara kanserojen madde bulaşımının engellenmesine veriyor.
Bir araştırma sonucu
Paris'te 2002-2012 yılları arasında Seine-Saint-Denis bölgesinde Paris XIII üniversitesi tarafından yürütülen GISCOP araştırmasının sonuçları da bu yaklaşımı doğruluyor.
Kanser hastası 1200 kişiyle daha önce çalıştıkları işler temelinde yapılan kapsamlı ve çok disiplinli araştırma çok çarpıcı sonuçlar veriyor:
Kanser hastalarının yüzde 84'ü çalışma yaşamlarında kanserojen maddeler olan asbest, radyoaktivite, benzen, solvantlar vd. maruz kalmış. Farklı maddelere çoklu maruziyetler sinerji etkisi doğurmuş, etkiyi büyütmüş. Çoğu hastada gerekli önlemler alınmadan uzun süreli maruziyet söz konusu. Peki öyleyse Fransa'daki iş sağlığı kurumları, bakanlıklar neden bu konuyla ilgilenmiyor? Thébaud-Mony'ye göre bunun arkasında çokuluslu şirketlerin etkisiyle halk sağlığı alanında toplumsal olarak inşa edilmişlik görünmezlik yatıyor. Sunumunun ikinci bölümünde Thébaud-Mony şirketlerin kanser konusundaki bilgi üretimi ve halk sağlığı stratejileri üzerinde hakimiyet kurması örneği olarak gemi yapım, bakım ve söküm döngüsünü ele alarak bu durumu somutluyor; biz de kısaca aktarmaya çalışalım:
Tuzla örneği
Fransa'da 1950'li ve '60'lı yıllarda Alsthom gibi metalürji şirketlerinin yanı sıra asbestli yalıtım konusunda uzman Wanner Isofi gibi şirketlerin koçbaşlığında dev özel tersaneler ortaya çıktı. Bu tersanelerde yüzlerce büyük gemi birden inşa edilirken özellikle taşeron ve geçici sözleşmeli işçiler tehlikeli çalışma koşullarıyla karşı karşıyaydılar. Türkiye'deki Tuzla örneğine benzer şekilde iş kazaları gerçekleşiyor ve işçiler çoğu kanserojen nitelik taşıyan (asbest, kurşun, solventler, boyalar) zehirli maddelere maruz kalıyorlardı.Ancak mesleki kanser teşhisi yapılmıyor, bu alan görünmez kalıyordu. Nedeni birincisi, maruziyet ile kanser semptomlarının ilk görülmesi arasındaki yaklaşık 20 ila 40 yıllık gecikmedir. İşçiler maruziyet zamanından çok sonra ve genellikle emekli olduklarında kanser hastası olurlar.
Mesleki hastalıklar konusundaki tazminat haklarını bilmezler. Bunu bilseler bile doktorlar kanser tanı ve tespitinde hakim modelin etkisi yüzünden mesleğe-işe bağlı kanser teşhisi koymazlar. Üstüne üstlük Alsthom ve Wanner Isofi gibi çokuluslu şirketler 1930'lu yıllardan bu yana asbest şirketlerinin yürüttüğü stratejiye uygun olarak bu çalışmanın tehlikeli bir çalışma olduğunu tümden reddederler. Asbest şirketlerinin uluslarararası kartelinin stratejisi esasen asbest ile kanser, asbest ile diğer solunum hastalıkları arasındaki bağlantının kamuya duyurulmasının önlenmesine dayanmaktadır. Araçlar çeşitlidir: Araştırmalar kontrol edilir; şirketlerden bağımsız 1 araştırmacı varsa, onun karşısına endüstrinin maaşını ödediği ya da “desteklendiği” veya “fonladığı” 10 araştırmacı çıkarılır. Parlamentoda, hükümette, bakanlıklarda önlem amaçlı yasaların çıkışına karşı lobi yapılır. Kamuoyu yanlış bilgilerle yönlendirilir, “kontrollü asbest kullanımı” gibi bir yalan ortaya atılır.
Gemi endüstrisinde '70'li yıllarla '90'lı yıllar arası dönemde Fransız tersanelerinde gemi bakım işleri ağırlık kazanmaya başlar. Güvencesiz işçilerin çalıştırılması giderek yerleşikleşir ve aynı tehlikeli çalışma koşulları sürer. Aynı dönemde gemi piyasasında küreselleşme de başlamaktadır. Ulaşım-nakliye sektöründeki sermaye birikimiyle bağlantılı olarak Asya'daki (özellikle Kore, Japonya, Çin) tersanelerde müthiş bir büyüme gerçekleşir.
Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve Türkiye
2000'li yıllardan itibaren bu kez çok büyük bir gemi söküm piyasasıyla karşı karşıya kalırız. Her yıl gemi söküm tersanelerinde 1000'den fazla büyük gemi Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve tahmin edebileceğiniz üzere Türkiye'de sökülmektedir. Bu dünyadaki en fakir işçilere, dünyadaki en güvencesiz koşullarda, devasa bir zehirli madde transferi demektir. Aliağa örneğinden giderek gemi söküm alanında çalışma koşullarının bir fotoğrafı çekilebilir:
İş kazaları sıklıkla görülür (elle gemi parçaları kesilirken, kırılırken yaşanan yaralanma ve ölümler). Geminin içinde kalan zehirli maddelere maruz kalınır, ayrıca da gemi söküm kaynaklı ortaya çıkan özel risk ve tehlikeler söz konusudur (örneğin boya hatta diğer sağlığa zararlı maddeler bile kaldırılmadan gemi kesimi yapılır; kesim sırasında zehirli gaz çıkar, aldırılmaz, çalışılır). İş kazalarına dönük hiçbir tazminat yoktur (son yıllarda ölümlü kazalar kayda geçmesine karşın). Bölgede kanserden ölüm oranı çok yüksek olmasına rağmen mesleki hastalık tanısı olarak kanser teşhisi sıfırdır. Türkiye'de de, Asya'da ve diğer yerlerde olduğu gibi tersanelerde halk sağlığı dikkate alınmaz, sendika yoktur, işçilerin örgütlenme hakları yoktur.
Devletin rolü
Devletin (hükümetin, parlamentonun, halk sağlığı bürokratlarının, mesleki sağlık uzmanlarının) rolüne geldiğimizde de burada sektördeki lobilerin başarısına tanıklık ederiz. Koşulların zehirli, tehlikeli olup olmadığına dair kuşku ve belirsizlik yeniden ve yeniden inşa edilir. Tanıların tespiti ve bunlara ulaşılmasında uluslar arası eşitsizlikler kullanılır; Hindistan ve Brezilya nüfusunun çoğu için teşhis, tanı, bilgilere ulaşım ve yayımı söz konusu değildir. Lobiler sürekli asbestin ve diğer zehirli maddelerin zehirli olduğuna dair baştan yeni kanıtlar isterler. Halk sağlığı politikalarında, hatta tanımında bile, siyasi iktidar ile ekonomik iktidar arasında bir bağımsızlıktan bahsedilemez, çünkü yoktur. Kanser alanında bilimsel araştırma siyasetini belirleyenler ise; kanser ilaçları üzerinde yükselen devasa ilaç sektörü, lobilerin finanse ve kontrol ettiği “yinelemeli” olarak tekrar tekrar yapılan araştırma ve incelemeler alanı, davranış değişikliği (“sigarayı bırak” vs) stratejileri ve kesinlikle ve hiçbir şekilde (GISCOP gibi) alternatif araştırmalara izin verilmemesi olarak özetlenebilir.
Adalet arayışı
Adalet arayışları mücadelesi açısından bakıldığında genelde karşımıza tazminat örnekleri çıkıyor ve bunlar da gerçek bir tazmine yakınsamadıkları gibi, aslolarak da sonuç veren cezai davalar hemen hiç görülmüyor. (Bir kuraldışı örnek olarak büyük zorluklar yaşanmasına karşın İtalya'daki mücadele incelenmelidir). Gerek Fransa gerek Türkiye dahil tüm ülke yasalarında bir başkasını hayati tehlikeye sokmak, buna sebebiyet vermek ve insanları öldürmek suç olmasına karşın (sadece Fransa'da asbeste bağlı kanser sonucu her yıl 3000 ölüm yaşanıyor) hiçbir şey yapılmıyor. Burada sorunlar nasıl küresel ise, mücadelede de küresel bir hat çizilmesi ihtiyacı kendisini dayatıyor. Acil olarak birincisi, mesleki hastalıkların görünürlüğü sağlanmalı, bu kahredici görünmezlik duvarı yıkılmalı. İkinci acil adım olarak kurbanlar ve ailelerine adil bir tazminat sağlanmalı. Sorumlu kişilerin mahkumiyeti sağlanmalı, bunlarda cezalandırma da özellikle İtalya'daki Torino davasında olduğu gibi çokuluslu şirketlerin yönetim kurulları üyelerine dek uzanmalı. Ve acil adımlar kapsamında dördüncü olarak işyerlerindeki sağlık ve güvenlik kurullarından başlayarak kanserojenler ve diğer zehirli maddelere karşı gündelik, somut, fiili bir mücadele yürütülmeli.
Annie Thébaud-Mony'ye göre küresel işçi sağlığı mücadelesinde dört aktörün ittifakı sağlanmadan sonuç alınması çok zor görünüyor: Sendikalar ve ilgili örgütler; endüstriden bağımsız mesleki hastalıklar alanında çalışan araştırmacılar ve hekimler; avukatlar ve diğer hukuk uzmanları; ciddi biçimde araştırmalar yürüterek kötü çalışma koşullarının sebep olduğu sağlık sorunları gerçeğini ve ödenen insani ve soyoekonomik bedelleri kamuoyuna duyuran gazeteciler.
Özellikle işyeri hekimlerinin yoğun bir katılım sergilediği etkinlikte karşılıklı deneyim aktarımıyla devam eden paylaşımın ardından katılımcılar Annie Thébaud-Mony'nin Ayşe Güren'in çevirisiyle Ayrıntı Yayınları'ndan 2012 yılında yayımlanan “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır” adlı kitabını kendisine imzalatma ve sohbet şansını da değerlendirdiler. (NG/HK)
Annie Thébaud-Mony kimdir?
Ulusal Sağlık ve Tıp Araştırmaları Enstitüsü (INSERM) onursal başkanı, halk sağlığı uzmanı, sosyolog ve yazar. Ayrıca, 13. Paris Üniversitesi Mesleki Kanserler Bilimsel İşbirliği Topluluğu’nun (GISCOP) yöneticisi, asbest kullanımına karşı uluslararası düzeyde mücadele eden birliklerin oluşturduğu Ban Asbestos Ağı’nın da sözcüsüdür ve halk sağlığını koruma amaçlı Henri Pézerat Derneği’nin başkanlığını da yürütmektedir.
Başta mesleki kanserler olmak üzere işyeri kaynaklı hastalıkları, iş yasaları, altişveren ilişkileri, sosyal eşitsizlikler ve halk sağlık hizmetleri gibi geniş bir çerçevede bireysel ve kolektif araştırmalar yapmaktadır.
2012 yılında Fransız hükümetince kendisine verilen Legion D’Honneur nişanını, işçi sağlığı alanındaki her türlü işin kolektif yapıldığı ve devletin bu alanda metalaştırıcı dinamikleri destekleyici politikaları olduğu temellendirmesiyle açık bir mektup yazarak kabul etmemiştir.