Ne güzel! Hükümet, demokrasiyi önce ‘paketliyor’, sonra paketi açıyor. Bu kaçıncı demokrasi paketi bilmiyorum, ama hükümetçe alay-ı vala ile sunulan bu demokrasi paketlerinin içinden çıkanlar, hiç de ambalajlarının gereği olan özelliklere sahip değiller. Elbette boş değiller ve içlerinden demokratik tatlandırıcılar çıkıyor.
Her paket açılışında ve açılış sonrasında, hükümet ve her tür çevresinden oluşan bando takımı, ‘demokrasiyi biz getiriyoruz, alın size demokrasi, daha fazlasını da getireceğiz, bekleyin yeni paketlerimizi’ mealinde ‘parçalar’ çalıyor.
İtirazım paketten çıkanlara değil; itirazım paketlerin, hele son açıklanan paketin çok yetersiz oluşunda. Yine itirazım, paket paket diyerek demokratikleşme sürecini hükümetin bilerek ve isteyerek kendi çıkarları ölçeğinde bir içeriğe ve zamana bağlamasıdır.
Bu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin bir keyfiyetidir. Dolayısıyla paket paket demokrasi meselesi sıkıcı olmaya başladı. Hükümet, toplumun demokrasiye hakkı yokmuş ya da toplum, demokrasinin değerini bilmiyormuş da, kendisi topluma demokrasi bahşediyormuş tavrında.
Üstenci tavırla sunulan paketler demokrasisinin asıl kanalının demokratikleşme programından çok, AKP’nin iktidarını uzun vadeli kılmanın siyasal çalışması olarak gözüküyor.
Özellikle son pakette barajı indirme görüngüsü altında yatan seçim sistemine ilişkin seçenekler hususu, seçim aritmetiği tekniklerine göre AKP’nin seçim taktiklerini içermektedir. Olabilir ve iktidardaki parti, seçim sisteminden yarar sağlama yollarını arayabilir. Böyle de olmuştur.
Hemen belirteyim ki, böyle de olsa, demokrasi paketleri çok yetersiz de olsa, demokrasi için atılan her adımı destekliyorum. Ve paketteki maddelere, maddelerin gerisinden itiraz eden muhalefete (Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi vb.) katılmıyorum.
Son paketin maddelerine ilişkin çok yazıldı. Tekrara düşmek istemiyorum. Yazının konusu paketin içeriğini değerlendirmek olmadığından yalnızca iki noktaya değinip geçeceğim.
Mor Gabriel Manastırı’nın arazilerine önce el koyup sonra iade etmek; adaletsizliğin derin acısını yaşatıp sonra da, kendi mallarını kendilerine vermenin sevincini yaşatmaktır ki, ceberut devlet, bunu bile bize bir ileri adım saydırmaktadır.
Tıpkı yer adlarını değiştirerek bellekleri silmeye çalışan ve bu yolla yazdıkları uyduruk tarihe uygun zihniyetlerde makbul vatandaş yetiştirmeleri gibi.
Bu ülkede böyle kaç bin acı yaşandı, yaşanıyor acaba? Öyle boğulmuşuz ki, küçücük hava deliklerinden aldığımız havayı dünyanın/demokrasinin kendisi sanıyoruz!
Bir diğer nokta da, bu pakette Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının beklendiğiydi. Ancak hükümet beklentiyi boşa çıkardı. Uzun yıllardan beri Rum toplumuna yapılan bu son derece açık haksızlığın giderilmeyişi, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun açıklamalarıyla bize hala mütekabiliyet esasının halklar üzerinden işlediğini gösteriyor.
CNN Türk’te Hande Fırat’ın sunduğu programa katılan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Bu konuya [Heybeliada Ruhban Okulu] Yunanistan'la aramızda mutlak bir mütekabiliyet meselesi olarak bakmıyoruz. Ancak, Yunanistan da evrensel hukuka saygı göstermelidir. Örneğin Batı Trakya'da müftülerin atanmasını kabul etmek mümkün değil. Selanik'teki cami kapalıysa, Atina'da bir cami bile yoksa biz de Yunanistan'dan adım bekleriz.”
Görüldüğü gibi Davutoğlu, konuşmasının mantığını tam bir mütekabiliyet ilişkisi üzerine oturtuyor, ama aynı konuşmada Yunanistan’la aramızda bir mütekabiliyet meselesi yoktur diyebiliyor. Eğer Yunanistan haksızlık yapıyorsa, bizim de yapmamız gerekmiyor! İktidarlar, halklar üzerinden sorun üretip yine halklarını eziyorlar. Azınlık olmak, katmerli acılara gark olmak demek!
Demokratikleşme bir talep meselesidir
Hükümet bir sonraki paketi yerel seçimlerden sonraya bıraktığını açıkladı. Gıdım gıdım demokrasi böyle olsa gerek. Umutlandır, beklenti yarat, çözümün yolu benim iktidarımdan geçer ve bana oy ver de. Tekrar iktidar olayım ve size güzel güzel paketler açayım diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir açıdan aslında demokrasiyi paketliyor!
Paketteki maddelerin çok daha fazlası gerekiyor. Ve aslında kaç paket olursa olsun, Türkiye’nin demokratikleşmesinin odağında Kürt sorunu yer almaktadır. Bu sorun demokratik bir çözüme kavuşturulmadığı sürece ülkenin özgürleşmesi mümkün değildir.
Çünkü devletin çürüme alanlarının en büyüğünü bu alan oluşturmakta. Sorunun çözülmesiyle birlikte bu devletin oligarşik, otoriteryan ve tek tipçi egemenlik biçimi, haklar temelli bir hukuka doğru dönüşecektir.
Demokrasi paketlerini reddetmek de, bunları salt övmek de iki zıt tavır olmakla birlikte, her iki tavır da, demokrasi dışıdır. İlki zaten demokrasiyi reddediyor; ikincisi de, demokrasi bundan ibaretmiş yanılsaması oluşturarak, bizi demokrasi dışı bir alanda, olduğumuz yere hapsetmeyi amaçlıyor.
Elbette demokratikleşme bir süreç ve özellikle talep meselesidir. Hükümeti, “Ben istediğim kadarını veririm” deme yerine, “Ben vermek zorundayım” noktasına çekmek gerek.
Başbakan Erdoğan’ın paket merasimlerinde ‘bakın size şunları veriyorum, onun yanında bunu da veriyorum, bunları bile bulamıyordunuz, sabredin ileride şunları da vereceğim’ türü tavırlarının bizatihi kendisi demokratik bir anlayışa ve olgunluğa sahip değil.
AKP’nin hükümet olduğu ilk dönemlerini anlamaya çalışmak gerek. Ancak AKP, hükümet olmaktan iktidar olmaya çoktan terfi etti. AKP, artık devletin kaptanıdır! Demokrasiye yelken açmamasının hiçbir bahanesi kalmamıştır. Açmıyorsa, zaten rotası demokrasiye dönük değildir!
Hükümetin ne zaman, nasıl açacağı belli olmayan ve keyfine kalmış paketlerine mahkûm muyuz? Demokratikleşmenin, hak ve özgürlüklerin belirsiz tarihe ertelenmesi, mevcut zulmün, adaletsizliğin, temel hak ve özgürlüklerin gaspının devamı anlamına gelmiyor mu?
AKP iktidarının paket demokrasisi konusunda Hasan Cemal’in, “Yeterini vermeye gücün kudretin bal gibi de yettiğine göre... Neden yeterini vermiyorsun?” sözü, gerçeği eni iyi şekilde özetlemektedir.
Neden?
Bunun için iktidarın ekonomi ayağına bakmak gerekir ki, bu ayrı yazıların konusudur... (HŞ/HK)