*Ayvalık'ta her kapı önünde bir kedi, Olea Leya Oteli
Çocukken zihninize kazıdıklarınız sizi ömür boyu bırakmaz. İyi veya kötü. Benim anılarımda yer eden Ayvalık Çamlık'taki kocaman bahçeli ev gibi. Halam, eniştem ve kuzenlerimin orta katında yaşadıkları ev, hâlâ hayal kurarken aklıma düşer. Büyük, denize bakan balkonunda kaç kere upuzun masalar kuruldu kim bilir? 40 yıl önceki mutfakta ve salondaki yer karolarını artık 'retro' denilerek döşenen pek çok evde görür oldum.
Bir odadan diğer odaya gitmek epey zaman alırdı. Hele o ormana bakan mutfağı yok mu! Oradan bir de kapı açılırdı ağaçlara doğru. Yıkanan çamaşırlar burada kurutulur, bazen ormanın derinlerinden kaplumbağalar gelirdi.
Büyük bir bahçe, beyaz boyalı demir masa ve sandalyeler...
Merhaba Ayvalık ve Ayvalık Uluslararası Film Festivali.
Festival direktörü Azize Tan, "Ayvalık sadece deniz güneşle anılmaktan çok daha fazlasını hak ediyor" demişti.
Evet, Ayvalık Rumlardan kalan eski taş evleri, kültürü, tarihi, lezzetleri dışında iki yıldır bir de film festivaliyle anılıyor.
Ayvalık'ta bir film festivalini takip ederken gerçek bir şehir festivalinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Dar sokaklarında sinema ve söyleşi mekânlarına yürüyerek ulaşmak, o arada bir birayla, kahveyle ya da lor tatlısıyla soluklanmak, sohbet etmek bu festivali çok daha kıymetli yapıyor.
Yönetmen ve oyunculara denk geliyorsunuz sokaklarda.
Bir filmden başka bir filme koştururken el arabasında kitaplar satan Eskici Ferdi'yi görüyorsunuz:
"Fiyatlar yarı yarıya düştü! Taze fasulye 80, barbun 110 olmuş. Sudan ucuz!"
Ya da her kapı dibinde pinekleyen kedilere kayıtsız kalamıyorsunuz. Sadece İstanbul'u kedilerin şehri sanıyormuşuz meğer!
Barınma krizi, işçi koğuşları ve şantiye İstanbul
Festival programı ve konukları bu yıl dolu dolu. Bazı filmlere bilet bulmak mümkün olmuyor.
Programda yer alan "Boşlukta" filminin yönetmeni Somnur Vardar konuklardan biri. Yapım yılı 6 yıla yayılan ve İstanbul Film Festivali'nde "En İyi Belgesel" ödülüne değer görülen film, İstanbul'un sürekli şantiye hali arka fonunda ilerliyor. Ekonomik kriz, barınma sorunu ve işsizliği inşaat işçilerinin dünyasından izliyoruz. Mardinli atanamamış öğretmen Ferhat ve üniversiteye girmek isteyen kuzeni Emrah.
Filmde aynı zamanda iş cinayeti ve emek sömürüsüne karşı direnişi de görüyoruz.
Vardar şunları söylüyor:
"Mekanların elimizden kayışıyla ilgili bir hikaye anlatıyorum bir taraftan. Evet, İstanbul koca bir şantiye gibi. İşçiler de bu evleri üretenler, ama ne yazık ki hâlâ barınma krizi yaşanıyor çünkü o evler aslında onlara, bizlere yapılmadı. Filmde aynı zamanda bir gerçek de gözümüze vurdu; İnşaat işçilerinin hepsi Kürt. Üç nesil, okuduğu halde bu alana sıkıştırılmış durumdalar."
İşçi koğuşlarındaki yaşamları, ücretlerini alamayan işçilerin şantiye işgallerini ve büyük bir kentsel yıkımı anlatan "Boşlukta" filmi öncesinde ise Fırat Yücel'in yönettiği "8 Mart 2020: Bir Günce" adlı kısa belgesel film gösterildi.
"Mizahi ton, hayatla başa çıkmak için bir yöntem"
İlk gösterimi bu yıl Rotterdam Film Festivali'nde gerçekleşen Umut Subaşı'nın festivalden bu yıl Yeni Bir Senarist Ödülü'nü kazanan ilk uzun metraj filmi "Sanki Her Şey Biraz Felaket", Türkiye'de son yıllarda artık pek çok kişiyi saran çıkışsızlık ve mutsuzluk duygusunu mizahi bir şekilde anlatıyor.
Yönetmen konunuyu özellikle 20'li yaşların ortalarındaki kuşak üzerinden ele alsa da salondaki herkes bir şekilde bağ kuruyor filmle. İnsan kendine bir noktada üzülüyor ama daha da üzülenler çıkıyor salonda; onlar da ebeveynler. Filmin sonundaki soru-cevap bölümünde gözyaşlarını tutamayan bir anne, "Salonda herkes güldü. Ben de gülmek isterdim ama üzüyor bu halimiz. Çocuklarımız ve onların gelecekleri için kaygılıyım" dedi.
1990 doğumlu Subaşı filmin yapısını kurarken özellikle seyirciyi dürterek hikayeden koparmak isteğinin altını çiziyor.
"İzleyicinin karakterlerle özdeşleşmesini engellemek isterim, diğer kısa filmlerim de biraz böyle. Komedi olarak ele almıyorum, filmin mizahi tonu hayatla başa çıkmak için bir yöntem
"Aslında filmi sadece Türkiye'yi düşünerek yazmadım. Yurtdışındaki gösterimlerde de herkes bir şekilde filmle ilişki kuruyor. Yurtdışı izleyicisi aralarda verilen Türkiye'ye dair haber başlıklarıyla pek ilgilenmiyor, bu hoşuma gidiyor. Dünya tam olarak bu noktaya gidiyor. Bizim kuşak ebeveynlerimizden çok daha dezavantajlı."
Ayvalık'ta bir mübadele filmi
Programda olan ve Ayvalık ile bağlantısı olan bir film de "Sıla Hasreti." Yönetmen Gülsel Özkan Mübadele'nin 100. yılında çektiği belgeseli, "vatanını son bir kez göremeden ölen Türk ve Rum mübadillere" ithaf etmiş.
"Üç nesil için bir travma Mübadele. Filmde yer alan üçüncü kuşak bir adam her yıl ata toprağı Bursa Görükle'yi ziyaret ediyor. Herhangi bir yer gibi geliyordu bana orası. Ancak onunla birlikte sokakları gezince anladım, kökleri orada olduğu için başka türlü hissediyor. Birçok insan özlemle öldüler" diyor yönetmen.
Mübadil torunları da gösterim sırasında salondaydı ve filmin sadece Rumların acılarını verdiğini söyleyenler oldu. Üçüncü nesil bir mübadil torunu, "Anneannem hiç Türkçe konuşamamış. Benim onlardan duyduğum hikayeleri bu belgeselde pek göremedim" dedi.
Festival bugün ve yarın; Vural Sinemas, Sanat Fabrikası, ASKEV Sera, Amfitiyatro ve Eski Köylü Pazarındaki gösterim ve söyleşilerle devam ediyor.
(AÖ)