“Özen üzerine” adını verdiğim bu yazının yolculuğu bir soruyla başladı: “Sevgi ile saygıyı bir kavram altında bir araya getirsek ya da ikisini birbirine katıştırsak ne elde ederiz?” Yıllardır bunun üzerine düşünür dururum. Epeydir, sanki hayatın önemli bir gizemini çözmüş, o gize erişmiş şanslı, şanslı olduğu kadar da mutlu birine dönüştüm. Hani bilmek, acı verir denir, önüne ardına bakmadan da bu aforizmayı giyinir, gözlüğümüze dönüştürür öyle bakarız dünyaya: Mutluluk cehalettir ya da cehalet mutluluktur.
Bu ve benzeri sözler, slogan gibi gelir, bir diğer deyişle bilgisel değeri olmayan sözler. Ama böylesi duyguya oynayan sözlerin pazaryerlerinde alıcısı da çokça olur. Hiç eskimezler.
Oysa her biri bir anlama içkin olan kavramlar, yan yan geldiklerinde bir iddiada bulunurlar. Her iddia gibi örtük ya da açık kimi varsayımlara dayanırlar. “Bilmek acı çekmektir.” bir yargı cümlesidir; bu bakımdan da iddia tıpkı cehalet mutluluktur gibi.
Sevgi ve saygı da bu iklmin dışında değil. Sıkça anılır, aranır, talep edilir. Belki de gündelik dilde en çok kullanılan kavramlardandır. Sıklıkla da bunların anlamlarına vakıf olduğumuz varsayılır. Diyelim ki varsayımımız doğru, anlamlarına haiz ya da vakıfız. Bunların yani sevgi ve saygının ne olduğunu bir başka yazılamaya bırakarak düşünmemizi sürdürelim. Şimdi, bunları -sevgi ile saygı- birleştirsek ya da ikisini bir kavram altında toplamak istesek ne çıkar? İkisini içeren bir ifade var mıdır dilimizde? İkisi, hangi şemsiye altında toplanabilir? Buradaki muradımız, ikisini belli bakımlardan, ama eksiltmeden, şemsiye altında bir araya getirmek. Özen, sanırım, böylesi bir kavram. Neden? Nasıl?
Evet, her dilde var olan, gündelik yaşamı, ilişkileri taşıyan önemli, işlevsel kavramlardan olan sevgi ile saygının eksilmeden birleştiği kavramı bulduğumdan bu yana mutluyum. Aydınlandım deyim yerindeyse. Özen kavramını giyinerek baktığımda pek çok tuhaflığın da üstesinden gelebildim. Nasıl mı? Anlatmaya çalışayım.
Çocukluğumdan bu yana anlamakta güçlük çekerdim. Felsefe tahsil ederken de çalışma hayatında da özel ve/ya sosyal ilişkilerde de hep şaşırdığım durumlar olur/du. Şaşkınlığımın temelinde tutarlılık arayışı/m vardı. Sonradan anladım. Nasıl oluyor da sevgi, saygısız; saygı sevgisiz düşünülebiliyor? İnancıma göre olamazlar ama yaşanmaları bu şekilde oluyor/du. Tuhaf ya da tutarsız, bu nedenle de anlamsız olan böyle yaşanması/ydı. Çünkü bu kavramlar dizisinin varlık nedeni, sıkça ifade edildiği gibi ya da felsefi iletişimin aksiyomu ile söylersek kavramlarla yaşıyoruz, yargılıyor, seviyor, ölüyor, öldürüyoruz. Kısacası kavramların üzerine bir Hayat kuruyoruz. Her bileşeni de kavramlardan olan bir hane içindeyiz. Mutluluğumuz, hanemizi oluşturan kavramlar -ya da yapı taşları diyelim- arasındaki göreli uyum ya da harmonia.
Mutlak uyumdan söz etmiyorum elbette. Birbirini gören, duyan, gözeten, anlayan, birlikte var olduğu kişi evreninde birbirine rengini verebilen, verdikçe de akışkanlık kazanabilen bir uyum.
Bu, bir tablo ya da afişte yer alan ayrıntılara da benzetilebilir. Bunların bir arada olması nasıl kompozisyon anlamına gelmiyorsa insanın hanesinde pek çok kavramın birlikte varlığı da orada bir Hayat -ki bunu etik bir moment ya da varlık olarak anlıyorum- olduğu anlamına gelmiyor.
Kültürel belleğimiz de diyebileceğimiz sözlüklerdeki kökensel anlamlarla soruşturmamızı derinleştirelim. Öz’den yani “benlik, kendi” sözcüğünden evrilen özen, Eski Türkçe ö- “düşünmek, bilincinde olmak” fiilinden Eski Türkçe +Uz ekiyle türetilmiş olabileceği, kesin olmamakla birlikte, ileri sürülüyor. Modern Azericede kendim yerine öz ya da özüm kullanılmaktadır.
Özen sözcüğünün Türkçe etimolojisi, sevgi ile saygıya içkinliğini “düşünmek, bilincinde olmak” anlamlarıyla somutlamakta. Düşünmek, umursamak, saymak, gözetmek anlamlarına gelir; bilincinde olmak da onun ayırdında olmak, onun var olduğunu anlamıyla bilmek anlamına gelir.
Sözcüğün Arapçası da benzer bir anlama sahip. İtina, -ny kökünden gelir. ˁtināˀ “önemseme, özen gösterme” anlamındadır. Arapça -anā “düşündürdü, kaygılandırdı, önem ve anlam taşıdı” eyleminin masdarıdır.
Felsefi İletişim açısından özen kavramını ele alalım. Muradımız, kavram duruluğu sağlayarak anlam sağlığımızı iyileştirmek, zihinsel anlamda katharsise ulaşmak. Böylece sonsuz değişkenin kesişmesiyle oluşan anlarda yaşadığımız karşılaşmalarda öznesi olabildiğimiz duruşlar sergileyebilen bir Hayat/ı yaşamak. Bir tür zihinsel katharsiz ya da anlam arınması olarak da adlandırılabilen güvenli bir hale yaratmak. Böylece karşılaşmalarımızdaki duruşlarımızın yan yana gelmesiyle harmonik bir kompozisyona ulaşmak. Belki de mutluluk bu harmonianın kendisi ve/ya türevi.
Peki söz konusu anlardaki duruşlarımıza rengini veren kavram/ımız nedir? Hangi anda hangi kavrama yaslanarak oluşur duruşumuz? Nereden, neye, ne ya da kim olarak hangi kavramla bakarız? Öznenin, bu bakışla birlikte var olabilen bir varlık olduğu söylenebilir. O halde bizi bir özne ya da kişi olarak var eden kavram dünyamız nasıl bir evrene sahiptir? Bu içiçeliği nasıl durulaştırabiliriz?
Hadi gelin her kavramda kaçınılmazcasına var olan bu içiçeliği özen kavramı özelinde çözümlemeye çalışalım, çalışalım ki “Düşünmek, özgürleştirir.” sözüne can verelim. Kavramları açımlamanın anlam dünyamızı esneterek genişleteceğini deneyimleyelim. Çünkü deneyimlerimizi anlam dünyamıza tercüme ederek bilişimizi, düşünüşümüzü, kavrayışımızı, anlayışımızı, yargılayışımızı, sevişimizi, kişiselleştirerek kendi Hayatımızın öznesine dönüşebiliriz.
Felsefi iletişim yöntemine yaslanarak özenin duygu, yaşantılama, inanç ve bilgi ayaklarına odaklanalım. Bununla birlikte imgesine de. Özen, bunların toplamı, bu öğelerin her birinin bir araya gelerek oluşturduğu bir yapı; imge/si ise, bu yapının türevi, temsili; bir diğer deyişle de yüzüdür.
Her kavramı bütünlüğünde yaşarız. Yukarıda anılan duygu, deneyim ya da yaşantılama, inanç ve bilgi bir araya gelerek özenin anlamını oluşturur. Bunlarla birlikte var oluruz. Belli bir konuyu ya da kavramı anlamaya yönelik çeşitli sorular sorma olarak içeriklendirdiğimiz sorulama,cangılda açacağımız patikanın kılavuzu olabilir. Sorulama, kavramın anlam dünyamızdaki izdüşümlerini yakalayıp her birinin ucunu bir diğeriyle ilişkilendirmemizi olanaklı kılar. Özenli davranışın öznesi, nesnesi ya da tanığı olarak yaşantıladığımızda buna eşlik eden duygularımız neler? Bu duygular arasındaki örüntü nedir? Özeni hangi duygularla yaşıyoruz? Özene dair inançlarımız neler? Bu inançlarımızın kaynakları, bilgisel değeri nedir? Ne tür deneyimlere sahibiz? Özene dair tutumumuzu dayandırdığımız bilgi evrenimizde neler var? Bu bilgilerin kaynağı nedir? Bu bilgiler bir araya geldiğinde çelişki yaratıyorlar mı? Aralarında göreli bir bütünlükten söz edilebilir mi?
Sorulama, yeni sorularla derinleştirilebilir. Her bir soru yeni çağrışımlar; bunlar da yeni imgeler yaratır. Kavramın imgesi, bütünlüğünde onu nasıl yaşadığımızı imler. Bu bütünlük arasında Hayat, göreli uyumda/n doğan, yeşeren bir canlılığa sahiptir. Sözünü ettiğimiz o uyumun türevi akışkanlaşan Hayat, mutluluk üretir. Mutluluk, bu bakımdan özenin bir yüzüdür denebilir.
Hayat, canlılıktır. Canlılık iradeye içkin. Sevgi, yaşamak iradesinin Hayata yönelmesinde; saygı, bağlamdaki her bileşenin gözetilmesinde açığa çıkar. Özen, sevgi ve saygıyı bir şemsiye altında toplayarak kendine içkinleştirir. Özen, işte bu nedenle yaşamak iradesini Hayata tercüme eder. Bu tercümeden doğansa bağlamın gözetilmesinin meyvesi olan güven; güvenin yarattığı huzur, huzurun araladığı özgürlük kapısından sakınmasızca akan Hayat… (MVB/AS)