24 NİSAN MANİFESTOSU
Geçmişin ağıtlarını, yarının şarkılarına dönüştürmek

Van Gölü'nün mavi sularında yansıyan Akdamar Kilisesi'nin silueti, bu toprakların unutulmaya yüz tutmuş çok dilli rüyasını anlatır bize.
1915’te yaşanan trajedide susturulan çanların yerine, şimdi taşlar konuşuyor: "Geçmişi bir mezarlığa hapsetmeyin, geleceğin tohumlarını ekin" diye fısıldıyorlar.
Bugün, 109 yıl sonra, Hrant Dink’in ‘suçu’ olan ‘öteki’nin acısını sahiplenme cesaretini kuşanarak, tarihin ağır yükünü taşımak değil, onu dönüştürecek yeni bir dil geliştirip o dilde muradımız olan barışı muştulayan yarının şarkılarını söylemektir.
Diyarbakır’da Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin restore edilen duvarlarında, Van’da Akdamar’a çiçek bırakan gençlerin ellerinde, İstanbul’da ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ni Ermenice seslendiren Türk müzisyenlerde yepyeni bir hikâye filizleniyor.
1915'i anarken yaptığımız en büyük hata, onu müzelik bir trajediye dönüştürmektir. Oysa geçmişle yüzleşmek, sadece acıyı hatırlamak değil, o acıdan yeni bir insanlık inşa etmektir. Van'da "Kayıp Hafıza" projesini yürüten Kürt ve Türk gençler, sadece Ermeni mahallelerinin haritalarını çıkarmıyor, aynı zamanda o mahallelerin ruhunu bugüne taşıyor.
Diyarbakır'da Surp Giragos Kilisesi'nin avlusunu dolduran Ortadoğu şarkıları, yalnızca kültürel etkinlik değil, bu toprakların çok dilli rüyasının dirilişidir. İstanbul'da bir Türk yazarın Ermenice öğrenmesi, sadece dilsel bir merak değil, tarihsel bir adalettir.
Anneannemin anlattığı gibi: "Komşu, kapını çalmadan girebilendir." Bugün bu kadim bilgiyi yeniden keşfedebiliriz. Diyarbakır'da bir Kürt ailenin, evlerine dönen Ermeni komşularına "hoş geldin" demesi, sadece bir nezaket değil, tarihsel bir sorumluluktur.
Van'da bir Türk öğretmenin, öğrencilerine Akdamar'ın sadece bir turistik mekân değil, bu toprakların ortak hafızası olduğunu anlatması, pedagojik bir görev değil, insani bir sorumluluktur. İzmir'de bir Ermeni aşçının Türk ve Kürt çıraklara yemek sırlarını öğretmesi, sadece mesleki bir aktarım değil, kültürel anlamda hepimizi zenginleştiren bir armağandır.
Yarın, bir Türk çocuğu ile bir Ermeni çocuğu aynı sokakta top oynadığında, tarih artık bir ders kitabının sayfalarında değil, bir anne ninnisinin nakaratında yaşayacak: "Uyusun da büyüsün, barışı büyütsün..." Okullarda "1915'i anlat" dersleri değil, "2025'i birlikte nasıl kuracağız?" atölyeleri olabilir. Üniversitelerde "Ermeni meselesi" konferansları değil, "Ortak yaşam kültürü" atölyeleri, çalıştayları yapabiliriz. Mahallelerde "öteki"ni anlama projeleri değil, "birlikte üretme" atölyeleri açabilir; üretimlerimizi sergileyerek bir başka dünyanın olanağını ete kemiğe büründürerek estetize edebiliriz.
Kiliseler ve camiler, turistik anıtlar değil, canlı diyalog mekânlarına dönüşsün. Akdamar'da ayinler kadar şiir geceleri, Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nde ibadet kadar kültür festivalleri düzenleyerek ortak değerlerimizi, canlı hafıza mekanlarına dönüştürebiliriz.
Van'da Ermenice, Diyarbakır'da Kürtçe, İstanbul'da Türkçe yaz okulları açarak dillerin, yalnızca iletişim aracı değil, birbirini anlamanın, birlikte yaşamanın kısacası barışın zamkı olduğunu göstermek yanında yaşayabiliriz.
Ermeni-Türk-Kürt evlilikleri "istisna" değil, "norm" haline gelebilir; en kadim barış antlaşmalarımızdan dünürlük de ortak geleceğimize hizmet edebilir.
Diyarbakır'da Ermeni ustalardan öğrenilen taş işçiliği, Van'da Türk ve Kürt çiftçilerle birlikte ekilen toprak, hepimizin ortak mirasına dönüşebilir. Böylece siyaseten çizilen, kanla beslenen, düşmanlıkla yaşayabilen o sınırları geçersiz hale getirebiliriz.
Van'da bir mezarlıkta bulduğum lale soğanını Diyarbakır'a dikmek istiyorum. Biri "Bu toprakta büyür mü?" diye sorarsa. "Bilmiyorum ama denemeden bilemeyiz” diyeceğim.
24 Nisan'da mum yakmayı reddediyor, fidan dikmeyi tercih ediyorum. Çünkü barış, bir matem töreni değil, her sabah yeniden yeşeren bir komşuluk yani birlikte yaşam eylemidir.
Yarın torunlarımız bize bakıp "Siz acıyı konuşmayı başardınız, biz sevgiyi inşa ediyoruz" diyecek. İşte o gün Akdamar’ın çanları bir düğün şarkısı olarak çalacak.
"Komşu komşunun külüne muhtaçtır" sözü rehberimiz olabilir. Çünkü kül, geçmişin değil, yeni ateşlerin habercisidir. 24 Nisan’ı ocağımızdan tütenin barış olması dileğiyle anıyor, tarihselleşen acılar önünde saygıyla eğiliyorum…
(MVB/EMK)