Kadın, beden, kimlik, varlık, şiddet, örtünme, örtünmeme, taciz, ensest, tecavüz, pedofili, töre, güç, dil, hakimiyet, erk, iktidar, varolma…
Bu kelimeler, bir kaç zamandır kafamda dönüp duruyor, kadın bedeni, kimliğin varoluşu, şiddetle örtünme, şiddetle açılma, tacize, tecavüze uğramak, dilimi değiştirmek, hakimiyetin, erkin, iktidarın diline mecbur kalmak ya da VAROLMAK…
Geçtiğimiz günlerde seyrettiğim bir tiyatro oyunu, bir kadın hikayesi, aslen her kadının hikayesi düşündürdü bana bunları, Garajİstanbul ve 5. Sokak Tiyatrosu prodüksiyonu ile, Meltem Arıkan’ın metnini müthiş bir beden diliyle sahneye taşıyan Övül Avkıran’ın hepimize haykırdığı “Oyunu Bozuyorum” sayesinde düşündüm bunları…
“Oyunu Bozuyorum” sırf bir tiyatro oyunu değil. Aynı zamanda bir dans gösterisi, bir performans, bir video enstalasyonu.
Kadına yönelik şiddet her yerde
Oyun aslında fuayede başlıyor, bu toprakların en şahane kadınlarından birinin, Ka-mer Vakfı başkanı Nebahat Akkoç’un kadın olmak üzerine kurguladığı o muazzam şiddet karşıtı sözlerini dinliyorsunuz bir projeksiyon yardımıyla.
Nebahat, ekranda koskoca bir yüz olarak, bizi kendimizle, toplumla ve yaşadığımız coğrafyayla, dünyayla yüzleşmeye, kadınlarla yüzleşmeye, kadınlıkla yüzleşmeye davet ediyor.
En önemlisi de herkesin kafasındaki o “namus adına işlenen cinayetleri bir bölgeye mal etme” merakını yerle bir ediyor, durumun içini, aslını, gerçeğini anlatıyor, kadına yönelik şiddetin aslında her yerde olduğunu… Nebahat anlatırken, Övül Avkıran tam perdenin önünde bir sandalyede, Nebahati dinliyor büyük bir dikkatle…
Oyunun Ka-merli bir kadınla başlaması bir tesadüf değil. Övül ve Mustafa Avkıran bu iş için yola çıkarken Ka-mer’I düşünmüşler, bunu bir ortak iş olarak kurgulamışlar. Oyunun ilk kez sergilendiği Zürih Bağımsız Tiyatro Festivali’nde de Nebahat Akkoç oradaymış, şiddeti ve kadınlığı konuşmuş oyundan sonra.
Nebahat’in ekrandaki yüzü karardıktan hemen sonra, oyunun iki yönetmeninden biri (diğeri anlatıcı-oyuncu Övül Avkıran) Mustafa Avkıran, Garajİstanbul’un gongunu çalıyor ve bizleri içeri davet ediyor.
Çocuk tacizi, tacize uğramak
Övül Avkıran tek başına sahnede, insanı daha ilk andan yerine çivileyen bir çocuk tacizi hikayesiyle başlıyor, tacize uğrayan genç kızın yerine geçerek. Onu dinlerken varolmanın zorluğunu, aslen hafifliğin yalan olduğunu düşünüyor insan, zor ve meşekkatli bir yolculukla var olabildiğini kadınların, kadınlığın…
Ardından çok bildik pek çok hikaye geliyor, kadına, çocuğa, ezilmişe yönelik her türlü tacizin otorite, erk, iktidar, baba tarafından nasıl gerekçelendirildiğini anımsıyorsunuz, tüyleriniz ürperiyor bu kadar iyi bildiğiniz bir şey bu kadar sert bir şekilde yüzünüze çarpılınca.
Meltem Arıkan ve sesi Övül Avkıran o binyıllık soruyu dillendiriyor oyunun ortasında “Namusun mu? Namusum mu? Erkeklerin namusunu sadece kadınlar belirliyor, kadınların namusunu kim belirliyor? Namusum üzerinde benim hakkım ne?” Avkıran konuştukça, kafamda sorular uçuşuyor, “Namus ne?”
Gerçek, içten ve dürüst bir metin
Arıkan’ın metni sert, sert olduğu kadar da dürüst. Zaten aslında o insanı çarpan tarafı o dürüstlüğü, sertliğinden ziyade. Metnin ve sahnelenmenin bir süre sonra “cesur bir iş” olarak nitelendirileceğinden kuşkum yok, ancak ben cesur kelimesi yerine mesela gerçek, içten ve en çok da dürüstü tercih ederim, en azından izleyici koltuğunda aldığım buydu Övül Avkıran’dan.
Oyun boyunca bir kaç kez tekrarlanan bir cümle, bütün herşeyi özetliyor aslında, Avkıran “Bu beden benim. Bu beden benim bedenim….. Bu memeler, bu am benim. Hiçbir otoritenin; kocamın, babamın, erkek kardeşimin ve hatta hiçbir hakimin, benim bedenim üzerinde söz söyleme hakkı yoktur.” diyor.
Kadınlık ve beden, hem somut hem de soyut olarak baktığımda, bu sarsıcı metinden aklımda kalan bütün kelimeler yerli yerine oturuyor. Binyılların ağırlığı bedende ve kadınlıkta.
Meltem Arıkan ile Övül ve Mustafa Avkıran o binyılların ağırlığını kendi varoluşları üzerinden sorgulamayı belli ki başarmışlar, darısı başımıza demek lazım sanırım… (ÇM/NZ)