Yıl 1990’ların başı, Ergüder Yoldaş adlı önemli bir sanatçı Büyükada’da çalılar arasında “münzevi” bir hayat kurmaya başlıyor. Üniversite’de sevdiğim ağabeylerimden öğreniyorum onun adını, şarkılarını. Kim unutabilir ki Sultan-ı Yegah'ı, Mihrimâh'ı, Mahûr'ü? Tüketim kültürüne kimliğini borçlu popüler, best-seller tüketiciler belki de!
Yıl 2000’lerin başı, bir ağabeyim diyor ki, sevinçle, “Yoldaş Ergüder yeni besteleriyle küskünlüklerden kopup gelmiş”. Bu yazının odağı Ergüder Yoldaş ve onun yaşadıkları değil elbette. Bu yazı sadece aşk yarasının ne olduğunu çok iyi bilen, “vazgeçilen” bir yoldaşın hüzünlü dönencesinde kendini her şeye rağmen “oluşturma” istemine duyulan hayranlığı anlatmaktadır. Belki de bu yazı, Ergüder Yoldaş’ın kendini oluşturma isteminden bir tek ışık sızıntısı görme isteğidir; Faust’tan ona, ondan bize, bizden tüm yaşama yönelmiş!
Mefistofeles:
Söyle şimdi ne var burda? / Bu korkunç kayalığın ortasında inmende, / Böylesi ürkünç yerlere sokulmanda? / Çok iyi bilirim bunları, burda değil aradığın / Gerçekte, burası, cehennemin dibiydi.
* * *
Dün dündü. Ben bir rüya görmek istedim. Aklımı kandırmam gerekti. Kendimi Dionysos Şöleni’ne, Anatolia’ya götürdüm. Belki rüya kocamış kafalar için aldatmaktı, akıl ancak bulanınca aldatırdı. Beklemedim oyun beni bulsun, ben de oyunu. Başladım oyunu kurmaya kendime. Önce yıldızlara çıktım, insanlara baktım, onlar da yıldızdaki bana. Bıraktım kollarına bulutların, rüzgar örselesin diye. Tava gelmiş demir gibi narlandım, narlandıkça dans ettim, şeytan oldum bağırdım. Bol bol su içtim alkol damarlarımda sertleşsin diye. Bütün, büsbütün Amoros Peros.
Büsbütün yüzündeki gülümseme aydınlatıyor damarlarında akmayan kanı. Kadehteki o sıcak parmak izi, çocuk bakışları, küçük ve gizlenmiş heyecanı yüreğinin... Yeniden bıraktım kendimi, artık her yer karanlık. Sahi neden çocuklar “cennete kusmak var mıdır” diye sorar?
* * *
Goethe’nin o büyük gençlik dönemi eseri, Genç Werther’in Acıları, okuyucusunu, karşılık bulamamış aşklara doğru yelken açtırır, gözyaşlarına boğdurur. Çünkü Werther o gözyaşlarını hak edecek kadar acı çekmiştir. Kimileri soracaktır Werther’e; “Aşk böylesi yitip gitmek midir? Charlotte’un silüetinden başka bir şeyi anımsayamamak mıdır?” Hepsine evet ama evetten daha çok hayır!..
Eros, sevenlerin kalplerine “ölümcül ok”la dokunduğu her an, ölümsüz bir yapıtın doğmak istediği bilinmelidir. Aşk sadece savaşlar kadar ebedi, barışlar kadar geçici olan insani bir durumu anlatır. Hayatında barışa ve savaşa yer vermeyenler aşık olamazlar. Onlar ne Ergüder’i ne de Werther’i akıllı bulamayacaktır.
Ne yazık delirmemiş Charlotte’a!..
* Gonca Gül Taşçı, Felsefe Grubu Öğretmeni