Bu yargılanma ancak başkalarını duyarken, onları yaşarken -biraz şizofrenik bir empati ile- onları görme amacımı bir hedef haline getirirken gerçekleşebiliyor.
Çünkü söz bir vaat oluyor, vaat edileni gerçekleştirmek ise çemberi (kaderi-belirlenimi) yıkmak için bir hafıza. Tabi bunu dile getirmek bile yıkıcı, hatta o kadar hassas ki, gerçeğin kendisi abartılı bir yapmacıklığa dönüşebilir.
Slavoj Zizek okuyordum geçenlerde, gerçekte Zizek okumak ya da genel olarak politik psikiyatri okumak beni tahripkar kılıyor. Aklımdan bir türlü öteleyemediğim karmakarışık psişik düşünümlerimin hepsi birden bire algımın, düşüncemin, yansıtmalarımın içinde tomurcuklanıyor.
Gerçekten o zaman her şeye karşı ama hiçbir yerde oluyorum. Bu durum sonsuz sürgün hissine, bu his de sürekli bir şeylerden kaçtığımı sandığım yeni bir hissiyata dönüşüyor. Oysa gerçekte hareketsiz kalmışım bir bodrumda ve orada tek başıma çürüyorum.
Umuyorum sizi kırmaya çalıştığımı düşünmüyorsunuzdur, umuyorum size zarar vermek istemediğime inanıyorsunuzdur. Bu ümitlerimi dile getirirken şunu tekrar hatırlatayım, size karşı takındığım tüm tavırlar gerçekte kendime durmadan söylediğim şeylerdir, hatta tek düzeliklerimdir yani dürtülerimdir diye bilirim.
Oysa arzunun zenginliğini daha çok dile getirmek isterdim, ama onu dile getirmem şimdilik ancak alegorik katmanların içinde düşüncemin giriştiği arkeolojik yapılandırmalarla olanaklı gözüküyor. Ne ben bu yapılandırmaları tam anlamıyla çözdüm ne de siz bu tarz bir arkeolojiyi seviyorsunuz, en azından sembolik şiiri sevmemeniz bana bunu söyletiyor.
Şunu söylemeliyim ki, gerçek bir sanat, gerçek bir düşünce gizlenmez, giz bir alaydır çünkü, ama yine de gerçeklik kendini tam tamına hayal gücünün olanaklarıyla en zengin şekilde gösterir. Orada bir giz vardı sanırız, oysa olan giz değildir, sadece ruhların mezarlarına hakkıyla gömülmemesi meselesi vardır ve trajik olmak işte bu ruhlara itaatten kendimizi kurtarıp yaşama geçmek meselesidir.
Tabi ki burada bahsettiğim her şey 21. yüzyılın sosyo-politik koşullarını reddederek ifade edilmemiştir. Aksine ben psikiyatrinin, etiğin ve estetiğin yani en öznel deneyimlerin dışavurumlarını içeren bu disiplinlerin kamusal niteliğini reddedemeyeceğimizi iddia ediyorum. Yine de bu beni öznenin yapısı üzerine konuşmaktan alıkoymuyor.
Sizden şu pasajları değerlendirmenizi istiyorum: hata korkusu hatanın ta kendisidir.
* Histerinin obsesif nevrozla olan ilişkisini simetrik bir karşıtlık olarak inşa etmemize imkan veren bir dizi ayırıcı özellik vardır elbette;
* Histerik semptom bastırılmış bir arzuyu dile getirir, sahneye koyar, oysa obsesif semptom bu arzuyu gerçekleştirmenin cezasını sahneye koyar;
* Histerik bir nevrotik beklemeye dayanamaz, acele eder, 'kendi kendini sollar' ve tam da bu sabırsızlığı yüzünden -ona çok çabuk ulaşmak istediği için- arzu nesnesini ıskalar; oysa obsesif nevrotik nesneyle karşılaşmayı sonsuza dek ertelemesini sağlayan koca bir sistem inşa eder: Doğru an hiçbir zaman gelmez;
* Histerik bir nevrotiğe bir nesne çok az keyif verir: Her nesne karşısında 'bu o değil' deneyimi yaşar, bu nedenle en sonunda doğru nesneye ulaşmak için acele eder; oysa obsesif nevrotiğin sorunu, nesnenin ona çok fazla keyif vermesidir; nesneyle hemen karşılaşmak aşırı doluluğu yüzünden dayanılmaz bir şey olur, bu yüzden karşılaşmayı erteler;
* Histerik nevrotik, 'aslında ne istediğini bildiğini' hissettiğinde, arzuyla ilgili soruyu öteki'ne -onun için 'bildiği farz edilen özne'yi cisimleştiren kişiye- yöneltir; oysa obsesif nevrotik şüphe yüzünden eza çeker; karar vermemektedir- yani sorusunu kendisine yöneltir vb...
Sevgili dostlar, gerçekte hiçbir şey bilmiyorum, evet gerçekte tek bir şeyi yapabiliyorum, seyretmek; yani, başkalarının sözcüklerini düşünmek, hareketlerini algılamaya çalışmak, çoğu kez onların dünyalarında yitmek...
Elbette ara sıra seyirci olmaktan kurtulmak için, köklü bir yıkım yaratmak için bunların ardından debelenmek de geliyor. Ama sevgili dostlar ne olursa olsun ben artık kendi cümlelerimi kuracağım bir cüretkarlıktayım, galiba bazen bunu yapıyorum da! Yani sanırım seyretmek yapabildiğim tek şey olmaktan çıkıyor.
Bunda sizin payınız o kadar çok ki, siz olmasanız hala bekliyor olabilirdim. Bütün bozuk cümlelerimin sorumluluğu bana ait ama onları ben kurdum. Çürüme beni alıp götürmeden dünyada olduğumu anlatacağım, çünkü insanların "hafızalarına" olan borcumu ödemek istiyorum, çünkü dünyada "yaşamışların" hatırasına saygımı belirtmek istiyorum.
Onlar beni olanaklı kılıyorsa ben de onları yarı yolda satmamalıyım. Dünyaya polemiklerinizle kattığınız enerji için sevinçliyim, arkadaşlığımız umuyorum hep sevinç büyütür. Ancak sizden sadece isteğim benim kendimle olan yüzleşmeme; belki de obsesif nevrotiklikle ilgili sıkıntılarımı aşmama destek vermeniz değil!
Bundan daha fazla ya da az olan bir şey, o da bu süreçte kendi sağaltımınızı samimi olarak yapmanız; eğer bunu yapmayacaksanız lütfen birbirimizin hayatından çekilin. Bunun sağlayacağı şey bu dünyada daha fazla vakit kaybetmeyi ve kaybettirmeyi sorumluluğumuza almaktır. Onurlu olan şey her şeye rağmen yaşamak değil, dostsuz yaşayamamaktır.(GGT/EÜ)
Not: Bu bireysel bir anlatı değil, sadece birinci tekil kişi olarak yazılması daha doğru olacak bir anlatıdır.
* Gonca Gül Taşçı, Felsefe Grubu Öğretmeni.