*Fotoğraf: Man Ray'in (1890–1976) "Otoportre" adlı heykeli (1971)
Gergerlioğlu kararından hemen sonra Fahrettin Altun ne demiş, biliyor musunuz? “Herkesi bağımsız Türk yargısına saygı göstermeye davet ediyoruz” demiş. Vallahi dalga geçmiyorum. Yani basının yalancısıyım, belki bugün yarın haberi tekzip eder, “Yalan, ben ‘bağımsız’ demedim” diye beyanat verir. Olabilir, belki gerçeklere sandığımdan fazla saygılı biridir. Durun bakalım. Ama şimdilik öyle dediğini varsayıyorum.
Goebbels rolü
Yahu, insanda biraz olsun izzet-i nefis olmaz mı? Yani “İşim bu hükümetin kamuoyundaki imajını desteklemektir, işimi iyi yapmaya gayret ediyorum, ne var bunda?” diye sorabilir elbette. Nasıl ki örneğin bir seri katili savunan avukat doğal olarak işini iyi yapmaya çalışırsa. Ama o zaman da kendisine şu soruyu sorarım: “Neden işin bu? Aç mı kaldın? Çocukların sokakta mı yatıyordu? Üniversiteden tek maaş almak ahlâklı bir hayata değmez miydi? Bunlara ne gerek vardı?”
Çünki Fahrettin Altun’un bütün bu söylediklerine inandığını, yahut inanmak şöyle dursun, inandığı bir davaya hizmet ettiğini düşündüğünü hiç sanmıyorum. Şehir Üniversitesi’ndeyken bana ve mesai arkadaşlarıma söyledikleri hatırımda. Dr. Joseph Goebbels rolünü inanarak, ideolojik gerekçelerle üstlenecek biri değil kendisi. Demek ki oportünizm, iktidar sarhoşluğu, üçer dörder maaş sevdası, ihtiras, böyle bir şey olmalı bu performansın arkasında.
İktidar bilmiyor mu?
Geçenlerde Türkiye’de hukuk ve demokrasi kalmadığını, ama “varmış gibi” yapıldığını yazmıştım burada. Şimdi artık o da yok sanki. Demokrasi “varmış gibi yapıyormuş gibi” yapıyorlar. Hâlâ tedavülde olan ve hakkında herhangi bir yasal işlem görülmemiş olan bir habere dair bir tweet’i retweet etmiş olduğu gerekçesiyle Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi inanmış, şerefli, ahlâklı bir insan hakları savunucusu apar topar mahkûm edildi, apar topar milletvekilliği düşürüldü, hemen arkasından da HDP’nin kapatılması için, vaktiyle kendi de neredeyse kapatılmış olan bir partinin iktidarı apar topar girişimde bulundu.
Bu ülkede yaşayan milyonlarca kişinin oy verdiği bir partiyi kapatmak, milyonların oyunu hiçe saymak, kendilerini yok saymak demektir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini çiğnemektir. İnsanları parlamentoya sırtlarını çevirip gayri demokratik yöntemlere zorlamaktır. Bunu bilmeyecek kadar gafil mi bu iktidar?
Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 seçimlerinde gösterdiği beklenmedik başarıyı sindiremeyen iktidar, bu başarının tekerrür etmemesi için seçim kanununu değiştirmeye tevessül etmişti. Ne oldu peki? Gerilla savaşı başladı. İnsanlar dağa çıktı. Kan döküldü. Pırıl pırıl gençler öldürüldü. Değdi mi?
Kapatıldı da ne oldu?
Biraz yakın tarih okusun AKP’liler. Bırakın kendi mazlumluk destanlarını, 28 Şubat’ı. Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. Demokrat Parti kapatıldı. Millî Nizam Partisi kapatıldı. Millî Selamet Partisi kapatıldı. Refah Partisi kapatıldı. Fazilet Partisi kapatıldı. Ne oldu? Neye yaradı, yok mu oldu bu partilerin temsil ettiği insanlar, fikirler? Yok olmuş olsaydı, AKP bugün var olur muydu?
Parti kapatmakla siyasetin seyri değişmez. Bunu en iyi İslâmcı siyasetçiler bilmemeli mi? Hiç mi kafaları çalışmıyor bu insanların? HDP kapatılınca Kürt sorunu halledilmiş mi olacak? Şimdiye kadar kaç parti kapatıldı? Halledildi mi?
Yoksa maksat, AKP’yi rehin almış olan bacaksız ortağa parti kongresinde “başarı sağlamış gibi” görünme fırsatı vermek mi? Bir “mış gibi” ile daha mı karşı karşıyayız?
İngiltere ve Sinn Fein
Yıllar yılı İngiltere’de iktidar, Sinn Féin partisiyle masaya oturmayı reddetti, IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) terörünü destekledikleri, onlardan farkları olmadığı iddiasıyla kendilerini rejim dışında tutmaya çalıştı. Eee, ne oldu? Gerry Adams gibi ileri görüşlü liderler iktidarla örgütü uzlaşmaya zorladı. Aynı şeyi Selahattin Demirtaş yapabilirdi ama ülkeye barış gelmesini istemeyenler, halkı bölmekten çıkar sağlayanlar izin vermediler. Türkiye’nin en çok gelecek vaat eden siyasetçisi hapiste çürürken, hükümet Irak’taki hezimetini “Allah’ın lûtfu”na çevirdi bir kere daha. Kaybedenler ise alelâde insanları bu ülkenin.
Sadrazam ve Şeyhülislam'ın hikayesi
Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’yla ilgili bir hikâye geldi aklıma. Rivayet edilir ki, bir mecliste Şeyhülislâm, Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’yı çok zulüm yapmış, çok insanı idam ettirmiş olmakla suçlamış. Orada hazır bulunan oğlu Fazıl Ahmed Paşa, “Kimi öldürdüyse senin fetvanla öldürdü” deyince, Şeyhülislâm “Şerrinden korkardım, onun için fetva verdim” diye cevap vermiş. Fazıl Ahmed Paşa’nın cevabı Şeyhülislâm’ı susturmuş: “Allah’tan korkmazdın da babamdan mı korkardın?”
Kur’ân-ı Kerîm’de zulümle ilgili kaç âyet vardır, bir hatırlasa AKP’li vekiller! Hazret-i Peygamber Veda Hutbesi’nde “zulm etmeyin, zulm ettirmeyin” demiştir. Unuttular mı? Allah’tan korkmuyorlar da “Reis”ten mi korkuyorlar?
Muhalefet
Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Ahmet Altan, Ömer Faruk Gergerlioğlu... Hepsi de bu milletin yüz akı olan bu insanlar, “bağımsız Türk yargısı”nın Beştepe güdümlü hukuksuzluğunun kurbanlarından sadece birkaçı. Memleket her gün daha fazla batıyor AKP diktasının çamuruna. Ve bu arada muhalefet ne yapıyor? Hiçbir şey. Hiçbir şey yapmıyor muhalefet! Dokunulmazlığın kaldırılması zaten CHP’nin suçu. Beceriksiz, akılsız, basiretsiz CHP yönetiminin. Ve şimdi de ektiklerini biçiyorlar. Yakında CHP de kapatılır, neden olmasın? Kapatılsın zaten, bir işe yaramıyorlar ki!
Demokrasiye saygısı olmayan bir hükümet, sandıktan çıkmış da olsa, meşruiyetini kaybetmiş demektir. Meşruiyeti olmayan bir hükümete karşı direnmek ise yalnız caiz değil, farzdır.
Muhalefet bunun bilincine bir an evvel varmazsa, tarihin çöp yığınında hak ettiği yeri bulacaktır.
(İCS/NÖ)