Futbol dünyadaki tüm devinim ve dönüşümlerin açıklamasız olabileceğinin eylemsel soyutlaması olabilir. (anonim)
Giriş
Bir top vasıtasıyla arazi üzerinde yaşanan hareketliliğin bazı "futbol kuramcılarının" açıklamayı lütfettiğinden ziyade bir anarşi barındırdığını söylemek gerekir. Nasıl ki gerçek hayatta elimizde bulanan olgulardan ikisiyle diğer ikisini çarpıp "dört" elde edemiyorsak, futboldan da simetrik/aritmetik, mantıklı sonuçlar elde edemeyiz. Futboldan, sahada oynanan oyundan, tabeladaki sonuç dışında bir veri elde etmek mümkün görünmüyor. Zaten futbol üzerine düşünüp yazanların/söz söyleyenlerin birleştiği üslup da, saha üzerindeki performansların kitleler tarafından bir çeşit yabancılaşma efektiyle sahiplenildiğini kanıtlar.
Tek tek etkilediği insanların, ilk bakışta bıraktığı izlenime göre futbolun ya da takım tutmanın bir din şeklinde kendi etki alanını genişlettiği doğru olsa bile eksik bir tespittir. Nihayet aynı takımı tutanlarda -futbolla alakası olmayan- benzer alışkanlıklar, yönelimler olduğu görülür. Politik, dini, sınıfsal olanlarla toplumsal alandaki diğer tüm olguların çarpışabileceği yerlerdir stadyumlar. Fakat bütün bunlar "futbol eylem bütününün" bir bölümünü oluşturur. Oyun sürecine, yansıtıcılarına, etkilerine kadar her şey ayrı ayrı sosyolojik ve psikolojik araştırma konuları olmalıdır. O halde bu faslı kapatalım.
Futbolcuyum futbolcu
'80 sonrası kuşağın istek, dert ve yaşam tarzlarının, egemen anlayış tarafından arzu edilen dar bir alana sıkıştırılması için kullanılan jargonun en koyu söylemlerinden birisi apolitikliktir. Hepimizin binlerce kez duyduğu "ne sağcıyım ne solcu; futbolcuyum futbolcu" kişilik(siz)leştirme tümcesinin, diğer tüm apolitiklik söylemleri gibi egemen siyasi anlayışa insanları eklemlemenin bir başka yolu olduğunu, aslında bu apolitikliğin bir ideolojik programın parçası olduğunu belirtmekte fayda var.
Futbol endüstrisinin; futbolcuların, antrenörlerin, kulüp yöneticilerinin bu sözde apolitikliğe uyum sağladığı görülüyor. Son zamanlarda açılım tartışmalarıyla birlikte yaşanan gelişmelerin, tartışmaların stadyumlara yansıması da bunun kanıtı. İstanbul'da sel felaketi olduğunda, güneydoğuda bir yerde PKK mensuplarıyla askerler çatışmaya girdiler; hem askerler hem de militanlar kayıp verdiler. Bu şiddetli çatışmaların ardından stadyumlarda "şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganları atılmaya başlandı. Kapısı olmayan servis aracında ölen işçi kadınların ismi anılmaya değer görülmedi. Gene bu açılım tartışmaları sürerken, Genelkurmay başkanının açıklamalarına paralel "güçlü ordu; güçlü Türkiye" formülü bulundu. Elbette futbolcular ellerindeki pankartlarla bu apolitik sloganı seyircilere sundular.
Apolitik futbolcu örnekleri
Fatih Terim, Emre Belözoğlu ve hatta Bülent Uygun isimlerinin anımsattıklarıyla coşkulu tribünlerin anımsattıkları çok farklıdır genelde. İlk ikisi Türk şovenizmin yetiştirdiği en keskin simgeler olsa bile Bülent Uygun, çatışmaların en yoğun olduğu dönemde asker selamını simgeleştirmesiyle hatırlanıyor. Bülent Uygun milliyetçi ritüellerle yetinmedi ve bir gün "İstanbul'da Laila, Sivas'ta la ilahe illallah" var deyiverdi. Uygun'un birçok açıklamasını "ne diyor bu adam yahu" diyerek dinleyen insanlar, bu dini terennümü görmezden geldi. Küçük bir Anadolu takımının oyuncularının kazanılan bir maçtan sonra "şükür namazı" kılmasını haftalarca teşhir eden medya, Uygun'a belki de nezaket icabı; güldü geçti.
Terim-Belözoğlu ikilisinin İsviçre ulusal takımıyla oynanan dünya kupası baraj ikinci maçında yaptıklarının 10'da birini yapan başka bir futbol kliği dünyanın herhangi bir yerinde bu kadar baş tacı edilmez. Neyse, zaten bu rezillikleri teşhir eden televizyoncular bir güzel azarlandı, neredeyse vatan haini ilan edildi.
Peki ya Sinan Engin!
1989'a kadar Beşiktaş'ta futbol oynayan sonraları MKE Ankaragücü ve Sarıyer'de oynayan Sinan Engin, Beşiktaş futbol takımına menajerlik yaparken kulübün imkânlarını kullanıp Alaattin Çakıcı'nın yurt dışına çıkmasına sağlamıştı. Şu sıralar popüler futbol yorumcularından birisi.(EAA/BÇ)