Hükmetmenin çeşitli kertelerinden insanlığımızın üstüne boşalan zehrin dayattığı hoyratlık, on yıllar boyunca kurulmuş, güçlü-kuvvetli bir "biz" deliliğinin yavaşça erimeye başlamasıyla sorgulanmaya başlıyor. Eli böğründe tetikte bekleyenlerin her an beklediği küçük bir aksaklık, onların meşum ve aynı zamanda meşru dillerinde 'biz demiştik' e dönmezden önce/döndüğünde de hatırlatmakta yarar var: Her adımı daha da çetrefilli olacak ki bu içinde bulunduğumuz süreç insaniyet namına bir "açılıma" dönüşsün.
Dillerindeki 'ama'nın koyu cazibesinden başka zihinlerinde bir şeycikler barındırmayan haki kahramanların her söylediğini dikkate almak, barışa itiraz etmenin türlü entelektüel yollarını arayanları dinleme hatasına uğramak, yaratıcılığını kudret sahibi ve sorgulanmaz ilan edilenin hizmetine sunanlara kulak kabartmak bizi geleceğimizi uğratacağı körlük dalgasına teslim olmanın kapısını açar.
Ama vatan!
Yeryüzünün hangi bir parçasının, tarihin hangi döneminde bu kadar fazla kurban ve kana, bu kadar çok savaş ve kayba ihtiyaç duyduğunu bir yana koyalım; üstüne bastığı toprağın güzellik namına neleri barındırdığını/barındırabileceğini göremeden o toprak için ölüme bu kadar şartlandırılmış insanlar topluluğu yoktur. Dillerini o meşum hayaletlerin hizmetine sunmuş zümrenin anlatılarının tümü de işte anlatılan ve özendirilen o ölümlere birer methiyeden öteye geçemez.
Toprak, üstünde yaşayan insanlara aittir diyemeden kurdukları her cümle sakatlık ve savaş çığırtkanlığı olacak olanların dillerinde bu yüzden bu kadar fazla 'ama' var.
-Ama Türkçe'den başka bir dili kabul edersek...
-Ama bu ülkede yaşayan herkes Türk'tür...
-Ama yapmak istedikleri bizi parçalamak...
-Ama bunlar emperyalistlerin oyunu...
-Ama bunlar Sevr'i geri istiyorlar...
On yıllardır insanlara aslında siz yoksunuz; diliniz ve kültürünüz yoktur u dayatan sisteme tek kelime etmeden, herkes Türk ve ne mutlu Türküm diyene diye diye delirip sonra da aslında o Türklük etnik bir kasıt değil diyerek, öyle oldukları için birlikte olmak istemedikleri/değiştirmek istedikleri insanlarla birlikte sanal bir "biz" yaratıp, yan yana yaşadığı insanların dertlerini dinleme zahmetine katlanmadan her türlü olumsuzluğu dış mihraklara atıp, kurucu antlaşması Lozan'ı tam olarak uygulamayan bu ülkeye Sevr diye sanal bir paranoya yedirip vatanı kutsuyor ve insanları ölüme hazır ediyorlar.
Saçmalığın kutsallıkla karıştırıldığı geleneklere benziyor bu vatan mefhumu. Üstünde yaşayanlara hayata dair bir lezzet vermiyorsa bu vatan; ölüme hevesli -severleri sayesinde. Ziyadesiyle ölüp, kahır çekip bir gün olsun bu vatanın sefasını süremiyorsa insanlar işte o vatanseverler/milliyetçiler sayesinde.
Dil terazisi
Herhangi bir söylem ya da iddianın sahibinin dilinden dökülen niteliksel zenginlik, aslında konuşanın aklından geçenlerin yararlı olabileceğinin kanıtı olsa bile keskin söylem ve sürtüşmelere alışmış, en çok bağıranın/diğerinin sesini bastıranın galip ilan edildiği tartışmalara alışmış bir coğrafyanın çocukları için öyle bir insanı dinlemek kolay bir şey değil. Günümüz popüler siyasi figürlerinin söylevlerine alışmış birisi için gerçekten konuşan birini dinlemek sadece zor değil neredeyse hayal derecesinde bir iyi niyet göstergesi.
İçinde bulunduğumuz günlerde, ne kadar çok bağırırsak o kadar haklı ya da meşru olamayacağız. Savaş taraftarlığına uygun bir kulp takıp kendini kabul ettirmek isteyenlerden değilseniz dengeli ve ihtiyatlı bir dil tutturup aynı zamanda kendinizi dinlettirmek çok zor. Bu işin ayarı kabul etmek istemesek de savaş çığırtkanlarının elinde.
İşin özü, ihtiyaç duyduğu düşman elinden alınmış binlerce aileye bir şeyler söyleyebilmekte aslında. En kızgın olanın, bitip tükenmeyecek bir kan davasına büyük iştahla ve sabırla sarılanların anlamasını; en azından dinlemesini sağlamak. Eskiden beri kafa yorduğumuz, acının bizim insanlarımıza neden barışa şartlanma dürtüsü vermediği sorunuyla uğraşmak, içine düştüğü acı karşılığı kendisine tahvil edilmiş düşmanlığı bu insanlara sorgulatmak esas olmalı. Dilin o her kilidi açan sihirli tümceleri, işte o hırsla öfkesine sarılan ve kendisine bahşedilmiş düşmanlıkla oyalanan insanlarda kendisine bir ayar vermeli. Çünkü oğlu ölmüş ya da ayağı kopmuş herhangi bireyin sahip olduğu acı karşılık beklemeksizin sahibinin yüreğinde küllenmeye başlamadıkça söylenen her söz hava asılı kalacaktır. Dilin de ayarı buradan verilmeli.
Anlaşılamayan dil yoktur
Antropolojik bir kasıtla, Kürt meselesinde eskiden beri uğranılan inkâr durağının süslenerek; Kürtlerin/Kürtçe'nin aslında Selçuklu döneminde konuşulan dilin/yaşanan kültürün devamı olduğunu, Kürtlerin tarihsel varlığının bu yolla inkârı izleği de 80 yıllık geleneğin devamı niteliğini taşıyor.
Tutanaklarda Kürtçe'nin anlaşılmaz bir dil olarak yer almasında belli bir mantık arayanların da yanıtlayamayacağı bir tereddüt bu inkâr. Her şey bir yana, bu kadar şikâyetçi olunan herhangi bir sorunun kaynağını, anlaşılmaz olduğu tezine bağlamak da inkâr siyasetinin son halkalarından birisi. Kürtlerin ne istediğinin sürekli sorulması, Kürt politik hareketinin tüm söylemlerinin anlaşılmaz bulunması ve hatta "onlar da ne istediklerini bilmiyorlar" denmesi o yüzden zahir. Kürt'e dair olan her şey üstünde bir muğlâklık maskesi geçirerek Türklüğü okşamak ve yeni öfke nöbetleri devşirmek böyle bir şey. Değilse ne Kürtlerin politik istekleri bir muğlaklık barındırıyor ne de söyledikleri anlaşılmaz addedilebilecek bir karmaşıklığa sahip.
Seslerin bütününden kotarılan anlam dinleyenin işine gelmediğinde anlamazdan gelinen tüm istek ve görüşlerin bir gerçeği yansıttığı ortada. Bugün işte on yıllardır birike birike her yanımızda kulunç bağlamış aleni yalanlarla olan hastalıklı birlikteliğimizin son demine yaklaşmanın verdiği tereddüt, şaşkınlık ve sebepsiz öfkenin aşılması, direngen bir inatçılığın eşiğinden sağlam ve duru bir toplumsal uzlaşı lisanına geçilmesi için kuracağımız yeni lisanın ilk adımları acıya kanaya atılacak.
Oysa gerçek manada dinlemeye başladığın söz anlaşılır olacaktır. Konuşmakla dinlemek herhangi bir cemaat-topluluk-kitle birlikteliğinin temelidir. "Kürt sorunu yoktur" diyenlerin söylemleri itiraz niteliği bile taşımıyor. Malum bir şeye itiraz etmek için ilkin dinlemek, anlamaya çalışmak gerekir.
Barışın/savaşın mayası acı
Siyasetin dili, ruhun/insan zihninin biriktirdiği her şeyi manipüle etmeye alışıktır. Ölümün, ölen kişinin yakınlarına yüklediği acının nefrete tahvil edilmesi ise egemenler tarafından sıkça kullanılan bir yöntem. Acının karşılığında sürekli büyütülecek olan nefret yalnızca yeni savaşlar getiriyor. PKK savaşının görmezden gelinen en büyük sonuçlarından birisi, kalanlara yüklediklerinin sorgusuzca kabulüdür.
Fragmanı aylar önceden İnternet'te dolaşmaya başlayan "Nefes/Vatan Sağ Olsun" filmi de işte bütün bu acıları sorgulamayan, erkekliğin dayanılmaz iktidar halesine kendini kaptırmış; acıdan nefret devşirme kolaylığına kendini kaptırmış bir "erk/iktidar" filmi. Görünen o ki önümüzdeki yıllarda birçok benzeri yapım izleyeceğiz. Ve acı savaşın ilk harcı olmaya devam edecek.(EAA/BÇ)