Sosyal medyada birkaç satırla ifade edilen görüşler, yargılar var. Bir yığın saçmalıkların, yalan ve yanlışların yaygın olduğu bu ortamda, zekice sorulmuş sorular, mizah gücü yüksek eleştiriler, birkaç cümle ile ‘kitabın ortasından’ konuşmalar, mantık yürütmeler ve insanı düşündürmeye yönelten fikirler de var. Bunlar bilgi kirliliği havuzundaki ‘pırlanta’ değerlerdir.
Bu değerli bilgilerin çoğu ampirik bilgiler. Ampirik bilgi, sosyal bilimler alanında daha çok görünür olan alanı kapsadığı için, içinde epeyi bir yanılma payı taşır. Çünkü insan ve toplum hayatında görünür olan ile onun arka planındaki gerçekler (bunlar öz ve biçim ilişkisiyle karıştırılmamalı) çoğu kez örtüşmez. Hatta görünür olan, genellikle arka plan gerçeğini gizler ve dolayısıyla yanıltıcıdır. Yine de bazı konularda toplumsal hayatın pratiklerinden doğru sonuçlara ulaşabiliriz. Ve bu sonuçlardan da tekrar doğru sorular üretebiliriz?
İşte sosyal medyada da sıkça yer alan birkaç soru.
Neden dünyanın en kanlı ve şiddetin en yoğun olduğu bölgeler, barış dini iddiasındaki İslam dininin bulunduğu bölgelerdir?
Başta Suriye olmak üzere birçok Müslüman ülkenin göçmenleri neden diğer Müslüman ülkelere değil de, Batı ülkelerine göç ediyor?
Eğer siyasal İslam toplumlara barış, refah, iyi ahlak, mutluluk, adalet, yaşama hakkına saygı, özgürlük getiriyorsa Batı’ya sığınan Müslümanların akıldan zorları mı var ki Darü’l İslam’dan Darü’l Harp diyarlarına göç ediyorlar?
Göçmenlerin/sığınmacıların can güvenliklerinin sağlanabileceği, açlıklarının giderilebileceği, korkularından bir nebze de olsa kurutulabilecekleri ve ayrımcılığa rağmen bir nebze de olsa özgürce yaşayabilecekleri bir İslam ülkesi yok mu?
Neden tuzu kuru bir İslam ülkesi Suriye savaşının mağduru insanlara bizim ülkemize de gelebilirsiniz demiyor? (Türkiye burada başarılı bir sınav verdi.)
Çılgınlık düzeyine ulaşmış bir dengesizlikle inşaatçılığa milyar dolarlar harcayan Müslüman zenginler birkaç tane de olsa neden sığınmacı kampı oluşturmuyorlar?
Facebook sayfalarında bu cümleleri yazanların bilgi dünyasında, bu konulara dair bir teorik bagaj olmayabilir. Sosyal bilimlere dair hiçbir bilgiye de sahip olmayabilir. Hem Avrupa’ya lanet okuyup hem de Avrupa’ya sığınma çelişkisinin fikrine sahip olmak için öyle uzun boylu okumalar yoluyla bilgi edinmeye de gerek yoktur.
Basit gibi gözüken bu birkaç satırlık facebook cümleleri, son derece derin ve kapsamlı konuların ilmeklerini oluştururlar.
Nasıl mı?
Modernite ve İslam dünyasının tarihsel ilişkisinin kapısı bu soruyla aralanır.
İslam toplumlarındaki sorunların kaynaklarında belirleyici olan iç dinamikler mi, dış dinamikler mi sorusunun cevap arayışları, yukarıdaki soruyu sormaktan geçer.
Siyasal İslamcılar, bu soruları açıklamak zorundalar. Batıda ekonomik imkânlar daha fazla gerekçesi (ki, bu çok önemli bir veridir) bu sığınma sorununu yeterince açıklamaz. Zenginlikse, bu kadar petrodoları ne yapacakları, nasıl harcayacakları bunalımını yaşayan zengin Arap ülkeleri de var. Yerinden yurdundan edilen Müslüman göçmenlerin hiç değilse bir kısmı bile bu ülkelere yönelmiyorlar. Dinse aynı dinden, mezhepse aynı mezheptenler ama onlar, kâfir dediklerinin ülkelerine canları pahasına akın ediyorlar. Neden?
Bu sorulara adil cevap verebilmek için insanın her şeyden önce kendine karşı dürüst olması şarttır. Bunu yapabilmesi ise, inanç ve ideoloji fanatizminden kurtulmasına bağlıdır.
Neden Hıristiyan Avrupa Müslüman göçmenler için kurtuluş kapısıdır? Soru çok açık, bu işin lam-ı cim-i yok; cevap da aynı kesinliğe ve açıklığa sahip olmalıdır!
Bu bir yarılmalıdır. İslamcı hayat tarzı vaaz eden İslamcı ideologların/siyasetçilerin bu yarılmanın tarihsel, siyasal, sosyolojik nedenleri üzerine ciddi araştırmaları yok. Sanki ortada böylesine çifte standart bir durum yokmuşçasına, hala Batı karşıtlığı üzerinden İslamcılık taslıyorlar!
İslam dünyasındaki artan totalitarizmle (birkaç ülke hariç, totaliterlikten zaten çıkamadılar ki) birlikte toplumu tümüyle siyaset cambazları ele geçirdi. Bu durum doğal olarak, toplumdaki (olduğu kadarıyla) entelektüel hayatı da baskılamakta, hatta yok etmekte.
Elbette İslam ülkelerinin içinde bulundukları bu geri kalmışlık ve çatışmacı yapılarında Batı’nın büyük payı var. İslam coğrafyası, kapitalist dönem sömürgeciliği ve sonrasındaki ulus devlet sınırlarının çizilmesinde Batı kaynaklı ağır tarihsel yüklerin altındadır.
Ancak bütün suçu Batı’nın/dış dinamiklerin üzerine atarak ve işi ta Haçlı Seferlerinin İslam dünyasını içe kapattığına kadar götürerek bu sorunların altından kalkılamaz. Bu bakış açısı dine sarılmayı ve çatışmacı bir dili taşır.
Bunların altından kalkmak için siyasal İslamcı olmaya gerek yok ki!
Batı, bir diğer deyişle kapitalizm, İslam’ın anti tezi değil ki!
İşte zurnanın zırt dediği yer burası!
Modernizme, aydınlanmaya, Batı’ya söylenecek çok söz var. Kapitalizm, Batı vs. elbette eleştirilmelidir, ama bunun yolu İslam dini ya da herhangi bir din üzerinden geçmiyor.
Elbette dinlerin insan ve toplumsal hayata dair söyledikleri, kuralları, kendi içinde ‘yasaları’ var. Ancak bu veriden hareketle bir dinden bir toplum sistemi oluşturmak ya da bir toplumu bir dinin kapsam alanına sokmak mümkün değil. Bin dört yüz yıldır, Emevi iktidarıyla birlikte bu gerçeği anlamayan siyasal İslamcılar, insanlığın başına bela olmaya devam ediyorlar!
Konuya şu soruları da ilave edebiliriz: Suriye’deki iç savaş nedeniyle canlarını kurtarmak için yerlerinden yurtlarından kaçıp göç yollarına düşen sığınmacıların ne kadarı muhaliflerden ne kadarı devlet güçlerinden kaçtılar? Suriye’nin kendi içerisinde yer değiştiren nüfusu ne kadar ve bunların ne kadarı Şam yönetimine sığındı, ne kadarı muhaliflerin bölgesine sığındı?
Bu alanda istatistiki bilgiler var mı, bilmiyorum.
Ancak bilinen bir gerçek var ki, Suriye’de birbirini kesen her grup “Allah-ü Ekber” diye bağırıyor! Her grubun şehidi cennete gidiyor! Ve Müslümanlar el kapılarında sürünüyor! İslam ülkelerinin egemenleri ise, egemenliklerine zeval gelmesin diye kitlelere ideolojik/dini afyonlar içirmeye devam ediyorlar!
Ne yazık ki İslam entelajansının da, egemen sınıfların İslam dinini siyasetin aracı yapmalarına karşı bir tavır geliştirdiklerini göremiyoruz.
Bu egemenlerin Türkiye’deki medya ayağına da şu kadarını söyleyeyim: Esad’ın zalimliği üzerinden diğer zalimleri mazlum gösteren kurnazlar, andolsun ki onlar sizlere bile hayat hakkı tanımazlar! (HŞ/HK)