Fotoğraf: Almanya'da "Türkler dışarı"
Son günlerde Türkiye’de muhalefetin ağzında yeni bir sakız zuhur etti: Afganistan’dan gelen sığınmacılar.
Bunun bir sorun teşkil etmediğini iddia etmiyorum. Üstelik geçmişte Suriyeliler özelinde olduğu gibi şimdi de iktidarın mültecilerle başa çıkmakta beceri sergilemeyeceğine hiç şüphem yok. Ama bu konuyu muhalefet yapmak uğruna sömürmek gerçekten de onurlu bir muhalefete yaraşmaz.
Sosyal medya
Sosyal medyada gördüklerim tüylerimi ürpertiyor bu aralar. Beğendiğim, izlediğim muhalif isimler sanki sığınmacıları linç etmek için kuyruğa girmiş. Bir cinayetin faili Afgan diye bütün mülteciler töhmet altında bırakılıyor örneğin, istilâdan bahsedenler, iktidarı sınırları koruyamamakla suçlayanlar cabası... Bunların Almanya’daki dazlaklardan, Amerika’daki Trumpçılardan farkı ne?
Desteği hak ediyorlar
Hiç kimse lâf olsun diye yerini yurdunu bırakıp yollara düşmez. Renkleri, inançları, siyasî görüşleri ne olursa olsun, bu insanlar düşmanlığımıza değil desteğimize lâyıktır. Aralarına kimlerin karışmış olabileceğini gündeme getirip hepsine karşı şüphe ve kin uyandırmanın ne kadar yanlış bir muhalefet tarzı olduğunu göremiyor mu bu arkadaşlar? Geçmişte çok örneği var oysa bunun. Göçmenlerin hastalık taşıdığı, ahlâk bozduğu, suç işlediği iddialarını az mı gördük geçmiş yıllarda? Yani biraz bilinçli olalım lütfen.
Yanlış anlaşılmasın: Mültecilerin, sığındıkları ülkelere yük olabildiği, aralarından kötü insanlar çıkabildiği, yerleştikleri mahalleleri yerel halkın alışmadığı ve beğenmediği şekillere sokabildiği bir gerçektir şüphesiz. (Mesela canım Beyoğlu’m ne hallere düşmüş, yüreğim sızlıyor düşündükçe.) Ama insan olmanın bedeli, insanlık uğruna böyle sıkıntılara katlanmak değil midir?
"Hal bilen halden anlar"
Üstelik göçmenlerin getirdiği hayat tarzının kısa dönemde yadırganabildiği doğru olsa da, kendilerini bağrına basan toplumlara uzun dönemde nasıl bir zenginlik kattıklarını da unutmamalı. Basit bir örnek: Afgan yemeklerini bilen kaç kişi var Türkiye’de? Aş-ı sirkesi, oşek mantısı, bolanisi, çeşit çeşit kormaları, kebapları, pilâvları... Bir gün bunlar Çerkes tavuğu yahut Boşnak böreği kadar Türkiye mutfağının bir parçası olabilir, yeter ki müsade edilsin.
Evet, “insanlar aç, sen Çerkes tavuğundan söz ediyorsun” diyenler çıkacaktır eminim. Ama “hal bilen halden anlar” derler. Sonra, bu göçmenlerin durumu daha mı iyi Türkiye ortalamasından? Daha geçenlerde Taliban teslim olan bir bölük askeri toptan kılıçtan geçirdi. (Evet, sayın Cumhurbaşkanı’nın “aramızda fark yok” dediği Taliban’dan söz ediyorum.) Bu insanlar canlarını kurtarmaya çalışıyor, kimsenin ekmeğine göz koydukları yok.
İnsani görev
20. yüzyılın ikinci yarısına kadar Türkiye’nin bir diaspora geleneği yoktu. Yani örneğin Yunanistan’dan, İtalya’dan, İrlanda’dan, Çin’den, Lübnan’dan göçler 19. yüzyıldan beri devam ederken, Türkiye’den kitlesel göçler yakın zamana kadar gerçekleşmemişti. Ama artık öyle değil, Avrupa’nın neresine gitseniz oraya yerleşmiş Türklerle karşılaşıyorsunuz. Kaldı ki bugün de “fırsat bulsak hemen gideriz” diyen milyonlar var, özellikle gençler arasında.
O halde biraz empati kurmak neden o kadar zor geliyor insanlara? Almanya’da Türklerin evlerini kundaklayanlarla Ankara’daki Somalili göçmenlerin yerleştiği mahalleyi hedef gösteren muhalif bozması Sözcü gazetesi arasında ne fark var?
Muhalefet etmenin bir âdâbı vardır. Neye nasıl karşı çıkılacağını bilmek gerekir. Türkiye’ye sığınanlara -ister Suriyeli olsunlar, ister Afgan, ister başkası- yardımcı olmak insanî görevimizdir. Bir gün biz de kendimizi onların yerinde bulabiliriz, unutmayalım.
(İCS/NÖ)