Bazen bazı durumlar, olaylar, kişilikler, öyküler, romanlar ve sanat üretimleri ile karşılaşırsınız. Ne kadar anlatırsanız anlatın; sizin kelimeleriniz değil, kendisidir asıl olan.
Tıpkı Selahattin Demirtaş’ın “Leylan” kitabı gibi.
“Aşkın gözü kördür derler. Yanlış! Âşıkken hiçbir zaman olmadığı kadar gözüm açık oldu. Gereksiz hiçbir şeyi görmezsiniz âşıkken. Ve gereksizler ayıklanınca sadece hakikat kalır gözlerinizin önünde Ancak, bir âşık arayabilir hakikati ve hayatın anlamını. Zorla gözümüze sokulan yalanlar, riyakârlıklar, hırslar, mallar, mülkleri hevesler, hakikati görmemize engeldir. Aşk bunların hepsini anlamsız hale getirir, o saatten sonra gördüğümüz tek şey aşktı ve işte o hakikattir. Sizin hakikatinizdir, sizin gerçeğinizdir.”
Bu sözler de “Leylan”dan. “Leylan”ın Türkçesi “Serap”. Kitabın önemli karakterlerinden.
Serap, Kudret, Kemalattin, avukat Zühtü, Süphan, Sema, Bedirhan... Her biri, roman karakteri değil; sanki sokakta, otobüste, hastanede, adliyede gördüğümüz insanlar.
Demirtaş bu kez roman karakterleri ile okuyucuyu kimi zaman Diyarbakır’ın, Sur’un, Nusaybin'in yıkılan tarihine, tüm coğrafyanın tanık olduğu adaletsizliklere; kimi zaman da yarattığı dil ile Kürtçe ve Türkçe arasındaki ince ve politik çizgiye götürüyor.
Politik diye tanımlaya çalıştığım çizgi de öyle, nutuklar, sloganlar, ajitasyonlar değil. Türkçe bilmeyen çocuklara okullarda yaşatılanlar...
Özcesi, tanık olanın gördüğü ve kendi dünyasında yeniden anlamlandırıp yansıttığı hali.
Aslına bakarsanız belki de yazarın tutuklu bir siyasetçi olduğunu bildiğinizden, daha kitabın ilk sayfasında ona, eşi ile çocuklarına ve bu coğrafyada yaşayan herkese dayatılan adaletsizlikleri hatırlıyorsunuz.
Leblebi tozu
Benzetmeleri, kelimeler arasındaki melodisi, kurgusu, karakterlerin bağı, olay örgüsü ve dili ile kitap, edebiyata bir katkı, halklar tarihine bir iz.
Üstelik kitabın sayfalarını çevirip satırlarını okurken alt metinde bir ses her defasında fısıldıyor: “Bu diyarlarda adaletsizlik var.”
Tam da bu nedenle bu coğrafyada olup bitenden haberi olmayan bir okur, "Leylan'ı okursa ne düşünür acaba?" sorusu aklınızdan gitmiyor.
Siyasetçi Demirtaş’ın yazar Demirtaş’a dönüştüğüne tanık olduğunuz Leylan okurla, sahici, yalın, içten ve her zamanki belli ölçüdeki espirileri ile bir bağ kuruyor. Yazar “Sizin hiç onurunuz kırıldı mı? diye soruyor, sonra cevabını yetiştiriyor:
“Şevkinizin kırılmasına, ayağınızın kırılmasına benzemez onurunuzun kırılması. Hele çocukken! Bir bardak leblebi tozunu bir kerede ağzınıza doldurmuş gibi olursunuz. Ne yutabilirsiniz ne nefes alabilirsiniz. Yutmaya çalıştıkça, boğulursunuz, yutmazsanız zaten boğulursunuz. O anda mutlaka bir bardak su içmeniz gerekir.”
Min bihîstî tu nexweş î dilo..
"Leylan"da bir sürpriz de okuru bekliyor. Kitabın, 32. sayfası. "Kemalettin yanık sesiyle Kürtçe bir şarkı söyledi" diyen yazar türküyü de okura ulaştırıyor. Telefonunuzda ilgili uygulama varsa, aynı sayfadaki barkodu okuttuğunuzda söz edilen türküyü dinleyelebiliyorsunuz.
TIKLAYIN - Türküyü dinleyin ve Leylan'dan bir bölüm okuyun
Alin ve Xero Abbas'ın birlikte söylediği "Min bihisti" Min bihîstî tu nexweş î dilo |
"Kitabı milyonlarca insanla yazdık"
Demirtaş'ın, "Leylan"ın sonunda yer verdiği "Teşekkür"lerle..
“Cezaevinde kaleme alınmış üçüncü kitabımı da sizlere ulaştırabilmenin sevincini yaşıyorum. Aslında ilk öykü kitabım Seher'den sonra bu romanı yazmaya başladım. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasıydı; cezaevindeyken cumhurbaşkanı adayı gösterilmiş ve koşullarıma rağmen çok yoğun bir kampanya sürecini geride bırakmıştım. Aylarca süren kampanya trafiği sonrasındaki ani sükûnet (ve elbette seçimlerin adaletsizce kaybedilmiş olması) nedeniyle kendimi bir boşlukta hissetmiş ve bu boşluğu yazarak doldurmaya yönelmiştim. İki ay boyunca durmaksızın her gün yazdım. Ortaya çıkan ilk taslağı postayla eşime gönderdim. Hücre arkadaşım Abdullah Zeydan taslağı beğenmişti, ancak dışardan gelen ilk eleştiriler cesaretimi tümden kırdı. Tekrar tekrar okudum, her okuduğumda biraz daha soğudum metinden. "Ben bir daha edebi metin yazmayacağım galiba" diyerek taslağı dava dosyaları yığınının en altına attım ve unutmaya çalıştım. Ancak 'yazarken tıkanıp kalmak' haftalarca aklımdan çıkmadı, canımı çok fazla sıktı. Kendime olan güvenimi, inancımı yitireceğimi hissettim. Gerçekten de çok öfkelendim kendime. Odada, havalandırmada günlerce dolanıp durdum. Bu öfke günlerinin birinde kalemi alıp bir iki saat içinde 'Gün Olur Devran Döner' öyküsünü yazdım.
"Öyküyü tamamladığımda nefesimin açıldığını hissettim. Hiç hesapta yokken yazmaya devam ettim ve iki ay içinde, bu romanı yazamamış olmanın yarattığı öfkenin sonucunda, Devran ortaya çıktı.
"Devran basılı haliyle bana ulaştığında edebiyat serüvenimin son kitabı olduğundan emin bir şekilde hüzünle aldım elime. Zaten kapaktaki genç de aynı kederle bana bakıyordu. Bir daha tek satır edebi metin yazmayacağımdan kuşkum kalmamıştı. Yine de içim rahattı, hiç değilse iki öykü kitabı yazabilmiştim.
"Ancak Devran'dan kısa bir süre sonra edebiyat kurdu içimde yeniden kıpırdanmaya başladı. Yeni bir cesaretle roman taslağını elime aldım. Düzeltmeler, çıkarmalar, eklemeler derken oldu galiba. Fakat tekrar okuyunca olmadığını anladım ve tümden vazgeçtim. Aynen bu şekilde üç defa daha başlayıp, üç defa daha kesin olarak vazgeçtim. Romanı neredeyse yeni baştan yazmama rağmen asla emin olamadım. Bir yanım "iyi oldu" derken bir yanım "hiç de değil" demeye devam etti. Şimdi okuyup bitirdiniz ama ben halen emin değilim; yazmak istediğim roman bu muydu? Bilemiyorum, içimde bir yerlerde takılıp kaldı sanki o roman. Bir gün onu da yazabilir miyim? Hiç umutlu değilim. Sanki edebi hayatımın son kitabı bu gibime geliyor.
"Romanı yazdım diyorum ama doğrusu 'yazdık'tır. Bu kitabı öncekiler gibi milyonlarca insanla beraber yazdık. Hepsine ismen yürekten tek tek teşekkür edebilseydim keşke. Lütfen öyle yapmışım gibi kabul edin ve saydığım isimlerle sınırlı olduğunu düşünmeyin.
"İlk ve en büyük teşekkürü tutsaklığım süresince sınırsız sevgisini, desteğini, dayanışmasını esirgemeyen yüce gönüllü halkımıza iletmek boynumun borcudur. Halk dediğimiz bu somut, dinamik, canlı ve organik yapıyı o kadar hakiki bir şekilde yanımda, yüreğimde hissettim ki bu romanı gerçekten de onlarla birlikte yazdım. Aynı şekilde cezaevlerindeki on binlerce tutsağın inanılmaz güzellik ve incelikteki dayanışması, yoldaşlığı teşekkürlerin en büyüğünü hak ediyor. Yurtdışından her türlü yöntemle dayanışma gösteren tüm dostlarım da bu gruba dahiller, onlara çok şey borçluyum.
"Sevdalım, yirmi beş yıllık hayat ve yol arkadaşım Başak; sana olan borcum çok birikti, biliyorum. Üç yılda dünyanın etrafını on üç defa dolanacak kadar yol katederek haftada bir saat bile olsa seni görebilmemi sağladın ya, aşk olsun sana. Romanın taslağı üzerinden fazla düzeltmeyi sen yaptın, umarım yaptığını beğenmişslndir © Eline, yüreğine, emeğine sağlık. Ayrıca bu kitaba kızlarım Delal ve Dılda da katkı sundular. Kitabın İsmi, Dılda'nın önerisidir mesela. Üçünüze de binlerce kez teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız ve hayatı çekilir kılıyorsunuz, aşkların en güzelleri.
"Yoldaşım, hücre arkadaşım, moral kaynağım, dert ortağım ve her zamanki gibi ilk okumaları yaparak en büyük desteği sunan kardeşim Abdullah Zeydan'a minnet, şükran duyuyorum. Aslında yazar olarak ikimizin adı yer almalıydı romanda; farz edin ki öyledir. Bu arada o da habire bir şeyler yazıyor ama ne olduğunu henüz bilmiyorum. Umarım karşımıza iyi bir kitapla çıkar; bekliyoruz."
Dipnot Yayınları Sayfa 300 Yazar Selahattin Demirtaş Editör İbrahim Yıldız Düzelti Ümit Özger Baskı ve Cilt Ayhan Matbaası |
(EMK)