2023’e girdiğimiz şu günlerde böyle bir yazı başlığının kullanılması geçmiş yılların lanetli olduğunu, 2023’ün iyi olmasının umut edildiğini konu edinen bir çağrışım yapabilir. Evet, gün yüzü görmediğimiz nice yıllarımız oldu. Her yeni yıla güzel dileklerle girdik, ama o dileklerimiz karşılık bulmadı. Mutsuzluğun, acının, adaletsizliğin, zulmün kara günleri devam ediyor.
Gün yüzü görmedik. Ancak bu coğrafyada hem de çok daha ağır koşullarda gün yüzü görmeyen başkaları da oldu. Hazan yaprakları gibi sonbahar rüzgarında savruldular. Yere çarpılan nar taneleri gibi parçalanıp dağıldılar. Konumuz işte o lanetli yıllara dairdir.
Milyonların hikayesi
Yervant Odyan, Osmanlı Ermeni’si bir yazar. Jamanak (Zaman) gazetesinde de yazıyor. Onun “Lanetli Yıllar – İstanbul’dan Der zor’a Sürgün ve Geri Dönüş Hikayem – 1914-1919” adlı kitabı kısa bir süre önce Aras ve Kor yayınları tarafından yayınlandı. Ol hikayet, Odyan’ın ve onun şahsında milyonların hikayesidir.
Odyan’ın iki bin yılında yine Aras Yayınları'ndan çıkan “Yoldaş Pançuni” adında okunası harika bir kitabı var. Odyan muhafazakâr biri ve “Yoldaş Pançuni” kitabıyla Ermenilerin sosyalist partisi olan Hınçakların hiciv yoluyla eleştirisini yapmakta.
Hrant’la onun da çok sevdiği bu kitap üzerine konuştuğumuzda, bu kitap keşke çok daha erken dönemlerde, örneğin 1965, 1970’lerde yayınlansaydı demiştik. Ama devletin sansür kılıcı önüne geleni kesip doğruyordu! (Bu tespit, bugün sansür yok anlamına gelmemeli.)
Zulüm ne kadar anlatılabilir
Lanetli Yıllar kitabının sunuş yazısında Krikor Beledian “Odyan’ın Çobanyan’a 23 Ocak 1919’da bir mektubun ilk satırları okumaya değer: ‘Üç buçuk yıllık korkunç, tahayyül edilemez bir yolculuktan sonra hayattayım. Der Zor’a, daha uzağa, Mezopotamya çölüne, Fırat ve Habur nehirleri arasındaki El Busara’ya…kadar sürüldüm. Gördüklerimi yeterince tarif edebilir miyim bilmiyorum, ama deneyeceğim” satırlarını alıntılıyor.
“Gördüklerimi yeterince tarif edebilir miyim bilmiyorum, ama deneyeceğim” sözü, işte bu kanlı tarihi kesiti yaşayanların anılarının, tanıklıklarının, anlatıcılarının amaçlarının özetidir. 1915 sonrası Ermeni kuşakları bu travmayı atlatabilmiş değiller. Bu travmatik tarih, Ermenileri ve entelijansiyasını içe kapanmaya zorlamıştır. Yahudiler Nazi soykırımını kendi dinamikleri ve özellikle uluslararası desteklerle aştılar. Ya Ermeniler? Demek ki kimsesizlik böyle bir şey!
Hiçbir sanat eseri ne kadar derin, renkli, güçlü kompozisyona, estetiğe, görselliğe, şiirselliğe, müzikaliteye, etkileyiciliğe sahip olursa olsun, soykırımları, katliamları, işkenceleri yeterince anlatamaz. Elbette zulmü konu edinen sanat eserlerinin amacı da o yaşanmışlıkları yaşandığı haliyle ifade etmek olmadığı gibi, o güce de sahip değildir.
Edebiyatçının kalemi ne kadar güçlü olursa olsun, kurgu ya da anlatı örgüsünde edebiyatın tüm imkanlarını kullanmış olursa olsun, okur o gerçeğin, yaşanmışlığın bütününe vakıf olamaz.
Böylesi de doğaldır çünkü burada okur, bir öznedir ve kendisini konu edinilen olayın öznesinin (bir anlamda buna okurun dışında olması nedeniyle nesne de diyebiliriz) yerine koyamaz. En fazla hayal eder, duygulanır, empati kurmaya çalışır. Sanatçının, yazarın tahayyülü de budur zaten.
Bırakalım okuru, o zulmü yaşayan ve daha birçok zalimliğe tanık olan Odyan’ın bile Dante’nin hayal dahi edemeyeceği dediği zulmün boyutunu anlatmakta zorlandığını şu satırlarına görüyoruz. “Orada burada vahşi kuşlar, köpekler ve çakallar tarafından parçalanmış cesetler. Ağaçlar altında yardım bekleyen hastalar. Açlıktan feryat eden, terk edilmiş bebekler. Kiminin kolu, kiminin bacağı dışarıda kalmış, yarım yamalak gömülmüş cesetler… Hiçbir Dante’nin hayal dahi edemeyeceği cehennemsi korkunç bir manzara. ‘Mayrig, mayrig (anneciğim, anneciğim) diye haykıran ve kimsenin cevap vermediği kaybolmuş ya da terk edilmiş bebeler.” (121)
Sevkiyat, yani sürgün, yani tehcir yolunda katledilen, açlıktan ve hastalıktan ölen, bilerek Der Zor çöllerine gönderilerek ölüme terk edilen sayıları milyona varan Ermeniler. Sürgün yolları boyunca on binlerce kaçırılan, el konulan Ermeni çocukları, genç kızları, tecavüze uğrayanları, soyulanları…
Ölümün bir kurtuluş olarak görüldüğü bu vahşeti hangi dil hangi ağıt hangi edebiyat yeterince anlatabilir ki?
Odyan’ın yalın dili
O trajik dönemi içinden yaşayan biri olarak Odyan’ın kitabındaki dili ağlak, ağdalı ve acı yarıştırmadan uzaktır. Odyan bir sürgün olarak yalnızca kendi başına gelenleri anlatmıyor. Aynı zamanda bir gazeteci olarak olanları politik, sosyal tahlillere boğmadan, yalın ama bir o kadar da derinlikli anlatıyor ve yer yer mizahi dokundurmalarda da bulunuyor. Odyan anılarını okurla konuşur gibi yazmış.
Sürgün yolu aynı zamanda ölüm yoludur. Bütün mesele bu yolda yaşamın tek amacının hayatta kalmak olduğunu, insanın yaşama güdüsündeki gücün ne denli sarsıcı ve direngen olduğunu anlatırken, insanın yaşamak için, bugün tahayyül dahi edemeyeceğimiz zorluklara nasıl dayanabildiklerinin tanıklığını yapıyor. Ya dayanamayanlar ya zalimler tarafından doğrudan katledilenler; Golgota * yolunda ve Der Zor çöllerinde milyona varan ölümlerin tanığı Odyan bunları da anlatıyor.
Odyan 1915 sürgün ve ölüm güzergahındaki hemen her yerleşim yerinde İttihatçı polis, jandarma, idari görevli veya bazı sivil şahsiyetlerin bulunduğunu ve bunların zulümlerine uğradığını anlatıyor.
En küçük idari birimden büyüğüne kadar tam bir rüşvet çarkı kurulduğunu, işkence veya ölüm korkusuyla Ermeni sürgünlerin paralarının gasp edildiğini, Ermeni Amele Taburlarının köle olarak çalıştırıldıklarını, işleri bitince bunların kurşuna dizildiklerini, Alman subaylarıyla yerel birimlerin çatışmalarını, değirmenci, demiryolcu gibi meslekleri icra edecek yeterince Müslüman Türk bulamayan İttihatçılar bu işleri yapan kimi Ermenileri çıkarları için sürgüne yollamadıkları, ama geri kalanları bilinçli ve planlı bir imhaya tabi tuttukları; kısacası dönemin müthiş bir katliamdan ve çürümeden ibaret olduğunun tanıklığını yapan Odyan, bu kitabıyla döneme ışık tutuyor.
İttihatçılar ve Türkçü-İslamcı ideoloji
Odyan’ın anılarında da görüldüğü üzere bu dönemleri konu edinen bir kısım kitaplarda İttihat Terakki örgütlenmesinin ülkedeki yerleşim yerlerinin en küçük birimine kadar gerek yönetici kadrolar olarak gerekse o yerleşim yerlerinde İttihatçılığı destekleyen kimi tüccar, esnaf, mütegallibe kesimlerinin de yer aldığı geniş bir yaygınlığa ulaştığı görülüyor. Bu sivil kesimler iktidarın yereldeki temsilcileri gibi davranıyor ve toplumu genellikle etkileyen, yönlendiren güçlere sahipler.
Burada şu soru akla geliyor: 1908’den 1918’e toplam 10 yıl (Tam iktidarları için Ocak 1913 darbe tarihi esas alınabilir) gibi kısa süreli İttihat Terakki iktidarı döneminde, hareketin bu denli idari ve siyasi yaygınlığının nedeni nedir?
Bu kadar kısa bir sürede Türkçü-İslamcı ideolojinin tam da İttihatçı iktidar döneminde şekle şemale kavuşması ve bir devlet ideolojisi olarak yerleşik hale gelmesi nasıl oldu? Hangi tarihi ve toplumsal koşullar Ermeni soykırımına uygun bir zemin sundu?
Günümüz toplum ve devlet yapısının genel karakteristiğini oluşturan İttihatçı dönem, üzerinde düşünülmesi gereken başat bir konudur.
(HŞ/EMK)
*İsa’nın çarmıha gerildiği tepe. 1915 Ermeni tehciri kimi yazarlarca Golgota’nın çileli yolu benzetmesiyle anılır.