“Hayatımız uzun bir acının kısa öyküsüdür, toprağın rahmine kan taşıyan acının öyküsü…”
Diljîn Kowexî
Kürt müzikalitesinin en varoluşsal arka planı avuç içinin kulağa dokunma mesafesinde tutularak insanın çıplak sesinin olanca ritmi ve ahengiyle söyleyiş biçimi olan Dengbêjlik geleneğidir.
Bu gelenek öyledir ki zaman içinde bilûr, qawal, def, erbane, davul, kemençe ve daha başka kimi müzik aletlerinin eşliğine tekil ve çoğul olarak eşlik etmiş olsa da insan sesinin müzik aletine ihtiyaç duyulmadan bir başınalığı hep korunmuştur.
Bu geleneksel müzikaliteyi koruyarak sürdürmek ve yaşatmak şeklinde hep var olagelmiştir.
Sesin müzik aletiyle buluşması, hele modern zamanlarda müzik aletlerinin elektrikle / elektro ile buluşması sonrası alabildiğine modernize olması, müziğin ana omurgası insan sesini bile adeta sıradan bir “yedek parça”ya dönüştürmüştür.
Kürtçe müziği dengbêjlere borçluyuz
Foto: Ermenistan / Erivan Çarrort Sovhoz (Sovhoza Çaran) köyünde Garabêtê Xaço’nun mezarı başında.
Şükür ki Kürt halkı Dengbêjlik geleneğini hep korudu, korumakta da ısrar ediyor. Bir zamanlar sadece aşiret liderlerinin, ağaların, beylerin himayesinde ancak yaşama şansı bulabileceğine inanılan Dengbêjler, modern zamanlarda da ünlendiler dinlenir oldular ve programlara davet edilir oldular.
İşte bir çoğumuz Kürtçe müziğin bütün engellemelere rağmen bugün çarşıda, pazarda her yerde kendine alan açması ile heyecan duyabiliyorsak, bunu Dengbêjlere borçluyuz.
Peki bu borç hâk sahiplerine hakkaniyetle ödendi mi? Açık yüreklilikle söyleyeyim; hayır ödenmedi!
Babasından aldığı vasiyetle 103 yaşındayken ölünceye kadar Kürtçe söyleyen Dengbêj, Stranbêj Ermeni Garabêtê Xaço, Yerevan’a kırk kilometre uzaklıktaki Çarrort Sovhoz’da öldüğünde iki göz köy evinin otuz metre yakınına gelen doğal gaz hattını evine taşıyacak parası yoktu.
Aramê Dîkran
Sobasında yakacak iki dal odun bulamadığı kış günlerinde gün boyu yorganın altından çıkmadığını Salihê Kevirbirî’ye anlatmıştı. Yoksulluk içinde öldü. Yıllar sonra evini, mezarını ziyarete gittiğimizde altı ay önce ölmüş olan oğlunun eşinden o doğal gazın hâla evine çekilmemiş olduğunu öğrenecek ve derinden kahrolacaktık.
Yine Kürtçe müziğin büyük duayeni Ermeni Aramê Dîkran yurt dışında öldüğünde vasiyetine rağmen cenazesi Diyarbakır’a “yurttaş değil” diye getirilemeyecek yaban ellerde gömülecekti.
Usta Dengbêj Seyîdxanê Boyaxçî oğlunun evinde hasta yatağında öte yakaya göçmeden çok kısa bir süre önce verdiği röportajda diyecekti ki; “Bir gün ben ölüp gidersem ve siz bu sesten mahrum kalırsanız o zaman neleri kaybettiğinizi anlarsınız! Ax xalê seyîdxan wax xalê seyîdxan dersiniz belki! Ama o vakit iş işten geçmiş olur artık.”
Bütün bunları niye yazdım diye sormayacaksınız umarım! Hem sormamalısınız da! Çünkü hakkınız yok! Hem belki benim de kendime sormaya hakkım yok!
Kürt gençleri İstanbul’un Pera’sında da başka birçok yerlerde sokaklarda da müzik yapıyor çalıp söylüyor.
Hem bir geleneği kısmen modernize edip çağa uydurarak sokağa düşürüyorlar. (Burada “sokağa düşme / düşürme” olumlu anlamda kullanıldı). İnsanlar müziğin evrensel dilini Kürtçe üzerinden hissetsinler ve bir de üç kuruş para ceplerine girsin istiyorlar kör boğaz nafaka uğruna!
Üstelik dekor istemiyorlar, sahne aramıyorlar, bilet satmıyorlar, günler öncesinden şurada burada “sahne alacağız” diye seslenmiyorlar.
Müziğin mekânı bütün dünyadır
Seyirci de seçmiyorlar. Bir duvar dibinde, olmadı kapalı bir dükkânın ya da artık metruk olmuş bir yapının önüne konumlanıp ayakta ileri geri sola sağa birkaç adım, sesleri ve müzik aletleriyle.
Katılırsanız daha bir keyifle çalıp söylüyorlar. Bir kaç lira katkı sunar ve biriyle göz göze gelirseniz hafif bir tebessüm o kadarı kafi...
Peki hayatı tektipleştirneye ahdetmiş muktedir siyasetin kolluğu ne yapıyor. “Orası, burası, her yer benim, söyletmem, çaldırmam” demeye gayret gösteriyor.
Dünyanın her yerinde sokak çalgıcıları / müzisyenleri itibar görür. Onların müzik yaparken, sizin yanı başlarından kısa, anlık geçişlerinizin kısacık tanıklıkları hayatın ritmi ahengidir onlar için. Olmazsa olmazıdır. Çünkü o çocuklar bir marifet sergiliyorlardır ve elbette iltifat görmeleri de haklarıdır.
Kürtçe icra, en doğal haklarıdır. Bunu engellemeye yeltenmek suçtur, ciddi insanlık hakkı ihlalidir. Kültürü, kundağında boğmaya yeltenmenin diğer adıdır.
Hem sadece Kürtçe değil, hangi dilde söylenirse söylensin müziğin dili de icrası da dünyanın bütün mekânlarıdır.
Açık ya da kapalı bütün alanlar / mekânlar onlar için ana kucağı gibi haktır. Çünkü hayat steril koşullarda değil sokakta öğrenilir...
(ŞD/EMK)
*Fotoğraf: Serhatlı kadın dengbêjler, JINHA