Artık iyice alıştığımız bir referandum dönemine daha girdik. Evet/hayır kampanyaları başladı bile. Böyle dönemlerde kanaat önderi kavramı öne çıkıyor. Kampanyaları yürütenler, oy verecek kitlelerin tamamına ulaşamayacaklarını bildiklerinden, söyleyeceklerini kanaat önderleri aracılığıyla duyurmak, açıklamak istiyorlar.
Kanaat önderi çok net olarak tanımlanan bir kavram değil. Konu ile doğrudan ilgisi olmayan ya da konu hakkında fazla bilgisi bulunmayan insanların görüşüne, bilgisine önem verdiği, tavsiyelerini dikkate aldığı kişi anlamında kullanılıyor. Mesela bir yerdeki sendika şube başkanı, meslek odası temsilcisi, bir yerel gazete sahibi, geniş bir ailenin saygı duyulan büyüğü, aşiret reisi, tarikat şeyhi gibi insanlar kanaat önderi olabilir. Önümüzdeki dönemde sosyal medya fenomenlerinin kanaat önderi olacağını iddia edenler de var ama bunun için henüz erken gibi.
Örgütlü toplumlarda kanaat önderleri çoğunlukla belirli kesimleri temsil eden örgütlerin temsilcilerinden oluşur. Türkiye gibi toplumlarda bu daha belirsiz bir durumdur. Birkaç yıl önce Diyanet İşleri Başkanı imamların kanaat önderi olması gerektiğini söylemişti. Geçen ramazanda bir gün Cumhurbaşkanı Güneydoğulu kanaat önderleri ile birlikte orucunu açtı. İftara katılan kanaat önderlerinin sivil toplum örgütü temsilcileri ile önde gelen dini şahsiyetler olduğu söylendi.
Türkiye’de çalışanların yalnızca yüzde 12’sinin sendikalı olduğunu, üstelik bu sendikaların bazılarının patronlarıyla yakın ilişkiler kurduğunu dikkate alınca, kanaat önderlerini de daha çok sendikaların dışında aramak gerektiği görülür. Nitekim, diğerlerinin yanısıra, işyeri sahipleri de seçimler sırasında kendi çevrelerini ve işçilerini etkileyen kanaat önderi işlevi görürler. Özellikle işyerine sendika sokmayan ve işçileri ile doğrudan temas eden küçük ve orta boyutlu işletmelerde bu durum daha belirgindir.
Sermaye sahiplerinin kanaat önderi pozisyonunda olduğu ve sermaye dışı grupların eğilimini etkilediği bir toplumsal yapı söz konusu. Bu yapıda sermaye sahipleri güvendikleri siyasal kadroları destekliyor ve onların hakim olduğu bir ortamda varlıklarının ve çıkarlarının güvencede olduğunu varsayıyorlar. Bundan önceki seçimlerde olduğu gibi bu referandumda da aynı tavrı göstermeleri muhtemeldir. Yani patronların önemli bir kısmı AKP’ye güvendikleri için, AKP’nin hazırladığı Anayasa değişikliği önerisini destekleyeceklerdir.
Oysa referanduma konu olan Anayasa değişiklik taslağında onların işyerlerini, varlıklarını, servetlerini bu ülke tarihinde görülmemiş ölçüde güvencesiz bırakan maddeler var. Referandumda evet oyları kazandığında, iş güvencesi olmadan çalıştırdıkları işçilerinden pek farkları kalmayabilir.
Daha somut olması için öncelikle değişiklik taslağının 8. maddesinden söz etmek gerekiyor. Bu madde Anayasanın 104. maddesinde değişiklikler yapıyor. Maddeye “Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez” ifadesi ekleniyor. Ayrıca Cumhurbaşkanının kararname konularına ilişkin yönetmelikler de çıkarabileceği belirtiliyor.
Biraz karışık gibi görünen bu metinde esas olarak, Cumhurbaşkanının Anayasanın ikinci kısmının üçüncü bölümünde yer alan “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” bölümüne ilişkin kararnameler çıkarabileceği ifade ediliyor. Bu bölümde toprak mülkiyeti, kamulaştırma, devletleştirme ve özelleştirmeyi düzenleyen maddeler bulunuyor. Yani Cumhurbaşkanı olarak seçilecek olan kişi tek başına bu konularda kararnameler çıkarabilecek. Bu kararlar mevcut anayasada 550 milletvekilinin tartışmasını ve çoğunluğunun onaylamasını gerektiriyordu. Mülk sahiplerinin hiç olmazsa biraz tedirgin olmasını ve güvence aramasını gerektiren bir durum var sanki.
(Söz konusu bölümde ailenin korunması, eğitim ve öğrenim hakkı, kıyılardan yararlanma, çalışma ve sözleşme hürriyeti, sendika kurma hakkı, grev hakkı, sağlık, çevre, konut, sosyal güvenlik, tarih kültür ve tabiat varlıklarının korunması gibi konularla ilgili maddeler de var ama bunlar patronların umurunda olmadığından bu yazıda söz etmeye gerek yok. Fakat önümüzdeki dönemi en çok bu konularda çıkarılacak kararnamelerin belirleyeceğini tahmin etmek zor değil.)
Anayasa değişiklik taslağının 12. maddesinde de, Anayasanın 119. maddesi düzenleniyor. Maddeye göre, Cumhurbaşkanı diğer nedenlerin yanısıra, ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması halinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir. Madde devam ediyor ve Cumhurbaşkanı kararnamelerine ilişkin sınırlamaların olağanüstü hallerde geçerli olmayacağını hükme bağlıyor. Yani Anayasanın ikinci kısmının birinci bölümünde yer alan “temel haklar”, ikinci bölümünde yer alan “kişi hakları ve ödevleri” ve dördüncü bölümünde yer alan “siyasi haklar ve ödevler” de olağanüstü hal dönemlerinde Cumhurbaşkanı kararnamelerinin konusu olabiliyor.
Bu madde ülkede yaşayan herkesi devletin karşısında tüm güvencelerinden yoksun bırakıyor ama sermaye sahipleri için fazladan mülkiyet ve miras haklarının da tehlikede olduğunu, zira bu hakların da söz konusu bölümlerde düzenlendiğini belirtmek lazım.
Bu bölümlerde çalışma hayatıyla ilgili maddeler de var. 48. maddede “Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır” deniyor. 49. maddede, devletin çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek için gerekli tedbirleri alacağı belirtiliyor.
Parlamenter sistemlerde söz konusu tedbirlerin neler olacağı uzun tartışmalar sonucu saptanır. Referandumla getirilmesi amaçlanan sistemde bu tedbirler Cumhurbaşkanının ve varsa danışmanlarının bilgisine, niyetine ve hayalgücüne bağlı olarak belirlenecektir.
Örnek vermek gerekirse; 2010 yılında dönemin başbakanı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde (TOBB) yaptığı toplantıda “her üyeniz bir kişi işe alsın, 1,3 milyon işsiz iş bulsun” demişti. İş insanları bu önerinin üzerinde fazla durmamışlardı ama Başbakan, Türkiye İhracatçılar Meclisine de “hepiniz para kazanıyorsunuz. Bu da zekatınız olur. Zekat niyetine işçi alın” diyerek önerisinde ısrar etmişti. İş insanları bu öneriyi çoktan unutmuş olabilir ama öneri sahibinin unuttuğundan emin olmamak lazım. Acaba bu öneri bir gün Cumhurbaşkanlığı kararnamesi olarak önlerine gelir mi?
2014 yılında “Artık yetti, bunu söylemek zorundayım. Faiz sebeptir, enflasyon neticedir” diyen Cumhurbaşkanı, acaba günün birinde enflasyonu Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle önlemeye girişir mi?
2017 yılında “Elinde silahı, bombası olan teröristle elinde doları, avrosu, faizi olan terörist arasında amaç bakımından hiçbir fark yoktur” diyecek kadar konuya önem veren Cumhurbaşkanı, acaba ne tür kararnamelerle döviz sorununu çözme yoluna gider?
Bunlar söze dökülmüş, kamuoyuna açıklanmış saptamalar. Zaman içinde, şartlar değiştikçe yeni politikaların, çılgın projelerin kararname konusu olup olmayacağı belli değil. Anadolu aslanı, kaplanı diye pohpohlanan grupların ne tür sürpriz kararnamelerle karşılaşacağını, referandumda evet oyları kazanırsa, kısa sürede öğrenebiliriz. (BD/HK)