Son on yılda dünyanın çeşitli ülkelerinde hem piyasayı yücelten hem de temel hakları umursamayan çok sayıda devlet adamı gördük. Bunlardan toplu halde Trump, Johnson, Bolsonaro, Orban, Putin, Erdoğan, Modi diye söz edilmesine alıştık.
Fakat 2023’ün sonuna doğru beklenmedik şekilde iktidara gelen iki politikacı hepsinden daha önemli görüldü. Kasım ayında Hollanda’da Wilders’in ve aralık ayında Arjantin’de Milei’in kazandığı seçimler, dünyanın nereye doğru gittiğini gösteren işaretler gibi algılandı.
Gerçekten de 2008’den beri zaman zaman bittiği ilan edilse de bir türlü atlatılamayan ekonomik krizin siyasal sonuçları her geçen yıl daha da artarak yaşanıyor gibi. Bu durumu yorumlamak için önce Hollanda ve Arjantin’in yeni liderlerine kısaca bakmak gerekiyor.
Hollanda’da Wilders
Hollanda sadece dünyanın geri kalanında değil Avrupa’da da en özgürlükçü ülke olarak tanınır. Bugün çeşitli batı ülkelerinde gündeme gelen özgürlüklerin hepsi ilk olarak Hollanda’da denendi. Yalnızca sosyo-ekonomik haklar değil, marihuananın yasallaşması, ötenazi hakkı, eşcinsel evliliği gibi bir dizi “yeni” hak Hollanda’dan doğdu. Bu yüzden Hollanda’da otoriter bir yönetimin olması, bütün Avrupa için kötü bir işaret sayılıyor.
Geert Wilders 2006 yılında kurulan Özgürlük Partisi’nin (PVV) lideri. Göçmen ve İslam karşıtlığıyla tanınıyor. Seçmenlerin işsizlik, konut sorunu, suçların artışı gibi sıkıntıların göçmenler nedeniyle ortaya çıktığına inanması nedeniyle, oy patlaması yaptığı söyleniyor.
Fakat sadece bu kadar değil. Wilders vergilerin ve ekonomiye ilişkin düzenlemelerin azaltılmasını istiyor. Devletin küçültülmesinden ve ekonomik işleyişin tamamen piyasaya bırakılmasından yana. Avrupa Birliği (AB) kurallarından da şikâyetçi. AB’de kalıp kalmama kararının verilmesi için bir referandum düzenlenmesini istiyor. Ayrılmaya bir isim bile bulmuşlar, Nexit.
Çevre sorunları karşısındaki tavrı, öteki otoriter liderler gibi. İklim değişikliğinin doğal olduğunu söylüyor. Enerji santrallarında petrol ve kömür kullanımına devam etmekten yana. Yeni nükleer santraller inşa edilmesi gerektiğini savunuyor.
Ekonomide böyle liberal bir tavır almanın siyasette karşılığı var elbette. Wilders ülkeye göçmen kabul etmeyeceğini, cami yapılmasına izin vermeyeceğini söylüyor. Devletin, İsrail’de olduğu gibi, yargı kararı olmaksızın, idari tutuklama yapabilmesini gerekli görüyor. Hatta daha ileri gidip, Belçika’nın Flaman bölgesinin Hollanda ile birleştirilmesinden söz ettiği de oluyor.
Aslında Hollanda’da aşırı sağ yıllardır her seçimde biraz daha oylarını artırıyor. Gerçi Wilders faşist olmadığını, Avrupa’nın faşist partileriyle işbirliği yapmayacağını vurgulamakta özen gösteriyor. Kendini sağ kanat liberal olarak tanımlıyor. Fakat ekonomi dışı alanlarda güçlü bir hükümet sistemi olmasından yana.
Arjantin’de Milei
Javier Gerardo Milei 2018 yılında kurulan Liberteryen Parti’den (PL) cumhurbaşkanı seçildi. Faşist dememek için otoriter, rekabetçi otoriter gibi isimler aranan yeni tür liderlerin en ilginci olarak görülüyor.
Kendisini anarko-kapitalist olarak tanımlıyor. Ona minimal düzeyde devlet istemesinden dolayı “minarşist” diyenler de var. Minarşist bakışa göre devletin tek meşru fonksiyonu bireyleri saldırıdan korumak. Yani asker, polis ve yargıdan ibaret olması yeterli. Bazıları buna gece bekçisi devleti de diyor.
Ekonomide devleti devreden çıkarmak için bazı bakanlıkların kapatılmasını istiyor. Bu arada Merkez Bankası da kapatılacak ve Arjantin pesosu yerine ABD doları kullanılacak. Eğitim ve sağlık tamamen özelleştirilecek. Kamu harcamaları azaltılarak, piyasa güçlendirilecek. Bu yüzden vergilere de karşı. İncil’den pasajlarla devleti eleştirirken “İsa vergi ödemedi” de demiş.
Sosyal adaleti, vergi gelirlerine dayanarak sağlandığı için, hırsızlık olarak görüyor. “Eğer devlet ile mafya arasında bir tercih yapmak zorunda kalsaydım mafyayı seçerdim. Çünkü mafyanın kodları vardır, uyum sağlar, yalan söylemez ve hepsinden önemlisi mafya rekabet eder” şeklinde tespitleri var.
Bireysel silahlanmanın ve organ satışının serbest bırakılmasından yana. Uyuşturucunun ve fuhuşun da yasal olmasını sağlayacak. Fakat Arjantin’de halen yasal olan kürtajın yasaklanmasını istiyor. Zorunlu aşıya da karşı. İklim değişikliğinin bir sosyalist yalan olduğunu söylüyor.
Tahmin edilebileceği gibi şiddetli bir sosyalizm düşmanı. Sendikalardan nefret ediyor. Katolik kilisesini sosyal adalet istedikleri gerekçesiyle “dünyaya komünizmi vaaz eden, şeytanın yeryüzündeki temsilcisi” olarak tanımlıyor. Papa Francis için de “***** komünisti” demiş. Öte yandan mistik inançları da var, arada Tanrı ile konuşuyormuş.
Son olarak Arjantin’de cuntacıların suçlarının, cinayetlerinin abartıldığını söylüyor. Cuntacılara haksızlık yapıldığından yakınıyor.
Başının çaresine bakmak
Wilders ve Milei’in benzer yanları olduğu gibi kayda değer farklılıkları da var. Bu farklar bir ölçüde Hollanda ile Arjantin’in birbirine benzemeyen ülkeler olmasından kaynaklanıyor. Zaten çok benzemeleri de gerekmiyor, 2. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da ortaya çıkan diktatörlükler de birbirinin kopyası değildi.
Sonuçta her ikisi de, sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, otoriter yöntemlerle sürdürülen bir düzen oluşturmayı hedefliyor. Bu hedef aynı kategoriye sokulabilecek öteki otoriter liderler için de geçerli. Bu liderlerin hepsi de geniş kitleler tarafından destekleniyor.
Bu durumu 2008 yılından beri 15 yıldır süren kriz haline bağlamak gerektiği kanısındayım. 1989 yılında sosyalist ülkelerin çöküşünden itibaren iyice kendinden emin bir şekilde sürdürülen neoliberal küreselleşme, 2008 yılında beklenmedik bir yıkımla karşılaştı. Bunun kapitalizmin olağan dalgalanmalarından olmadığına bir türlü inanmak istemediler ama kriz atlatılamadı.
Cari fiyatlarla dünyanın gayrisafi hasılasında da, kişi başına gelirinde de Çin başta olmak üzere, Uzak Doğu ülkeleri tarafından sağlanan bir büyüme var. Fakat uluslararası ticaretim dünya gayrisafi hasılası içindeki payı dalgalanmalar yaşamakla birlikte, düşüyor. 2008’den bu yana uluslararası ticaretin payı yüzde 25’ten yüzde 22’ye düştü. Ticaretin payının düşüşü artık dünyadaki büyümeyi küresel ticaretin belirlemediğini gösteriyor.
Ekonomide beklentiler gerçekleşmediği gibi, bütün ülkelerde toplumsal sorunlar artıyor. Artık ülkeler küreselleşmeye eskisi kadar güvenle bakmıyorlar. Küreselleşmeyi problem olarak görenler çoğaldı. Birçok ülkede “o eski iyi günler” özlemi artıyor. Mevcut durumdan umudu kesenlerin kimi eskiye dönmek, kimi de yeni bir çözüm bulmak peşinde.
Ama “o eski iyi günler” diye bir şey yok. Hemen her sektörde üretim güçleri ulusal sınırlara sığamayacak kadar büyüdü. Küreselleşmeden geri dönüş söz konusu değil. Üstelik ticarette küreselleşme dursa bile, gelir dağılımındaki dengesizlikler sürdükçe küresel nüfus hareketleri durdurulamayacak, hatta şiddetlenerek büyüyecek.
Dünya ya neoliberal olmayan bir küreselleşmeyi becerecek ya da her ülke başının çaresine bakmaya çalışacak. Her ülkenin kendi başının çaresine bakmaya çalışmasının sonuçlarını dünya daha önce yaşadı. Ne kadar korkunç olduğunu biliyoruz.
(BD/VC)