Cumhurbaşkanının Hatay’da, yerle bir olmuş binaların arasında, çaresiz insanların yüzüne ettiği laflar rahatsız ediciydi. Gerçi Tayyip Erdoğan gibi halkı çok iyi tanıyan bir siyasetçinin sözlerini en çok işe yarayacak şekilde ayarladığını biliyoruz. Belli olmaz, bu sözler onun sadık seçmenlerini rahatsız etmemiş hatta motive etmiş de olabilir.
Tam olarak “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa, o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi?” demişti. Bu sözleri, şehre herhangi bir şey getirmekle görevli olanın kendisi olduğunu ve herhangi bir şey getirmediğini bilerek söyledi. Bu kadar da değil, karşısındakilerin de bunu bildiğini biliyor. Hatta eğer bilmeyen veya unutmuş olan varsa, öğrenmesi ve hatırlaması için söylüyor.
Cumhurbaşkanının sözlerine yerel yöneticilerden Hatay ve İstanbul belediye başkanları tepki verdi. Lütfü Savaş, Fransızlardan falan söz ederek konuyu biraz sıradanlaştırdı. Ekrem İmamoğlu da etkili konuşmasında, bu ifadelerin tıbbın konusu olduğunu, psikolojik analize ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerin önemli bir etki yapacağını, tartışmalara yol açacağını hesaba katmış olması daha yüksek bir ihtimal. Bu sözlerin sadece Hatay’da değil, ülkenin bütün yerel yönetimlerinde yansımaları olacağını düşünmüş olmalı. Birçok insanın, birçok belediye başkan adayının, birçok bürokratın bu konuyu düşündüğünü tahmin edebiliriz.
Başkandan kayyıma
Aslında yeni bir şey yok. Cumhurbaşkanı hemen her konuda olduğu gibi, memleketin hiçbir kurumunda kendinden başka yönetici tanımayacağını açıklıyor. Bunu Merkez Bankası başkanını görevden alırken “Adam laf dinlemiyordu” diye açıklamasının devamı sayabiliriz. Ya da, “Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum” sözlerinin.
Türkiye Tayyip Erdoğan’dan önce de dünyanın en merkeziyetçi ülkelerinden biriydi. Yerel yönetimlerin merkez karşısında güçlü olmasına hiçbir zaman izin verilmedi. Belediye başkanlarının kendini sıradan bir kamu kurumu yöneticisi gibi görmemesi ve öyle davranmaması ‘devlet katında’ hep rahatsızlık yarattı.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın SHP’den başlayarak CHP tarafından da benimsenmesi, AKP tarafından bir ihanet belgesi olarak tanımlandı. Öyle ki, Avrupa ülkelerinin 1985’ten beri sorunsuz uyguladıkları anlaşmayı savunmak bile siyasi risk haline geldi.
Bu tavır, kayyım atamaları yoluyla HDP’li belediyelerin belediye olmaktan çıkarılması ve birer devlet dairesine dönüştürülmesi ile doruğa ulaştı. 48 belediyeye kayyım atandı, 1.139 belediye meclis üyesinin üyeliği feshedildi. Cumhurbaşkanının Hatay konuşmasını dinleyince, örneğin Diyarbakır seçmenleri ne düşündü acaba?
Şimdi bütün muhalefet partilerinin 31 Mart seçimleri ile birlikte, 31 Mart sonrasını da düşünmelerinin zamanıdır. Seçimleri kazanmak için, bir önceki yerel yönetim seçimlerinde olduğu gibi her türlü yöntemi deneyecekleri belli. Yine de başarısız olurlarsa, yenilgiyi kabul etmelerini beklememek lazım.
Anlaşılan kayyım modelinden memnunlar, vazgeçmeye niyetleri yok. Hemen her konuda küçük denemelerle başlayıp, zamanla daha ileri adımlar attıklarını yaşayarak gördük. Muhtemelen kayyım uygulamasını genişletmek isteyeceklerdir. Hatay’da seçimi kaybederlerse, merkezi ve yerel yönetimlerin el ele vermesinin yöntemi kayyım atamak olabilir.
Sadece Hatay’da da kalmayabilir. Sonuçta belediye yalnızca iş yapmaktan, hizmet vermekten ibaret bir devlet dairesi olarak görülecekse, ülkenin her tarafının kayyımlarca yönetilmesinin gerekçesi bulunabilir.
Politeia’dan belediyeye
Oysa belediye bir hizmet birimi olmaktan önce, demokrasinin ilk adımıdır. Hatta sadece demokrasi de değil, devlet yönetimi de belediye ile başlar. Belediye sözcüğü Arapça kökenli balad-belde kelimesinden türetilmiştir. Belde de Antik Yunanca ‘politeia’ sözcüğünden geçmiştir.
Platon’un devlet, politika hatta din anlayışını yansıtan temel eseri Türkçeye Devlet adıyla çevrildi. Kitabın orijinal adı ‘Politeia’dır. Kent anlamına gelen polis sözcüğünden türetilmiştir. Biz bugün devlet anlamına gelen ‘politeia’dan türetilmiş belediye sözcüğünü kullanıyoruz. Politika kelimesi de aynı kökten türetilmiştir. Kelimenin kökeni bile belediye ile politikanın nasıl iç içe olduğunu gösteriyor.
Güçlü merkezi devletler olmadan yüzyıllar geçiren Avrupa ülkelerinde demokrasi belediyelerde başladı. Kıtanın her tarafında yerel burjuvazilerin yönettiği ve zamanla kurumlaştığı, kendi işini kendi gören şehirler kuruldu. Bizans ve Osmanlı gibi merkeziyetçi imparatorlukların hakim olduğu Anadolu bu deneyimi yaşayamadı. Biraz da o yüzden her demokrasi denememiz eksik kalıyor.
Türkiye’de belediyeler Avrupa Birliği ile ilişkilerin iyi gittiği, gerçekten birliğe girmek için çabaların sarf edilmeye başladığı dönemde güçlendi. GSYH içinde belediye harcamalarının payı, 1990’lı yıllara gelene kadar yüzde 1,0-1,5 civarında kalıyordu. 1990’lı yılların ikinci yarısında yüzde 3,5’e kadar yükseldi. Hala da o düzeyde devam ediyor. Fakat artık Avrupa Birliği’ne yönelik bir umut da yok, niyet de.
Mutlak iktidardan yana, mutlak iktidara alışmış bir yönetim böyle bir gücün kendisi dışında kalmasına izin vermemek için uğraşacaktır. Son günlerde sertleşen siyasi dili de bu eğilimin işareti olarak görmek gerekir. Muhalefet partilerinin çoğunun kayyım uygulamalarına karşı ilgisizliği bu tehlikeyi güçlendiriyor.
(BD/HA)