27 Ocak 2009’da akciğer kanserinden yaşamını yitiren, 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının önemli romancılarından John Updike, Amerikan orta sınıfının ‘Amerikan rüyası’nı yansıtan ‘kendi yaşamını kendi inşa eden insan’ mottosunu eleştiren benzersiz romanları, şiirleri ve kısa öyküleriyle; Amerikan demokrasisine, kapitalizm ve birey anlayışı ile suç ve ceza kavramlarına farklı yaklaşımlar getirir.
1932’de Pennsylvania’da doğan Updike, 13 yaşına kadar küçük ve tipik bir muhafazakâr Amerikan kasabası olan Shillington’da yaşar. Bir süre sonra Boston’a taşınan Updike, 17 yaşına kadar burada kalır. 1968’de yazdığı romanı ‘Çiftler’de, yaşadığı yerle ilgili ayrıntılara değinen Updike, özellikle, 18. yüzyıl Fransız edebiyatının önemli yazarlarından Choderlos de Laclos’un ‘Tehlikeli İlişkiler’ adlı romanından etkilenir.
New England banliyösünde yaşayan bir grup evli çifti anlattığı bu romanında yazar, karanlık cinsel tutkuların kurbanı olan insanların portrelerini çizer. Amerikan orta sınıfının büyük hayaller peşinde koşan, nihilizmden yoksun yaşam tarzı ve gelenekleriyle dalga geçen Updike, sıradan yaşamları anlatmanın peşindedir. 1954’te Harvard Üniversitesi’ne devam eder ve yazarlıktan önce bir süre karikatürüst olarak çalışır.
Bir yıllığına Oxford Üniversitesi’ne gittiğinde İngiltere için, “Batı Avrupa’yla olan bağını koparmamak için öfkeden kızıp kabaran sırılsıklam, küçük bir ada” ifadesini kullanan Updike, aynı tarihte dönemin prestijli edebiyat dergilerinden ‘The New Yorker’ dergisine yazmaya başlar. 1959’da ise, Guggenheim Bursu ile ödüllendirilir.
Nathaniel Hawthorne’nin Mirasçısı
Yaşamı boyunca iki defa evlenen Updike, 1977’de ikinci eşi Martha Bernhardt’la evlenir. Modern Amerikan edebiyatının son dönem gotik yazarlarından Joyce Carol Oates, ‘Günlük’ün de John Updike ve ikinci eşi Martha Bernhardt’la bir anısını şöyle anlatır:
“Çıldıracağım kadar küçücük bir kasabada John inzivaya çekilmiş gibi görünüyordu. Yanında, Martha ve üç oğlu etrafını çevreliyordu. O ise, bir Updike öyküsü karakteri gibiydi.” Ünlü edebiyat eleştirmeni Harold Bloom tarafından da “majör üslubuyla, minör bir romancı” olarak adlandırılan Updike, ‘kolay zevkleri’ özelleştiren stilinden dolayı son derece değerli bir yazardır.
Updike’in edebi haleflerinden biri olarak kabul edilen, bir diğer önemli romancı Philip Roth’un da “zamanımızın en büyük mektup yazarlarından biri “olarak bahsettiği John Updike, yine Roth tarafından, 19. yüzyıl Amerikan edebiyatının muazzam kalemi Nathaniel Hawthorne’nin mirasçısı olarak takdim edilir.
1986’da yazdığı ‘Roger’ın Versiyon’u adlı romanıyla Hawthorne’nin ünlü ‘Kızıl Damga’ (The Scarlet Letter) romanını yeniden yazan Updike; bu romanında, 50 yaşlarındaki Roger Lambert adlı bir teoloji profösörüyle, bilgisayar bilimiyle tanrı’nın varlığını kanıtlayacağına inanan Evangalist ihtisas öğrencisi Dale’nin Boston’da geçen karmaşık ilişkisini anlatır.
Dale’nin, karısı Esther ile ilişkisi olduğuna inanan Roger’ın da, üvey yeğeni Verna’yla ilişkisi vardır. Paula adında küçük bir kızı olan Verna’nın bir süre sonra uğradığı tecavüzü örtbas eden Roger, romanın sonunda, onun Boston’u terk edişinin ardından karısıyla beraber, yanlarında kalan Paula’nın vesayetini üstlenir.
“Herşey düşer…” Tavşan Kaçar…
2005’te ‘Terörist’ adlı romanı kaleme alan Updike, 11 Eylül saldırıları sonrası tüm Müslümanlara yönelen olumsuz eleştirelere karşı ciddi bir tepki verir. 18 yaşındaki aşırı dinci bir Müslüman genci anlattığı romanında yazar, Amerikan kültürünün edebi anlamdaki sessizliğine de büyük bir eleştiri getirir.
Updike’a, muazzam bir başarının sonucunda Pulitzer Ödülü’nü kazandıran eserleri ise, bir seri halinde yayımlanan ‘Tavşan Kaç’, ‘Zengin Tavşan’, ‘Tavşan’ın Geri Dönüşü’ ve ‘Son Tavşan’ adlı romanlarıdır. Bu serinin ilk kitabında Harry Angstrom adlı atletik yapılı, keskin bakışlı ve yakışıklı kahramanının maceralarını anlatan Updike; serinin devamında, orta yaşlı bir burjuva karakteri olarak okurların karşısına çıkan Harry’nin, eşi tarafından aldatılışını anlatır.
Amerikan halkının bağnaz Püriten değerlerini sorguladığı bu serinin sonunda Updike, Amerikan popüler kültür değerlerinin çöküşünü ve AIDS salgınını da ele alır. Updike’nin, bu seriyle anlatmak istediği meseleyi en iyi ifade eden tanımlama ise, yine, yazarı yakından tanıyan Joyce Carol Oates’den gelir.
Oates, serinin son kitabı olan ‘Son Tavşan’ adlı romanın geçtiği zamanı, eski Amerikan başkanlarından Ronald Reagan’ın estetize edilen “Herşey düşer; uçaklar, köprüler, sekiz yıl… hiç kimse, para biriktirmekten, zimmetine para geçirmekten ve Tanrı’ya güvenmekten başka bir şey düşünmez. Kimsenin aklına depolamak gelmez.” kuralını ifade ettiği cümlesindeki zamana benzetir.
Amerikan Püritanizminin Alt Edilişi ve ‘Kasabanın Cadıları’
Updike’ı tüm dünyaya tanıtan eseri ise, 1984’te Jack Nicholson’dan Susan Sarandon ve Cher’e kadar pek çok ünlü ismin rol aldığı, sinema adaptasyonu ile büyük ilgi gören romanı ‘Kasabanın Cadıları’ (The Witches of Eastwick) dır. 2008 yılında ‘Eastwick’in Dulları’ adıyla devamını yazdığı romanında Updike, 60’lı yılların sonunda Rhode İsland’a bağlı Eastwick adlı kasabada kocalarından ayrı, birlikte yaşayan üç genç kadının birbirlerinden habersiz olarak Darryl Van Horne adlı şeytani bir adamla tanışmalarını anlatır.
Üç kadınla da aynı anda birlikte olan ve kasabada skandal yaratan Darryl’ın, bu olayın ardından, kadınlardan en iyisi olan Jenny ile evlenmesiyle romanın sonu anlaşılır: Genç cadı Jenny ölür ve diğer cadılardan kaçan Darryl kurtulur. Köklü Amerikan Püritanizmini, modern bir dille eleştiren Updike; romanlarında sıklıkla kullandığı satir unsurunu bu romanında da kullanır ve ataerkil düzende, yarı gerçek yarı düşsel bir biçimde cadı olarak görülen kadınların yaşadığı hüzünlü olayları anlatır.
Romanın sonunun aksine, çocukluğumda keyifle izlediğim filmin sonunda gerçekten şeytan olduğu anlaşılan Darrly’ın üç kadın tarafından dev bir televizyon ekranına hapsedilerek tüm servetine el konulması, Updike’ın romanının modern versiyonu olan ‘Kasabanın Cadıları’nın; 60’ların derin kederi yerine, 80’lerin kimileri için rüya kimileri için hayalkırıklığı olan Amerikan rüyasını farklı bir açıdan yansıtmasıdır.
Bu, kasabanın artık ‘çocuk sahibi olan cadıları’ için feminist anlamda da büyük bir keyif ve başarı anlamına gelir. John Updike’ı okuyan ya da okumaya yeni başlayanlar için birebir bir uyarlama olmasa da, ‘Kasabanın Cadıları’ filminin hâlâ müthiş bir etkisi var.(YK/EÜ)