Alevi kelimesinin alevden geldiğini söyleyenler de 'Ali'den geliyor ne alevi' diye sinirlenip karşı çıkanlar da vardır. Kelimenin kökeni ne ya da bunun neden bu kadar mühim bilmiyorum. Bildiğim tek şey bizlerin, yani Alevi olanın da olmayanın da Osmanlı zamanında yalınayak Aleviliği anlatmaya çıkan ozanlardan beri ateşe atılıp yakıldığı.
Madımak'ın sadece Madımak olmadığı, Maraş'ın yalnızca Maraş'ta yaşanmadığı ve Dersim katliamının sadece Seyit Rıza ve oğlunu ipe asmadığı gibi.
Her yeni gelenle, gün ile güneş ile her anmada, her defa hepsi için, önce Ehlibeyt acısı sonra bebeği ağladığı için askerler duyup yerlerini bulur diye bebeğini boğan Dersim'deki o kadın ile.
Sivas, tıpkı Ehlibeyt, Maraş, Dersim katliamları gibi annemden babamdan bana kalan yaslardan biri. Ve bilmemek, hissetmemek, bir ayna nasıl kırılır görmemiş olmak gibi, imkansız imkansız.
'Yine açıldı Hasret sandığı'
Sivas, bizim evde en çok Hasret Gültekin'in yokluğu oldu, neden bilmiyorum ama en çok onun türküleri dinlendi, onun yokluğu için ağlanıldı.
"Dışı eli yakar / İçi de seni /
Sona eklenmeli sözün öncesi /
Ayrılık gülüdür kör derelerin /
Bölünüp gidiyor nehir dediğin"
Sonra Nesimi babam, Metin abim, Koray Kaya henüz 12 yaşında ve yaşasa ablam olacak yaşa gelmiş olacak Gülsüm Karababa, Menekşe Kaya, Nurcan Şahin...
Evde çocuğunun dönmesini bekleyen anneler var. Kızı gelsin çayı koysun diye bekleyen. Ezan sesinde oyun oynandı diye onları yakanlar var, Allah’a hakaret diye, Alevi olmak, her nefesinde duasında Allah’ı sevmeyi öğütleyen Alevilik dinsizlik diye. Oğlu kışın okula gidecek diye bekleyen babalar var.
Günah keçisi
Ölümleri yüzünden suçlanan Aziz Nesin'in bu yükün altında nasıl ezildiği, ne hissettiği, sağlığını nasıl yitirdiği aklımda çok uzun zamandır. Sivas'ı, öfkeyi, merhameti algıladığımdan beri en çok bunu düşünüyorum.
Her manşette suçlanmak, her manşette. Bunu düşünüyorum ama ne işin içinden çıkabiliyorum ne de derdimi anlatacak cümleleri kurabiliyorum.
Ölürken ne düşündüğünü öyle düşünüyorum sadece.
'İkiz badem içi'
Ben o zaman çok küçüktüm, anam, babam, ablalarım ne yaptı, yangın haberine kim nasıl ağladı bilmiyorum. Lakin şimdi çok büyüdüm. Babam hep gözlerimin önünde kalın siyah paltosuyla, annemin elinde bir mendil ile. Bunlar geçiyor gözlerimden. Her gittikleri anmanın aksesuarları bunlar olmuş.
O nedenle de bu sıcakta, o yangında aklımda hep o siyah palto ve bir mendil resmi çiziliyor. Hasret Gültekin merdivende, belki o paltoyu görüyor.
İnsanı insana anlatmak geçiyor içimden. Öyle yorgunum ki. Yaşamadığım tüm acıların altında bir ben mi varım yoksa hepimiz yanıyor muyuz bugün? Anlatmak istiyorum, diyeyim ki insan insana neden kıyar? Sizin Allah'ınız neden bu kadar cani ve adaletsiz. Diyemiyorum. Yani diyorum da anlatamıyorum galiba. Kurulmuş ezberi ben tek başıma bozamıyorum.
Metin abimin en sevdiğim şiirlerinden, aşk ve acıyı birlikte taşıdığımız yürektir ikiz badem içi. Hem kederi hem güzeli birlikte tuttuğumuz daldır aslında. Sonra büyür bir ağaca bölünür hani. İki yürek bir bahçada dururuz öyle diye anlatabilsem. Desem ki bu meşrudur, bu olur, sen bakma bana, aldırma ama bu mümkündür, desem...Diyemiyorum, yani diyorum da o ezberi tek başıma yıkamıyorum.
"Birimize bir şey olursa ne yaparız? dediler. Kalanlar, ölenler için şiirler yazar, dedi Metin." Zerrin Taşpınar (DÇ/HK)
* Fotoğraf Battal Pehlivan