'Dağlarda talan olur mu/ Dosta hiç yalan? Ölürsem duyan olur mu?’
Ben ne zaman bu türküyü dinlesem, mavi, yeşil ve sarıdan tüyleri olan bir kuş gelir oturur aklıma. Kanatlarının hareketi kesik kesik devam eder; hiç durmaz, uçar.
Bu türküyü dinlediğimden beri Ethem geliyor aklıma. Kıpkırmızı örtüsü boynunda, gözleri kocaman olmuş, düşmek üzere yere. Mavi bir kuş geçiyor yanından, konup alıyor ellerini, tutup uçuyorlar birlikte. Bu türküyü dinlediğim her zaman mavi kuşun kanadında geziyor Ethem.
Geçen sene, ölüm haberleri geldikçe bir şeyler yer değiştirmiş ama çok kavrayamamışım sanırım. Belki daha önce arkadaşlarımı kaybettiğim, mahkumiyete yolladığım için ‘bir yoldaşı daha kaybettik’ solculuğundaydı hissettiklerim. Haklıydık, onurluyduk ve ölsek de kazanacaktık. Lakin bu sene, doğum günümle gelen Haziran ayında çoğaldı her şey. Kanıksadıklarım bir bir suyun üzerine doğdu, durdu. Mahkemeler başladı. Yani onlar öldürüldü ve katilleri yargılanmaya başladı. İşimden oldum diyen bir fırıncı, çektim üç el sıktım diyen bir polis, Ali İsmail’in kafasına vuran yine polis. Ölmüş evladının yüzünü son kez göremeyen anası, babası. Bu defa daha fena vurdu her yerimden kaybettiklerimizin alıştığımız acısı. Kaybetmeye alışmanın acısı.
Benim kardeşlerim ölümsüzdür
Sonra bugün Ethem’in özgürlük günü oldu. Yaklaşık bir buçuk sene evvel polis üç el ateş açtı, biri Ethem’i vurdu. Önceleri çoğunun burun kıvırdığı işçi Ethem, geçen sene Gezi mücadelesinde, Ankara’da herkesin gözü önünde vuruldu.
Çok şükür katili bugün tutuklandı. Biz yoktuk, bizden birkaçımız vardı. Salonda ağlayanlar olmuş, alkışlayanlar. Biz yoktuk, birkaçımız vardı. İş yerinde, masasının başında ağlayanlar olmuş, belli etmeden sevinenler.
Sonunda yargı, kanun, nizam her neyse ne denirse yerini buldu. Çekip üç tane sıktım dedi, çok şükür tutuklandı. İçerimize bir damla can suyu döküldü. Olması gerekendi, sonunda oldu.
Lakin esas sorumlu hala serbest. Polise emri o veriyor, bizleri hala tehdit ediyor, daha çok insan ölümüne neden oluyor, yüreği burkulmuyor ve yaşıyor. Ethem’in katilinin azmettiricisi hala serbest. Ethem’in gözlerindeki onuru gördükçe benim başım yere düşüyor, gözlerim doluyor. Öldürüldüklerinden beri kocaman bir yumruk var boğazımda, yutkunmama engel oluyor.
"Ya Xızır Ya Düzgün Baba"
Bazı Allah düşüyor aklıma, inanmak istiyorum. Dara düşünce sığınıyorsak, dardayız niçin kurtarmıyor, diye kuruyorum kafamda. Ali’yi severiz Muhammed’ten ötürü, Muhammed’i severiz Allah’tan ötürü. Eğer ki adalet vardıysa, yaşardı gülerken öldürülen kardeşlerim. Yaşasalardı gülecekti kardeşlerim…
Haberi verince annem kendi inandıklarına şükrediyor. “Ya Xızır Ya Düzgün Baba, büyüksün,” diyor. Ethem’in annesini düşünüyor olmalı.
"Adalet yerini buldu"
‘Ben ölürsem kardeşlerim de ölür/ halkım bağırır benim için/ beni unutma.’
Ali İsmail’in dayak yerken, acıdan kıvranan bedeni gitmiyor gözlerimin önünden, Ethem abinin ve Berkin’in yere yıkılışı, Hasan’ın başına bağladıkları kırmızı kuşak, Rojava’daki soykardeşlerim, mayınla öldürülen küçüğüm…
Fakat adalet yerini buldu, Şahbaz tutuklandı. Değil mi? Adalet sonunda yerini buldu? Yer bulmak. Kendi yerini bilmek. Hakim, savcı, Ethem’in adaleti için çalışan avukatlar. Adalet sonunda yerini buldu. Buldu değil mi? Şahbaz içerde. İçerde değil mi? Peki azmettiricisi ne olacak? Vicdanı kömüre dönmüş olanlar ne olacak?
Ağzımıza gelen ‘adalet, eşitlik, vicdan…’ her söz anlamını çoktan kaybetmiş, acımızla almışız bunca yolu, kan kusup kızılcık şerbeti içtim demişiz ve bugün, az evvel, sonunda biraz olsun içerimize bir kuş kanadı değip yüreğimizi hafifletti. Ethem’in katili tutuklandı.
‘Beni unutmayın.’ (DÇ/HK)