*Bu öykü, bianet’in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için projelendirdiği “Kadın edebiyatçılar yazdı: Gerçek kadınlardan ilhamla” yazı dizisi kapsamında Berrak Yılmaz ve Günay Özyıldız’dan ilhamla kurgulaştırılarak yazıldı.
Fotoğraf: csgorselarsiv.org/Emre Orman
Bu öykü, geçtiğimiz aylarda trans kadınlara İzmir'in farklı semtlerinde ardı ardına yapılan saldırılar ve cinayetler üzerine, hem transfobiyi ve kadın düşmanlığını kınamak, hem şiddete uğrayan transların bilinmeyen, haberlerde yer almayan yaşamlarını görünür kılmak hem de transları kendi hikâyelerini dillendirme konusunda cesaretlendirmek ve elbette öldürülen canların hayatlarını onurlandırmak niyetiyle yazıldı. Kasım 2021'den bu yana İzmir'de peş peşe transfobik nefret saldırıları yaşandı. 20 Kasım'da Alsancak'ta bir erkek, iki trans kadına saldırarak ağır yaraladı. 27 Kasım'da Basmane tren garı önündeki saldırıda trans kadın Berrak Yılmaz ve 16 Ocak'ta Günay Özyıldız, Karabağlar'da -yaşadığı evin girişinde bıçaklanarak- öldürüldü. 17 Ocak'ta, dört saldırgan erkek, seks işçisi trans kadınlara tehditler savurarak çivili sopalarla saldırdı. Biz kadınlar ve translar, cinsiyetçi, eril ve mizojin siyasetin oldubitti hedef tahtası ve kurbanı haline getirilmiş olsak da, "kurban" durumunu sahiplenmiyor, birbirimize ve hayatlarımıza sahip çıkmanın yollarını arıyoruz. Erkekler tarafından işlenen kadın ve trans cinayetlerine her gün bir yenisi eklenirken, mağdurlar için adalet asla yerini bulmazken, hukuk zaten işlemezken, faillere uygulanan cezasızlık politikası, polisin kayıtsızlığı, kasıtlı ihmal, tedbirsizlik, nefret saldırılarını adeta teşvik ediyorken, hiçbir şey arkadaşlarımızı, öldürülenleri geri getirmeyecekken, hem çok üzgün hem çok öfkeliyken, bu meseleye dair bir kurmaca yazmak pek de kolay olmadı. İzmir'de öldürülen trans kadınların hikâyelerinden yola çıkarak kendi trans arkadaşlarımın hikâyelerinden ilham aldım. Pek çok görüşme yaptım, pek çok yazı okudum, trans deneyimlerden, hayatımdan anları, anıları, cümleleri, bilgileri harmanladım; dolayısıyla bu anlatı, zaten tercih de etmediğim türden romantik, poetik bir öykü değil, bir ya da belli bir kişinin öyküsü değil, geleneksel kurmaca hiç değil. Ama kurmacanın kimi kurallarından (örneğin; mahremiyet ve güvenliğin korunması amacıyla kimi kişi, yer, mekân vb. isimlerinin değiştirilerek "uydurulması", üst kurmaca görünümleri gibi) ve az da olsa imgelemden yararlanan bir öykü. Belki yeryüzündeki bütün transların öyküsü değil, ama pek çok transın kesiştiği ortaklıkların öyküsü, hem bilindik hem anonim bir öykü. Ve şüphesiz bir canlının en doğal hakkı olan yaşam hakkı ellerinden alınan trans ve na-trans kadınlara adanmış bir öykü. |
Cumartesi akşamı Sarısancak’ta gerçekleştirilen iki farklı saldırıda iki trans kadın ağır yaralanmıştı. Bir hafta sonra Batı tren garı önünde yine iki trans kadın nefret saldırısına maruz bırakıldı. Biri yaralı olarak kurtulurken hastaneye kaldırılan arkadaşı Sindi hayatını kaybetti. Yine eş zamanlı olarak Altınözü’nde yaşayan Angel, kendi evinde öldürülmüş şekilde bulundu.
Haberi okuduktan sonra, ortalarda görülmeme nedenini de apartmana yayılan kekre suskunluğun nedenini de dehşetle algılıyorum. İlik içlerine işleyen bir soğuk, keskin bir kömür kokusu var etrafta. Koyu gri bulutlar alçalarak camları döven bir yağmura dönüşürken yumruklarım sımsıkı, nefesim karnımda sıkışmış, öfke, hüzün, hırs ve yasla yüklü gözyaşlarımı koyveriyorum bir anda.
Ne ara, nasıl oldu, neden bir şey duymadım? Kimse mi duymadı? Bağırmadı mı, polis, ambulans çağırılmadı mı? Evinde niye olay yeri kordonu yok, delil toplama ekibi nerede?
Hayır, olamaz.. İnanmıyorum..
Peki, nerede ya kaç gündür?
İki eli kanda olsa işe giderken zili çalar “Naber kıızz” deyip beni bir yoklar, müsaitsek sabah kahvesine gelir, fal bakardı bana uzun uzadıya... Ama ne hikâyeler, ne kısmetler, ne kuşlar, ne yollar… Fincanları yıkarken ben, makyajını tazeler, ev hediyesi olarak getirdiği yaldızlı, oymalı aynada, bir kraliçe gibi kendine bakar, saçlarını kabartırdı. Ayna olmayan evde yaşayamazdı. “Gerçi senin kadınlıkla pek ilgin yok ama ne zor şey kadın olmak bacım” diye takılırdı. “Bok mu var kadınım diyosun, bu ülkede kadınları yaşatmıyorlar” deyiverdim bir keresinde sinirle.
Kim yaşatmıyor? Erkekleeer…
Nasıl hazırcevap, muzip, nasıl eğlenceliydi, ince bir zekâsı, sepet dolusu kahkahası vardı.
Şimşekler yaldızlanarak çakar, gökyüzü ışıklarla yırtılırken, doğa ana kraliçe Angel’a muhteşem bir veda hazırlamışken onu düşünüyorum.
…
Bir yayın kanalı için hazırladığımız televizyon programının ilk bölümünün ana konusu ve derginin de yazı dizisi, o sıralar kentin kimi bölgelerinde görünürlük kazanan travestiler ve trans kadınların yaşamı olunca ve niyeyse ekibin en çömez ama en asi iki genç kadını bu hayli zor gibi görünen projeye muhabir atanınca ve bay müdürden şöyle bir görev alınca…
“A’dan Z’ye yaşamlarıyla ilgili her şeyi istiyorum, her şeyi… Haydi, kanıtlayın kendinizi!”
Adama gıcık oluyordum. Feministim diye her fırsatta dalga geçiyordu aklı sıra. Bu ne küstahlık ne buyurganlık. Gazete, televizyon patronusun diye, tüm yaşamlara, yaşamlara ait tüm detaylara kamera sokma hakkın var mıydı?
Ama bir yandan da şahane bir konuydu bu, cinsel organımızın bizi nasıl olup da kimliklendirdiğine ve bizlerin buna nasıl zorlanıp nasıl içselleştirdiğine dair kafa yormaya başladığım bir dönemde, belki kendiliğimden, durup dururken gidip tanışmayacağım, içlerine girmeye cesaret edemeyeceğim trans kadınlarla bir araya gelecektim. Onlarla ilk kez çok yakın olacak, gözlerine bakacak, hikâyelerini dinleyecek, bu cemaati tanıyacaktım.
Ama işe nereden başlayacaktım?
Kıdemli gece muhabiri Gülten abla, “Yardım ederim ben size, tanıyorum bazılarını” deyince Aygül ile içimize su serpilince, biraz araştırma yapınca, bir trans kadın sayesinde beş arkadaşına daha ulaşınca, çıkmaya hazırdık aylar sürecek olan Lubunya turumuza…
“Çok hassastırlar, onları kıracak bir şey yapmayın, öncelikle güvenlerini kazanın. Konuşmak istemezlerse zorlamayın, makineyle, kamerayla içeri hurra girmeyin, zaman tanıyın” diye uyardı Gülten, “Neyse işte, samimi olun, kendiniz olun yeter! Siz ne zaman özel yaşamınızla ilgili bir detayı, duyguyu paylaşırsanız, karşınızdaki kişi de kendi yaşamından bir örnekle karşılık verir!”
İstanbul kazan biz kepçe; yaşadıkları, çalıştıkları, uğradıkları, temas ettikleri, sevdikleri, kızdıkları ne var ne yok izini sürdük, aylarca peşlerinde, yanlarında, evlerinde, kuaförlerinde, cerrahlarda, gece kulüplerinde ve geceleri sokaklardaydık. Onlarla yaşadık, onlarda yaşadık.
İşte Angel’ı ilk o zaman tanıdım. İlk konuşan, anlatan, diğer kızları da cesaretlendiren...
İlk trans arkadaşım, dostum:
“Çocukken de beni erkek diye sevmelerinden hoşlanmazdım. Babam sürekli annemi döver, içer sıçar dağıtırdı. Abilerim desen aynı. Kumar, şiddet, içki, annemden para çalmalar… Erkeklik buysa ben istemiyorum sünnet filan derdim anneme, ağlayıp sarılırken. ‘O nasıl söz, sus baban duymasın sakın! Sen onlar gibi olma oğlum’ derdi. Olmayacaktım, hep ait olduğumu düşündüğüm bedene girip kadın olacaktım ve annem gibi dayak yemeyecektim. Evden kaçtım. Macera böyle başladı.”
Bir sigara yaktı, kahve yapmaya gitti. Ojelerini sürüp bitirdikten sonra üfleyerek kuruturken söze başladı Arzen:
“Ben ne erkeğim ne kadın ne trans, ben bir insanım. Bir yandan mecburi erkeklik, diğer yandan da isteyerek kadınlık deneyimi yaşıyorum. Kadınsı giyinmeyi, süslenmeyi, erkeklerle takılmayı seviyorum. Ama bazen ‘tam erkek’ görüntümle var olmam gerekiyor. Ne yapsam olmuyor. ‘Ne biçim erkeksin sen, ipne misin?’ diye yükleniyorlar üstüme mahallede. Kaçıp kızların yanına geliyorum, kendimi burada güvende hissediyorum.”
“İçimde hep bir kadın vardı, bunu hissediyor ama tanımlayamıyordum. Belki büyüyünce geçer diye düşünüyordum. Bizim akrabalardan böyle gizli yaşayan biri vardı, onu buldum, dertleştim, destek oldu. Ama bunun maddi yükü çok, hormonlar, cerrahi, estetik vs, manevi destekle bitmiyor. Gereken parayı kazanmak için garsonluk ve bir süre seks işçiliği yaptım. Kendim için her şeyi göze alıyorum. Buna değer!”
Açılıştan sonra gerisi geliyor, hikâyeler, kahveler, sigaralar, günler, haftalar, sohbetler…
“Beni kameraya çekme, annem babam bilmiyor böyle olduğumu, ama ben de anlatmak istiyorum, yazarsın beni fotoğrafsız” dedi gülerek, içlerindeki en çekingen ve genç olan, gözleri sürekli dalan.
“Kendimi bildim bileli bir kadınım. Duygum, ruhum, arzum hep böyle. Çocukken kardeşimin giysilerini giyip danslar etmeme tüm aile bayılırdı. Ama ortaokula başlayınca işler değişti. Babama yakalandım bir gün böyle evde süslenmiş… Kıpkırmızı oldu, morardı, tam yüzüme indireceği tokadı hırsla geri çekti. Sonra annemle bir psikiyatra gittik, biyolojik bir hata dediler. Tedavi, ilaçlar filan! Sanki bunun bir hastalık olduğuna ikna edersem onları beni daha kolay kabul ederler, belki biraz rahat bırakırlar diye düşündüm. Üniversiteden çıkıp bazı günler arkadaşlara geliyorum, dertleşiyoruz en iyi tedavi bu oluyor.”
Menekşe rengi buğulu gözleriyle Menevşe, “Aynen öyle” diye atıldı, “bizi kader kurbanı ya da hasta olarak görüp acıyorlar, ama iş sekse gelince hoop bir anda en birinci, en kraliçe kadın oluyoruz.”
“Sen peki?” deyip bana dönen, yıllar yılı arkadaş kalacağımızı tam da o an hissettiğim Menevşe samimi bir merakla sordu: “Sen de tedavi görüyor musun? Bu zayıflık ne kız? Ne meme ne popo, delikanlı gibi böyle. Erkek mi olcan sen de?”
“Aman Allah yazdıysa bozsun” dedim, pot mu kırdım bilemedim.“Oldubitti böyle erkeksiyim ben, eril enerjim yüksek, ama cinsiyetimle bir derdim yok, tek sıkıntım bedenime yüklenen anlamlar, roller, beklentiler. Bazen kadın bazen erkek gibi giyiniyorum, tacize ve garipsemeye uğradığım oluyor tabii bazen karşılık verip kavga ediyorum, bazen de kimsenin ne dediğine aldırmıyorum.”
…
Farklıysan kimi kez gizleniyor kimi kez izleniyor kimi kez ikili bir hayat yaşıyordun. Güvenli şartlarda iş bulmak, yaşam kurmak, şiddetten uzak, bedeninde mutlu olmak neredeyse imkânsızdı. Hiç kimse “ben ayrımcıyım” demiyordu ama translara yönelik kuşku ve çekince gayet de yaygındı. Sadece şiddette değil, sözlerde, gözlerde, jestlerde…
Bir kulüpte dans eden Angel’ın harika şovunu izleyip çekimleri bitirdikten sonra Gümüşkuyu’nun pek bilinen elit/seçkin/entel pub/barında birer bira içip yorgunluk atmaya niyetlendik. “Yalnız o arkadaşı alamayız” diye kükredi badigard. “Niye alamıyormuşsun?” deyip hak arayınca adam giderek kabalaştı, saldırganlaştı. Kavgalaşmamak, polise filan bulaşmamak için çaresiz uzaklaştık ve bilmeden karakolda yiyeceğimiz dayağa hazırlandık.
Çekimlerin finali, bir gece polislerce alıkonulup, gerekli izinlerimiz olmasına rağmen sabaha dek sorgulandığımız Çevre Karakolu’nda gerçekleşip, Angel haksız yere coplanınca, “Niye vuruyorsun ki kadına, bizim iş arkadaşımız o” diye feveran eden biz “iki karı” da coptan nasibimizi alınca olay büyüyor, dönmeler ve dönme dostları olarak hakaretlere, ortada hiçbir gerekçe yokken fiziksel ve manevi şiddete uğratılıyoruz.
Ve birbirimize böylece bu negatif ortaklıkla daha çok bağlanıyoruz.
…
Uzun yıllar sonra işsiz, neredeyse beş parasız Altınözü otobüs durağında, kirası gayet uygun bir eve bakmak için randevulaştığım ev sahibini beklerken… Bir de baktım o!
Angel!
“Aaa!” dedim, “kız” diyemedim. Karşımda bir erkek vardı ve muhtemel yeni ev sahibimdi.
Beni tanımakta hiç zorlanmadı. Kucaklaştık… Bir zamanlar birkaç arkadaşıyla paylaştığı, şimdi de benim kiralayacağım o minicik daireye yürürken dertleştik. Ek bir iş bulmuş, haftanın üç günü erkek olmakmış işin gereği! Diğer kızlarla daha büyük olan üst kata taşınmışlar. “Kim kimsiniz evde, Menevşe napıyor?” soruma, “O uzun hikâye” dedi, “Sen taşın, yerleş, konuşuruz.”
…
Menevşe evlenmiş. Hatta kapanmış! “Ay nasıl?” dedim, “Kendin sor” deyip numarasını verdi.
“A aaa, Leman. Kız nerden buldun beni? Sorma şekerim evlendim. Ameliyat parasını denkleştirene kadar götüm çıktı. Sonra bıraktım o işleri, uzaklara taşındım kaçmak için, kimsenin beni bilmediği bir yere. O bi çocuk vardı ya, gönlümün sahibi evlendik onla gizlice. Aşk bu kızım! Biz öyle sessiz sakin yaşarkene bir süre sonra mahalleli arkamdan konuşur oldu, bu karı mı erkek mi? Ulan kapı gibi kocam var. Yetmedi. Camları kırdılar, duvarlara yazı yazdılar. Ev sahibi s.ktirin gidin dedi. Benim adam dellendi, öldürürüm ulan diye içti içti sapıttı. Bir nene vardı apartmanda arada baktığım, ilgilendiğim bi o sevdi beni. Kızım dedi sen iyisi mi hacca git, kapan, o zaman sular yatışır. İşte böyle, hacı oldum bacı! Mevlitlere bile çağrılıyorum artık. Haftada bir mahalledeki camide kuşları yemleyip ortalığı temizliyorum. Gökyüzüne bakıp allahıma dua ediyorum.”
Hayatın bizi dağıtmış, savurmuş, yormuş, böylelikle biraz daha doldurmuş, deneyimle yoğurmuş olması, aradan geçen onca yıldan sonra yeniden kuracağımız ilişkiyi daha da perçinliyor, çeşni katıyor. Yerleştiğim bu yeni evden çalışıyorum, bir firmaya paket sarıyor, şiirler yazıyor, Angel sayesinde farklı arkadaşlar tanıyorum, kederli kalplere fallar bakıyor, içi kabarmış kaderlere aydınlık yollar çiziyorum.
İlk sohbetimizde “Sen nesin gazeteci mi yazar mı bizi mi araştırıyorsun, o yüzden mi içimizdesin?” diye kabaran Ulya’ya, “Feminik kız o” diyor Angel şakayla, “bizden…”
“Nasıl bizden ayol? Geçen Nazlı’nın götürdüğü toplantıda hiç de öyle demiyorlardı. Feministler gıcıkmış bize asıl” deyip devam ediyor:
“İşte biz gerçek kadın değilmişiz, abartılı bir taklitmişiz, teşhirciymişiz. Kadınlığı kötü temsil ediyor, erkekleri kışkırtıyormuşuz.”
“Ben o feministlerden değilim ayol” deyip gülümsüyorum.“Haklısın evet, ama feministler de sabit bir küme değil, farklı farklılar. Ama benim için mücadele ettiğimiz şey genel olarak aynı şey, erkek egemenliği.”
Çayları tazeleyen, bu misafir ağırlama işlerini beceriyle ve severek yapan Angel da aynı dertten mustarip: “Aslında erkekmişiz ve istersek bu ayrıcalıktan faydalanabilirmişiz. Benim hayatım boyunca başıma gelen en kötü şey erkek muamelesi görmek, erkeklik dayatması. Ayrıca erkek gibi davranmıyorum ki ben, öyle de giyinmiyorum. Gerekirse kendimi korurum ama belki koruyamam. Onlarca arkadaşımızı dövdüler, öldürdüler, silah var, bıçak var, gruplaşmalar var. Bazı müşteri herifler, sen kadın değilsin bizi kandırdın pislik diye uyum aşamasındaki arkadaşlarımıza saldırdılar. Hep faili meçhul. Polis zaten geberip gidelim diye bakıyor. Sığınakların çoğu transız diye almıyor. Ne ayrıcalığıymış?”
“Ben ayrıcalık filan istemiyorum, sadece yaşamak istiyorum. Sesim duyulsun istiyorum” diye bağırıyor Elina sinirlenerek.
“Ukalalık gibi algılamayın ama şöyle de bir şey var” diyorum; “her şey cinsel değil aynı zamanda da sınıfsal. Kendi iktidarı için tehlike teşkil etmediği sürece kapitalizmin transları görünür kılmaktan çıkarı var. Mesela, bu ülkenin en ünlü kabul edilen transı Bülent Ersoy, varlık ve safa içinde yaşamını hâlâ diva olarak sürdürüyor, yüz binlerce hayranı, milyarlarca parası, mülkü var. Bu, diğer ünlü/zengin translar için de geçerli. Sen, Pedro Almodovar filmlerindeki bohem trans oyuncular ya da moda dergilerinin kapağındaki modeller gibi ayrıcalıklı değilsin. Paran yoksa örgütlü olacaksın, transfeminist olacaksın.”
Ulya, “Bacikom sen feministsin biz trans, birlikte transfeminist” deyip kahkaha atarken, “Bunlarla oyalama bizi Leman, böyle bişey olmuyor işte, her gün rahatsız ediliyoruz, ayrımcılığa, saldırıya uğruyoruz” diye çıkışınca Elina, “Tamam işte” diyorum “Birliktelik, örgütlülük. Transfeminizm, translara yönelik şiddetin çözülmesi gereken en önemli mesele olduğunu düşünüyor. Bu nedenle bedenlerimizi kontrol etmeye çalışan sağ politik taktiklere karşı trans ve na-trans kadınların birleşmesi gerektiğine inanıyor.”[1]
…
Böylece daha sık görüşmeye niyet ediyoruz, pek sık olmasa da danslara, pikniklere, pazara, toplantılara gidiyoruz. Derken genç transgender nesil ile tanışıyorum. Mankenlik, fotomodellik, dj’lik, editörlük yapanlar, üniversite öğrencileri, veganlar, lezbiyen transkadınlar, transerkekler, transfeministler… Kimi örgütlü, kimi partili, kimi bohem…
Kimi sadece atanmış cinsiyetini değiştirmek, kimi toplumsal cinsiyet algısını yamultmak istiyor. Bir sosyal yardımlaşma ağları var, uyum süreci için maddi manevi destek partileri, etkinlikler, organizasyonlar düzenliyorlar. Sosyal medyadaki sayfaları aracılığıyla kendilerini istedikleri biçimde kurgulayıp kendi cümlelerini kuruyor, yeni bir dil oluşturuyorlar.
Susmamak için gülüyor, kahkahanın devrimci potansiyelini kullanıyorlar.
Bu dinamizm ve mücadele cinsiyet kimliğimiz ne olursa olsun, hepimizi özgürleştirme potansiyeline sahip olduğu için çok değerli.
Ama ne kadar yeterli?
...
Cinayetten bir süre sonra elinde bir zarfla çıkageliyor Elina. "Bunu sana bırakmış!"
İçine ay düşmemiş koyu derin bir kuyu, kapalı kutuydu Angel. Bunca yıldır ona dair ne az şey biliyordum aslında. “Macera böyle başladı” deyip geçmiş, sözü hep diğer kızlara devretmişti.
Acaba son sözü ne olmuştu diye düşünerek acıyla ağlıyor, ıslanan mektubu, ondan kalan bu değerli hatırayı göğsüme bastırıyorum.
Bacikom Lemanyam, (Angel’ın bana taktığı isimdi bu)
Bu mektubu okuduğunda ben büyük ihtimal ölmüş olacağım.
Bir gün beni de öldürecekler dediğimde aman anma negatifi diyip susturuyordun beni. Ama görünen köy kılavuz istemez, adamlar kudurmuş gibi.
En son Tanca’nın öldürülmesinden ve diğer kızların çivili sopalarla dövülmesinden sonra ciddi korkmaya başladım. Adamlar ceza bile almadılar, bir de hepinizi öldüreceğiz dönmeler diyerek tehditler savurdular, haraç istediler.
Tehditler, alaylar, parasızlık, güvencesizlik, sevgisizlik yıllardır zaten canıma tak etmişti, yıldırdı, bitirdi. Bakma öyle süslenip güldüğüme. Tek hissettiğim korku.
Memleketten izimi bulup abimi yollamışlar, öldürecekti beni, kaç git kaybol dedi bana, nereye gitcem? Seni alcam kız diyen adam, hani şu mersedesli olan, evliymiş meğer üç de çocuk. Ben öğrenince sırrını, ağzını aç yaşatmam seni dediydi. Kulüpteki garsondan, kraliçem diyip duran mütahhit andavallıdan da tırsıp duruyodum biliyosun. Son zamanlarda bitakım adamlardan da tehdit mesajları, telefonları gelmeye başladı. Polis desen o daha korkutucu. Bazısını anlatamadım sana, işin gücün zaten dizini aşmıştı.
Hepsi aynı şeyi söylüyodu, öldürürüz lan seni!
İşte öldüm ben şimdi, bunlardan biri öldürdü, bunların hepsi öldürdü. Hayatım boyunca kaçtığım, istemediğim erkeklik, erkek nefreti öldürdü.
Öyle sansınlar. Gittim ama ölmedim, ne zaman yağmur yağsa üzerinize damlayacağım…
Gökkuşağını aşıp gülerek tepenizden bakacağım.
Hakkını helal et bacım, kendine de kızlara da iyi bak.
Angel
8 MART DİZİSİ/ Kadın edebiyatçılar yazdı: Gerçek kadınlardan ilhamla
Gönül Kıvılcım: Yaşadığım için mutluyum
Elçin Poyrazlar: Emani'nin küpeleri
Aslı Tohumcu: Gerçek yaşamaya devam etsin
[1] Bkz: Emi Koyama, Transfeminist Manifesto, bkz: https://eminism.org/readings/pdf-rdg/tfmanifesto.pdf
*Bu yazı dizisi IPS İletişim Vakfınca Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği desteğiyle yürütülen proje kapsamında yayınlanmaktadır. Yazıların içeriği yalnızca IPS İletişim Vakfı'nın sorumluluğundadır ve hiçbir biçimde FES'in tutumunu yansıtmamaktadır.
(HÖ/EÖ/SO/NÖ)