*Bu öykü, bianet’in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için projelendirdiği “Kadın edebiyatçılar yazdı: Gerçek kadınlardan ilhamla” yazı dizisi kapsamında Emani Al-Rahmun’un gerçek öyküsünden ilhamla kurgulaştırılarak yazıldı.
*Fotoğraf: Emani Al Rahmun-AA
Benim adım Emani. Emani Al-Rahmun. Adımı bir avuç insan dışında kimse bilmez. Hatırlamaz. Sığınmak için kaçtığım Türkiye’de öldüm ben. Yeni bir hayatın eşiğindeyken, aşıkken, anneyken ve dokuz aylık gebeyken öldürüldüm...
Çocukluk aşkımla gelmiştik Sakarya’ya. Suriye’de savaş çıkınca, Esad’ın askerleri tarlalarımızı yakınca, bir gün aç bir gün tok yaşamaya başlayınca güvenli topraklara kaçmayı tasarladık. Eşim Halid önceden geldi, bir iş ve ev buldu.
"Seni burada bırakamam Emani" diyordu bana. "Esad’ın askerleri kadınlara neler yapıyor biliyorsun."
Çevre köylerden duyuyorduk, kaçırılan, tecavüze uğrayan, delik deşik edilen genç kızların ve kadınların kaderini. Bizim kaderimiz farklı olacaktı, öyle inanıyorduk. Savaşın ortasında, ölümün ağzında, aç ve kimsesiz kalmamak için yola çıktık.
İdlib’in Cibale Köyü’nde doğduk büyüdük ikimiz de. Amcamın oğludur Halid. Güzeldir, iyidir, saftır. Çevre köylere bile yayılmıştı aşkımız. Çocukluktan beri tutkunduk birbirimize. Evlendiğimiz gün dünyanın en mesut insanı ben olmuştum. Daha ne isterdim? Tanıdığım sevdiğim insanlar, ailem, köyüm, sevdalım.
Sonra...
Sonra savaş çıktı. Karnımız, kanımız, soyumuz olan toprağımızdan bizi atmak istediler. "Yaşamak haram, burada yemek size haram. Gidin. Yoksa biz göndermesini biliriz."
Dayanabileceğimiz kadar dayanmıştık, anam, babam, kardeşlerim arkamızdan ağlarken, tek bir çantaya sığan eşyalarımızı yüklendik ve kuzeye doğru yürüdük.
"Türkiye çok güzel" dedi Halid. Türkiye temiz ve güvenli. "Seveceksin, göreceksin bak."
Kucağımda oğlum, yanımda yârim, yürüdük, yürüdük... Kaç gün, kaç gece yol gittik hatırlamıyorum. Sınırdan geçtikten sonra soluklandık biraz. Ne büyük şehirdi burası. Ne kalabalık. Arapça, Türkçe, Kürtçe... Bir sürü dil duyduk.
"Burası mı yaşayacağımız yer?" dedim. "Yok" dedi Halid. Daha kuzeydeydi, daha çok yolumuz vardı. Otobüsler, minibüsler ve uzun yollar... Elim onun elinde, oğlan mememde bitmeyen yollar. Köyümü, anamı babamı özledikçe ağladım Halid’e göstermeden. Üzülmesin istedim.
"Üzülme" dedi bir sabah. "Mutlaka geri döneceğiz. Seni orada yalnız bırakamazdım. Biliyorsun Esad’ın askerleri..."
Sözünü bitiremedi. Bitirmek istemedi. Binlerce kadına olanın bana olmayacağından emin olmanın rahatlığıyla sıkı sıkı elimi kavradı. Yanındaydım işte. Beraberdik. Yeni topraklarda taze bir hayata başlayacaktık.
Sakarya’ya vardığımızda geceydi. Alçak bir evin kapısını açtı Halid. Bizim köydeki evden küçüktü. Birkaç ailenin yaşayabileceği gibi bölünmüştü kapılarla. Hemen sevdim orayı. Çünkü bizimdi.
Askerler kapımızı kıracak, bebelerimizi kapıp öldürecek, tecavüz edecek korkusu olmadan, ölümden ürkmeden rahatça uyuyabilecektik. Ne uzun zaman olmuştu uyumayalı. Uyku güven demekti. Aynı benim adım gibi. Emani yani emniyetli, emin... Halid yola çıkmak için bana güvenmişti sonuçta. Dayanıklı olduğumu, yabancı topraklarda onun ve oğlum için ayakta kalmak istediğimi biliyordu.
Günler, hayatın bazen yavaş, bazen hızlı karmaşası içinde aktı gitti. İkinci bebeğim rahme düşünce çok sevindik. Bu sefer kız istiyordum. Gözleri babasının gözlerine benzesin, benimki gibi uzun siyah saçları olsun...
Halid bir fabrikada iş buldu. Gece vardiyasında çalışıyordu. Gündüzleri bir dakika bile bırakmazdı bizi. Çarşıya beraber çıktığımızda bayram olmuş gibi sevinirdik.
Ne güzel meyveler, sebzeler vardı pazar yerinde. Hiç görmediğim renklerde, tatmadığım lezzetlerde, irili ufaklı... En çok kara inciri severdim. Paramız ancak birkaç tane almaya yeterdi. Hepsini de bana yedirirdi.
"Yevmiyeyi alınca yine alırım, yine yersin" derdi. Parasızlıktan utanmaması için kara incirin bana iyi gelmediğini söylerdim ona. Bir gün onu dertli görünce düğünde bana taktığı küpelerimi uzattım avcumda. Ona hakaret etmişim gibi baktı.
"O küpeleri ben aldım sana, acımdan ölsem de satmam. Sen de asla çıkarma."
Ölsem de çıkarmayacağıma yemin ettim, barıştık. Karnıma dokundu, kızımız eline tekme atınca kahkahayla güldü.
O çalıştı, ben eve, oğluma ve hayatımıza baktım. Çamaşır, bulaşık, yemek, bebek... Eşyamız yoktu. Ne masa, ne sandalye, ne koltuk... Bir tek yer döşeği. Olurdu nasılsa. Bir yolunu bulurduk. Hepimiz yer döşeğinde koyun koyuna uyuyorduk. Hayatımın en güzel uykularını uyudum ben o yoksul evde.
Bir Ramazan Bayramı’nda Suriye yemeklerinden yaptım, Halid götürdü komşulara. Ben karşılarına çıkmaya çekinirdim.
"Utanma" derdi bana Halid. "İyi insanlar Türkler. Bak nasıl bize kapılarını açtılar. Binlerce kilometre uzakta bize kol kanat gerdiler."
Her şey güzeldi... Gençtik, aşıktık, çocuklarımızla sakin, güvenli bir hayata başlayacaktık. Sonra her şey bir gecede yok oldu.
Ben öldüm... Öldürüldüm...
Suçum neydi? Bu vahşeti hak edecek ne yapmıştım bilmiyorum. Belki de tek sebep kadın olmamdı. Göçmen olmamdı. Halid’in aşkının peşinden giderken yeni topraklardaki kötülükleri önceden sezmeliydim bir kadın olarak. Ya yavrularım? Onların günahı neydi?
Bir gece Halid işe gittiğinde oğlumla uykuya daldık. Bebek artık çok oynuyordu. Ertesi sabah hastaneye gidecektik. Doğum yakındı. Karnımda kıpırdayan minik canla, koynuma sığınmış oğlumla derin rüyalara daldım.
Sonra bir tıkırtı. Odanın içinde karaltılar, biri üstüme eğildi. Bağırmak için ağzımı açtım, bir el tıkadı nefesimi. En son gördüğüm bana nefretle bakan o gözler oldu.
Bebeğim de uyandı, ağlamaya başladı. Ona doğru uzanırken başıma ağır bir şeyle vurdular. Karanlığa battım. Belki de o an öldüm ben...
Oğlumu ses çıkarmasın diye boynuna bez bağlayarak boğdular. İki sıkımda canını çıkardılar yavrumun. Elimden hiçbir şey gelmedi. Sonra bir arabaya koydular cansız bedenlerimizi. Minicik oğlumu üstüme yatırdılar. Hâlâ sıcaktı küçük vücudu. Keşke kalkabilseydim. Savaşabilseydim. Suriye’de olsam hazırlıklı olurdum elbette. Silah, bıçak, taş olurdu yanıbaşımda. Böyle rahat uyumazdım.
Kapkaranlık ormanlık bir alana gelince durdu araba. İndirdiler bizi. Başımı taşla ezdiler, sonra da sopayla vurdular. Öldüğümden iyice emin olunca tecavüz ettiler sırayla. Bir o zebani, bir öteki zebani. Bunu yapanlar insan olamaz çünkü.
Karnımda oynayan bebeği mi hissettiler bilmem. Karnıma da sopayla vurdular doğmamış can ölsün diye. Ben üç canımla yok oldum o karanlık ormanda.
Esad’ın askerlerinden korkarken Türkiye’nin erkekleri savaş ganimeti gibi parçaladı hayatımı. Oğlumla, karnımdaki bebeğimle birlikte üç kere öldüm ben.
Darbelerden kırılmış kemiklerimizi, atmayan yüreklerimizi, nefes almayan bedenlerimizi saklamak için toprağı kazmaya çalıştılar, usandılar sonra.
Üstümüze çalı çırpı attılar. Ben vahşi hayvanlar ölü bedenlerimizi yemesin, Halid bizi bulsun, bize bir mezar yaptırsın diye dua ettim. Çok geç kalmış, sessiz bir dua.
Pantolonlarını toplarken bir tanesinin dikkatini çekti küpelerim. Düğünden beri çıkarmadığım altın küpeler. Sahip olduğum tek zıynet. Aşkımızın tek parlak anısı. Kulaklarımı yırtarak çekip aldı küpeleri bir tanesi.
"Hırsızlık süsü veririz" dedi. "Zaten Suriyeli göçmen, kim ne ipleyecek?"
Halid’le yeniden buluştuğumuz anı iyi hatırlıyorum. Morgdaki soğuk metal masada yatarken karşılaştık.
Ona "üzülme" demek isterdim. "Senin suçun değil. Dünyada hiçbir yer güvenli değil kadınlar ve çocuklar için. Sen bizi kurtarmak istedin, gücün yetmedi."
Halid ezilmiş bedenlerimize bakıp başını duvara vurarak ağlarken onu teskin edemediğim için ben de ağladım. Üç kere öldüğüm için, yavrularımı ve kendimi koruyamadığım için...
En çok da küpelerimi benim çıkardığımı sanmasından korktum. O küpeler aşkımızın mührüydü çünkü, yeminim vardı ölsem bile çıkarmazdım.
Şimdi köyümüzde, Halid’le evimizin yanında, biri büyük, ikisi ufacık üç mezarlı arsada dolanıyor hayaletim. Seven, hatırlayan, ruhuma dua eden insanların arasında geziyorum. Bazı geceler sevgilime görünüyorum, küpelerime işaret ediyorum ölü ellerimle...
"Bak" diyorum, "Ölsem çıkarmam"...
Not: Emani Al-Rahmun cinayetiyle ilgili araştırma sürecinde bana değerli katkılar sağlayan avukat Gülden Sönmez’e, Kadın Meclisleri’nden Sultan Gürsoy’a, gazeteci İsmail Saymaz’a ve bianet’ten Ege Öztokat’a teşekkür ederim.
8 MART DİZİSİ/ Kadın edebiyatçılar yazdı: Gerçek kadınlardan ilhamla
Gönül Kıvılcım: Yaşadığım için mutluyum
Elçin Poyrazlar: Emani'nin küpeleri
Aslı Tohumcu: Gerçek yaşamaya devam etsin
_____________
*Bu yazı dizisi IPS İletişim Vakfınca Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği desteğiyle yürütülen proje kapsamında yayınlanmaktadır. Yazıların içeriği yalnızca IPS İletişim Vakfı'nın sorumluluğundadır ve hiçbir biçimde FES'in tutumunu yansıtmamaktadır.
(EP/EÖ/SO/NÖ)