Elaine Showalter, Critical Inquiry dergisinde yayımlanan "Çorak Alanda Feminist Eleştiri" adlı makalesinde Viktoria çağı doktorlarının, kadınların psikolojik özelliklerinin sadece yüzde 20'sinin beyin aktivitesine bağlı yaratıcı aktiviteden kaynaklandığına inandıklarını belirtir.
Showalter ayrıca, bu dönemin antropologlarının da erkek beyninin ön loblarının, kendilerinden daha az zeki olduklarına inandıkları kadınların loblarından daha gelişmiş olduğunu düşündüklerini de ekler. Showalter, İngiliz edebiyatında çığır açan bir çalışma olan "Çatıdaki Deli Kadın" (The Madwoman in the Attic) adlı kitabın yazarları Sandra Gilbert ve Susan Gubar'ın, 19. yüzyıl edebiyatındaki kadın yazarların eserleri üzerine yaptıkları analize de başvurur.
Gubar ve Gilbert'a göre, "Patriarkal batı kültüründe metnin yazarı, kalemini Freudiyen anlamda üretken bir gücün aracı olarak penis gibi kullanan koruyucu ve estetik bir yargı koyucu patriark babadır." Showalter, bu tespitten yola çıkarak kadın yazarların, yazma eylemlerine karşı sordukları, "Kalem metaforik bir penis ise, kadınlar hangi organdan yola çıkarak metinlerini üretir" sorusuna yanıt arar ve bu soruyu şöyle yanıtlar:
"Kadınlar metinlerini, metaforik bir rahim olan beyinlerinde ya da kelime geliştirme haznesinde, girdiler ve çıktılar yoluyla kodlanmış mikroçiplerle üretirler."
Soru ile Showalter'ın cevabı; 19. yüzyıl ve öncesinde, kadınları salt biyolojiye ve bilimselliğe indirgemiş erkek bakışını, tarihsel perspektifte görmek ve toplumsal cinsiyetlendirme işlemine rağmen yazmayı tercih eden kadın yazarların nasıl kuramsallaştırılarak küçümsendiğini ve 'cinsiyetlendirildiğini' ispat etmek bağlamında, feminist teorinin muazzam başarılarından biridir.
Metaforik Bir Rahim Olarak Kadın Beyni
Kadınların yazma güçlerinin doğuştan yetersiz olduğunu ispata girişen patriarkal bakış, penis yoksunu kadınların yazmamaları için birden fazla neden olduğunu ileri sürer ve kadınların 'eksikliğini' artırarak kurgulamaya çalışır. Showalter ise verdiği cevaptaki gizli ironi ile sorunun ardında saklı olan toplumsal cinsiyet yapısının sadece kadını kuşatmadığını ortaya koyar.
Bu bağlamda, erkek yazarların üstlendikleri toplumsal cinsiyet rolünü ifade eden "Patriarkal batı kültüründe metnin yazarı, kalemini Freudiyen anlamda üretken bir gücün aracı olarak penis gibi kullanan koruyucu ve estetik bir yargı koyucu patriark babadır." cümlesi, bilimsel bir dişil cinsiyetin kısırlığına hapsedilmek istenen kadın yazara da kendi sorularını sorma ve cevaplarını verme imkânını yaratır. Showalter'ın son derece zeki bir üslûpla verdiği yanıt, biyolojik ve toplumsal cinsiyetin sınırlarının o kadar keskin bir biçimde ayrı olmadığını gösterir.
Showalter, metaforik bir rahim olduğunu söylediği kadın beynine bilgisayar özelliği atfederek; kadınların edebi metin yaratma gücünü, biyolojik bir organ olan kadın rahminin doğurganlık özelliğiyle birleştir ve toplumsal cinsiyet öğretisinin kadına vazife olarak yüklediği biyolojik doğurganlık özelliği ile yine biyolojik bir organ olan beynin üretme gücünün benzeştiği noktayı -üretkenlik- gösterir.
Bu da, asıl sorunun, kadın ve erkek cinsiyetinin biyolojik farklılığı üzerinden kurgulanan toplumsal cinsiyet rollerinin temellendirildiği bilimsel dualitenin gerçekte bu derecede keskin olmadığını ortaya koyar. Showalter aynı zamanda, erkek yazarın metoforik bir penise benzetilen kaleminin gücüne karşı kadın yazarın metinlerini ürettiği beyni metaforik bir rahme benzeterek, ataerkil gücün toplumsal cinsiyetlendirme oyununu da tersine çevirir.
"Evdeki Melek ve Canavar"
Bu bağlamda yine, Gilbert ve Gubar da "Çatıdaki Deli Kadın"da, erkek yazarların yarattıkları klişe kadın tiplerini eleştirir ve idealleştirilen eş ve anne kadın tipinin "evdeki melek", toplumsal rollerin dışına çıkan kadınların ise, "canavar" olarak nitelendiğini belirtirler. Buna göre dişiliği kutsayan ataerkil bakış, dişiliğin, kadınlık denen bir özü olduğunu varsayar. Bu özün en temel göstergesi ise uysallıktır.
Bu özü reddeden kadınlar toplum tarafından reddedilerek marjinalleştirilirler. Daima erkek egemen bakışa göre şekillendirilen bu kadınlık öğretisi/ toplumsal cinsiyet ya da cinsiyetlendirme işlemi, erkeğe de roller yükleyerek, toplumsal düzeni korur. Biyolojik bir temele dayandırılan dişilik ile toplumsal ve kültürel normlarla belirlenen kadınlığın ayrıştırılmasını amaçlayan "toplumsal cinsiyet" (gender) kavramı da bu bağlamda, patriarkal düzenin kadını nasıl böldüğünü gösterir.
Feminist kuram ise, bir yazar olarak kadının nasıl bir toplumsal baskıya maruz kaldığını açıklar. Buna göre, erkek egemen baskıya maruz kalan pek çok kadın yazar yazın alanında erkeklerden ayrı bir gelenek oluşturur. Çünkü kadınlar, ayrımcılığa uğradıkları için, yaşamı erkeklerden başka algılar.
Ancak, kadın metinlerinde ve onlar üzerine oluşturulan söylemlerde açığa çıkmayan meseleler ise "dil hapishanesi" denilen kısıtlamanın içinde, kadın bilincinin açığa çıkaramadığı alanlara işaret eder. Bu bağlamda kadın edebiyatı hâlâ, bastırılan kadın dilinin hayaletleriyle kovalanmaktadır ve bu hayaletlerin kovulması, şüphesiz kadınlar üzerine oluşturulan teorilerin değişmesini de sağlayacaktır. (YK/EÖ)
* Showalter, Elaine. (1981). "Feminist Criticism in the Wilderness" içinde "Writing and Sexual Difference". Critical Inquiry 8 (2), 179-205.